Akraba olmamıza rağmen gıyaben tanıdığım Seyda ile memleketimizde, 1984’le başlayan çatışmalar sürecinde köy basmalar, sözde Kürt halkının hakları için mücadele ettiklerini söyleyenlerin köylerde masum halka yönelik katliam furyasına başladıkları ve beraberinde bölgede başlayan kaos, anarşi ve zulümlerin halkı canından bezdirdiği, zorla köylerin boşaltıldığı bu dönemde bizim de köyümüzü terk etmek zorunda kalıp Cizre’ye taşınmamızla 11 yaşında tanışmak nasip oldu.
Seyda, Cizre’nin meşhur, ünlü Kürt klasik ve tasavvuf edebiyatının şairlerinden Şeyh Ahmed-i Cezeri’nin de kaldığı ve medfun olduğu Kırmızı Medrese (Medresa Sor)’de Kur’an Kursu hocası olarak görev yapıyordu. Kader onu ilim, irfan, edebiyat, tarih… bakımından merkezi bir konuma sahip Cezire mıntıkasının kalbi Cizre’ye ve Cizre’nin kalbi konumundaki Medresa Sor’da Kur’an hizmetine mazhar kılmıştı. Burada başlayan ve şehid oluncaya kadar devam eden süreçte talebesi olma bahtiyarlığı nasip oldu.
Keskin bir zekâya sahip olan Seyda, küçük yaşta ilim yolculuğuna çıkarak çetin zorluklar ve mahrumiyet içerisindeki Kürdistan’ın medreselerinde ilim tedris etmiş, modern fenni ilimleri de özel bir gayretle elde etmiş; Hasan El Benna, Seyyid Kutup, Bediüzzaman Said-i Kurdi gibi çağdaş İslam öncüleri olan âlimlerin eserlerinden beslenerek, firaset ve basiretin zirvesine ulaşmıştı. Eski ile yeniyi, ilim ile bilimi, irfan ile daveti, fesahat ile belagatı, cesaret ile cömertliği, cehd ile gayreti şahsında toplamış Peygamberin varisi olma vasfına liyakatini ispatlamış büyük bir şahsiyet idi.
Şüphesiz böyle bir şahsiyetin hayatını ve mücadelesini iki sayfaya sığdırmak mümkün değildir. Bu nedenle bu rabbani alimin şahid olduğum bazı vasıflarına değineceğim sadece:
Cumhuriyetin kuruluşundan ve özellikle Şêx Saidê Pirani (radiyallahu anha) kıyamından sonra genelde Türkiye ve özelde de Kürdistan’da ilim medreseleri, irfan ve tasavvufta meydana gelen fetret sayılabilecek bir dönemde estirilen materyalist felsefeye dayalı sosyalizm kasırgası, özellikle Kürdistan’a yönlendirilmişti. Emperyalist güçlerin ve yerli işbirlikçilerinin dizayn ettikleri “ulus devlet” esaslı yeni dünya düzeninde mağdur edilen Kürt halkına, bu materyalist felsefe empoze edilerek “İslam ve alimler” mağduriyetin asıl müsebbipleri gösterildi. Kürt halkı adeta dini ve tarihi başta olmak üzere tüm değerlerine düşman ediliyordu.
Böyle bir hengamede, alışılmışın dışında yukarıda saydığım vasıflara havi bir şahsiyet olarak ilim ve mücadele sahnesinde yerini alan Seyda, bölgede başlayan ve hızla yayılan İslami uyanış ile yolları birleşince mazlumların umudu olacak ve tarihin akışını değiştirecek bir süreci başlatan öncüler arasında yerini aldı.
Şüphesiz bu süreç, çok zorlu ve çetin geçecekti. Zira Sykes-Picot planı sahipleri emperyalist güçler, onların yerleştirdikleri yerli rejimler ve onların hedeflerini gerçekleştirmek için sahaya sürdükleri taşeron örgütlerin hesapları bozulacak yepyeni bir çığır açılacaktı mazlum halk için.
Seyda bu sürecin ağırlığının farkında idi. Nelerle karşılaşacağını çok iyi biliyordu. Zira o Siyeri, Kur’an’ı, Hadis’i, Tarihi çok iyi okumuş ve özümsemişti. Adım adım nasıl devam edeceğini biliyordu. İşte bu firaset ve basiret idi.
Davet ve tebliğini yaparken etrafındakilere bu yolda başlarına nelerin gelebileceğini bir bir haber veriyordu. Mevcut rejimin ve görünürde muhalifi görünen ilhadi örgütlerin aslında ortak bir hedefe hizmet ettiklerini daha o zamanda çok net ifadelerle ortaya koyuyordu. 70 yılda başarılamayan asimilasyon, yozlaştırma ve dönüştürmenin “halk adına hareket ettiği” sloganı ile sahada boy gösteren ilhadi örgütler eliyle kısa sürede gerçekleştirmeye çalışılacağını söylüyordu. Nitekim söyledikleri bir bir ortaya çıktı.
İlk olarak medreseden başladı. O güne kadar klasik olarak devam ettirdiği tedrisat çalışmalarını revize ederek hem talebelerin sayısını arttırdı hem de onları okula da göndererek, onun deyimiyle “çift kanatlı” davetçiler olarak yetişmelerini sağlayacaktı.
Bu yeni süreçte adeta cari olacak sünnetullahın bir sağlaması olarak mazlumların umudu olacak İslami uyanışın neşv ü nema bulması karşısında, rejimin derin ve karanlık güçleri ile yerli ilhadi örgüt var güçleriyle karalama, dezenformasyon ve komplolarla harekete geçmişlerdi. İftira ve karalama propagandaları öyle bir hızla ilerliyordu ki; “Bugün acaba hangi yalanı uydurmuşlar” diyerek güne başlıyorduk. Tahammülün fevkinde olan bu iftira ve karalamalara karşı izzetli bir yapıya sahip Seyda’ya tahammül gücü veren İslami uyanışın elhamdülillah, her tarafa yayılması ve her geçen gün bunun kökleşmesiydi.
İlhadi örgüt taktik olarak akrabalar üzerinden baskı yapmaya ve sindirmeye çalışıyordu. Seyda, gerek aile ve gerekse etraftan gelen tüm baskılara rağmen, Rabbani bir âlimin şanına yakışır verdiği o cevabın ruhum üzerindeki tesirini hala hissediyorum: “Âlimler, peygamberin varisleridir. Onların kendi şahsiyetlerinde İslam davasını küçük düşürme ve halel getirme hakları yoktur.”
Yine aşırı tehditlerin saldırılara dönüşmeye başlamasıyla kendisine:
“Saldırılar gittikçe artıyor, ilk hedef sizsiniz, bunu biliyorsunuz değil mi?” dediğimde:
“Evet, ilk hedefin ben olduğumu biliyorum. Davamızın geldiği bu aşamada Allah muhafaza verilecek en basit bir taviz çok pahalıya mal olacak. Bu nedenle başımız da gitse bu davadan taviz vermez ve ona halel getiremeyiz” diye cevap verdi.
“Bu davanın sizin gibi alimlere ihtiyacı var” dediğimde, davayı ağaca benzeterek:
“Ağacı dış etkenlere karşı koruyan nasıl ki kabuğu ise biz de harekete dışarıdan gelecek tüm saldırılara karşı ağacı koruyan kabuk olmaya razıyız”. Özellikle hazır bulunan gençleri göstererek “Bunlar selamette kalsın ben gelecek her saldırıya razıyım.” dedi.
Cesaret timsali Seyda, bu ilhamını ve rahatlığını; İman hakikatleri uğruna zindan ve sürgünlere göğüs geren Üstad Bediuzzaman’dan, Kur’an hakikatleri için zindan ve izzetle idam sehpasına çıkan Seyyid Kutup’tan, tüm hayatını davet, tebliğ ve irşadla geçirip sonunda şehadet mertebesine ulaşan Hasan El Benna’dan alıyordu. Kendisine de nasip olmuş böyle bir nimetin farkında olarak davasının istikbali için seve seve her türlü fedakârlığı yapmaya hazırdı. “Âlimler ilimlerini, önderler davalarını/mücadelelerini kanları ile imzaladıkları zaman görevlerini tamamlarlar.” sözüyle Müslüman âlim ve önderlerin milletleri ve memleketleri için göstermeleri gereken fedakârlığın çerçevesini çiziyordu.
Seyda’nın belirgin özelliklerinden biri de gençliğe verdiği önem idi. Doğrusu geldiği medrese geleneğinden ve ifa ettiği Kur’an hizmeti gereği genç yaşta olmasına rağmen, bölgenin hemen hemen tüm molla, şeyh, talebe, sofi kesimlerini çok iyi tanıyordu. 3-4 yıl boyunca başta molla ve tarikat çevrelerinin hemen hepsini gezerek milletimize ve memleketimize İslami bir hizmetin yapılması için kendilerini göreve davet etti. Bunun için sürekli kendi evinde yemekli davetler tertipleyerek onlara sorumluluklarını hatırlatarak hizmet etmelerini istedi. Çok ısrarcı olmasına rağmen bu alanda fazla bir gelişme olmadı. Bu nedenle gençlere yöneldi. Vaktinin çoğunu gençlere veriyordu. Kurduğu medresede gençleri yetiştirdiği gibi evini de adete bir medreseye çevirmişti. Bu çalışmaları çok verimli oluyordu. Evine fiili sardırıların arttığı ve her gün Müslüman şahsiyetlerin şehid edildiği süreçte kendisine:
“Çember daralıyor Seyda!” dediğimde:
“Evet biliyorum ama –gençleri göstererek- bunlar olduktan sonra gözümüz arkada kalmaz” diye cevap verdi.
Seyda gibi alim ve önderlerin şahadetlerini milletimiz, memleketimiz ve zamanımız için büyük kayıplar olarak görüyordum. Ancak tarih, zaman ve tecrübe bunun aksini ispatlıyor. Alimlerin ve öncülerin davaları uğruna gerektiğinde canlarını feda etmeleri o davayı ve hareketi kökleştirir, adeta sigortalar ve ne kadar darbe alsa da gerektiğinde küllerinden tekrar dirilir.
Bu satırları yazarken Filistin İslami hereketinin liderlerinden Şeyh Salih Aruri ve arkadaşlarının şahadet haberi önüme düştü. Hüseyinlerin, Selahaddinlerin, Saidlerin, Şeyh Ahmet Yasinlerin, Abbas Musavilerin, Şeyh Salih Aruri’lerin.. davaları ve mücadeleleri Seyda’nın sözlerini adeta pratize eder.
Allah’a verdikleri sözde durup Hak yolunda canını feda etmiş tüm alim, önder ve mücahidlere meftunuz. Allah onlara rahmet, bize de; Hak yolda sabit kadem, sözüne sadık sırasını bekleyerek hüsnü hatimeye ulaşmayı nasip etsin. Amin
Molla Zeki
Uzat elin tut elimi
Ne olur biraz ver teselli
Şehid düştün düşeli
Gülmez yüzler Molla Zeki
Evet şehadet müjdedir
Vallah şehadet güzeldir
Ayrılığın acı geldi
Bizlere şeyh Molla Zeki
Ey seydamız ey canımız
Nurlu yüzün bir ay gibi
Aydınlatır gönülleri
Her bir sözün Molla Zeki
İlminle amildin seyda
Gören gördü senden fayda
Daha taze gül baharda
Koparıldı Molla Zeki
Kerametin ilmin idi
Verdiğin pak canın idi
Cizre Botanın bülbülü
Sen ey şehid Molla Zeki
Ey seydamız ey canımız
Nurlu yüzün bir ay gibi
Aydınlatır gönülleri
Her bir sözün Molla Zeki
Bugün artık yarın bize
Kavuşmak yakındır size
Her bir can yola koyulmuş
Şehadete Molla Zeki
Buluşmak yakındır senle
Yanındaki şehidlerle
Özlem büyüktür sizlere
Şehadetle ey şeyh Zeki
Ey seydamız ey canımız
Nurlu yüzün bir ay gibi
Aydınlatır gönülleri
Her bir sözün Molla Zeki