İslam’ın henüz ilk yıllarında şehidler verdik. Mekke cahiliyesinin zalimleri, Hz. Sümeyye ve Yasir’i şehid ettiler.
İlk İslam şehidleri, Müslümanların en zayıf kesiminden idiler. Zalimler, onları şehid ederek Müslümanları ürkütmek istediler. Hâlbuki onlar, ruhlarını Rablerine teslim ederken artlarında bıraktıkları kardeşlerinin Allah yolunda ölmekten korkmadıklarının şahidi oldular. Onunla beraber, Mekke cahiliyesinin haddi aştığının şahidi…
Medine’ye hicretten sonra, Müslümanlar devlet oldular, lâkin şehadet devam etti. Bedir’de Ashabdan on kişi şehid oldu. Uhud’da yetmiş kişi… Ki bu, Uhud’da bulunan Ashabın yüzde onu demek… Aralarında Hz. Musab b. Umeyr, Hz. Hamza gibi İslam davetçileri ve kahramanları vardır.
Henüz Uhud şühedasının kanları kurumadan Reci Vakası’ndaki ihanette şehid kanları aktı. Hubeyb b. Adiy ve Zeyd b. Desine ise Mekke’ye götürüldüler. Orada Müslümanların davalarına ne kadar sadık olduklarının şahitliğini yaptılar. İşkenceler, onların dinlerini terk etmelerine yol açmadı. Dininizi terk edin, sizi serbest bırakacağız, dediler. Aldırış etmediler ve Ebû Süfyan, hayretler içinde Zeyd b. Desine’ye sordu:
-Ey Zeyd, Allah aşkına doğru söyle! Şimdi senin yerine Muhammed’in öldürülmesini, böylece evine dönmeyi istemez miydin?
Zeyd cevabı verdi:
-Yemin ederim ki şu anda ailemin yanına dönmek bir yana Muhammed’in ayağına bir diken batıp Onu incitse gönlüm ona bile razı olmaz.
Ebû Süfyan şaşkınlık içinde Müslümanların davalarına ve önderlerine ne kadar sadık olduklarını ikrar etmek durumunda kaldı:
-Doğrusu Muhammed’e inananların onu sevdiği gibi bir başkasını seven kimseyi görmedim.
Bu sözün şahidi, yani doğru olduğunun kanıtı kimdi, hiç kuşkusuz Hubeyb ve Zeyd idiler. Onlar ki esirken bile, davalarını anlattılar. İslam yüceliğini Mekke’ye tebliğ ettiler.
Reci’nin şehidleri sekiz kişi civarında idiler. Onun Bi’r-i Maûne ihanetinin vahşetindeki yetmiş şehid izledi.
Sübhanallah Yesrib’in İslam’ı seçmesinde etkili olan hususlardan biri de kabile çekişmelerinden bıkmış olmaları idi. Onlar, sükûnet arıyorlardı. Oysa şimdi neredeyse her evin şehidi vardı. İşte o şehidler, Medine ehlinin imanının ve Hz. Muhammed Mustafa (salallahü aleyhi veselem)’e bağlılıklarının koşullara bağlı olmadığının şahidi oldular. Onlar, Medine ehlinin canı pahasına davalarına bağlı kaldıklarının ispatı oldular.
Daha sonra da nice şehid verildi. Özellikle Mute şehidleri maruftur: Zeyd b. Harise, Cafer b. Ebû Talip, Abdullah b. Revâha…
Her birinin Hz. Peygamberin katında ayrı bir yeri vardı. Zeyd ve Cafer, onun hane halkından sayılırdı. Abdullah ise Medine’de onun çok sevdiği şairi idi. Şehadet, onlarla Medine’de son bulmadı, devam etti.
Hz. Peygamberin ruhunu Rahman’a teslim etmesinde sonra, Medine’nin ilk ağır imtihanı, Ridde vakalarıdır. İslam, şirki yenmiş ama onunla kulları kendisine kul etmek isteyenler arasındaki savaş son bulmamıştı. Putların yerine geçip peygamberlik iddiasında bulunanlar, kılıçlarını Müslümanlara karşı bilemişlerdi.
Sadece Yemâme’de 600 ile 1700 arasında şehid verildi. Çoğu hafızdı ve Ümmetin muttakilerinden idiler.
İlk dört halife şehiddir ve onlardan sonra, Kerbela şehidleri, Harre şehidleri… Onları da takiben alimler, muhaddisler…
Emevi günlerinin şehidleri, İslam’ın saptırılmasına, eksik bırakılmasına razı olmayanların şehadetidir. İslam’ın ilk günlerindeki şehidler, İslam’ın yeryüzünde tutunması uğruna can verdiler. Sonrakiler cihadda İslam’ın yeryüzüne yayılması… Emevi günlerindekiler ise İslam’ın dosdoğru olarak bilinmesi uğruna… Her bir şüheda devrinin kendisine has halleri vardır ve o haller içinde her bir devrin şehidlerinin bir şahidliği…
Şehadet, bir yanıyla doğru sözlü olmaktır, zira ancak doğru sözlü olan şahid olabilir. Şehid olan, sözündeki doğruluğu kanıyla ispatlar. Aynı zamanda kendisinden sonrakilerin Allah yolunda ölmekten korkmadıklarına dair, şahid olurlar.
Şehadet, aynı zamanda geçmişte “mezuniyet belgesi, diploma” anlamında kullanılan “şehadetname” kelimesinin anlamında olduğu gibi, kişinin bir işte yeterli olduğunun ispatıdır. Şehid, bu yanıyla iman ve salih amelde yeterliliğini göstermiş, İslam’ı yaşamakta yeterlilik belgesini almış, dolayısıyla başkaları için misal olmuştur. Bundan dolayı şehidlerin hakka dair anlattıkları daha inandırıcı bulunmuştur. Bir alim şehid olmuşsa onun eserleri daha çok kabul görmüştür.
Özellikle Hicri 14 ve Miladi 20. Yüzyıla geldiğimizde bu husus pek önem kazanmıştır. Zira bu devirde kim sözüne sadık, kim zayıf belirsizleşmeye başlamıştır. Müslümanlar, kime güveneceklerini şaşırmışlardır. İşte öyle bir ortamda, fitne Müslümanların kapısına dayanmış. Sadık olanlar, fitne ehlinin işkencelerine rağmen, davalarından caymamışlar. Böylece gece karanlığı, okyanus ortasında bir deniz feneri gibi olmuşlardır. İmam Hasan el-Benna onlardandır. Seyyid Kutup da onlardan…
Zalimler Seyyid’e Hubeyb ve Zeyd misali taviz teklif ettiklerinde Seyyid, tarihe geçen şu sözlerle cevap vermiştir:
“Kalem sahibi kimseler birçok büyük işler yapabilirler. Ancak fikirlerinin yaşaması pahasına kendilerini fedâ etmeleri şartıyla... Fikirlerinin, kan ve canları karşılığında mânâlanması şartıyla...
Hak bildikleri şeyin Hak olduğunu korkusuzca söyleyip gerekirse bu uğurda başlarını vermeleri şartıyla...
Namazda Allah’ın birliğine şehadet eden parmağım, bir tağutun hükmünü asla onaylamayacaktır.
Biz, fikir ve sözlerimiz uğruna ölsek de o fikir ve sözler, ruhlu birer vücut olarak kalacak yahut da onları kanlarımızla sulayıp canlılar, ruhlular arasında yaşatacağız…”
Allahüekber, dinin “geçim kaynağı” bilindiği, birilerinin dindarlıkları ile karınlarını doyurdukları bir çağda Seyyid, tağutlara karşı duran bir Müslüman olmakla şehid olmak arasında doğrudan bir ilgi kurdu. Tağutlara direnmeyenlerin, onlara karşı ölümü göze almayanların ilimlerinin iş görmeyeceğini canını vererek gösterdi. Yeni nesillere bu yolda kılavuzluk etti.
Ve Filistin şühedası… Şeyh İzzeddin el-Kassam, Yahudiler ve onları sahaya süren patronlarla uzlaşma arayışında olanların yanlış yolda olduğunu kanıyla gösterdi.
Ondan altmış dokuz yıl sonra Şeyh Ahmed Yasin ise Müslümanın fiziki gücünün ne olursa olsun, küfrü yenecek bir manevi güce sahip olduğunu yine kanıyla ortaya koydu. O, bedenen zayıf ama imanı ve salih ameliyle öylesine güçlü idi ki küfür onu özellikle hedef almıştı.
Yüz yılı aşkındır, durmadan şehidler veriyoruz. Kimi zaman Metin Yüksel’dir şehidimizin adı, kimi zaman Molla Zeki veya Molla Abdulkadir… Kimimiz Çeçenya’da şehid oluruz kimimiz Mısır, Tunus, Cezayir’de…
Her gün şehid haberleri alıyoruz, kimi zaman Ömer Muhtar ve Şeyh Said gibi darağacında, kimi zaman Tufanü’l-Aksâ sonrasında Gazze’de olduğu gibi toplu hâlde. Kimi zaman bir Rus’tur üzerimize İdlib’de bombalar yağdıran, kimi zaman israil’dir Filistin’de. Kimi zaman Halepçe’de Saddam’dır görünen katilimiz kimi zaman Afganistan’da ABD’dir.
Ama ortada bir hakikat var: Çağın zalimlerine karşı, Allah için şehid olan yegâne topluluğuz. “Allah katında din İslam’dır” ve tüm şehidlerimiz, Allah tamamından razı olsun, kanlarıyla bunu haykırmakta, dünyaya bunu duyurmaktadır.
Gazze şehidleri de bunu duyurdular ve onların sesi, şehadetlerinden sonra bile dünya metropollerinde yankılanmaya, vicdanları uyandırmaya devam etmektedir.
Elhâmdulillah, hâlâ güçlüyüz ve direniyoruz ki şehid oluyoruz!
İslam’ın henüz ilk yıllarında şehidler verdik. Mekke cahiliyesinin zalimleri, Hz. Sümeyye ve Yasir’i şehid ettiler.
İlk İslam şehidleri, Müslümanların en zayıf kesiminden idiler. Zalimler, onları şehid ederek Müslümanları ürkütmek istediler. Hâlbuki onlar, ruhlarını Rablerine teslim ederken artlarında bıraktıkları kardeşlerinin Allah yolunda ölmekten korkmadıklarının şahidi oldular. Onunla beraber, Mekke cahiliyesinin haddi aştığının şahidi…
Medine’ye hicretten sonra, Müslümanlar devlet oldular, lâkin şehadet devam etti. Bedir’de Ashabdan on kişi şehid oldu. Uhud’da yetmiş kişi… Ki bu, Uhud’da bulunan Ashabın yüzde onu demek… Aralarında Hz. Musab b. Umeyr, Hz. Hamza gibi İslam davetçileri ve kahramanları vardır.
Henüz Uhud şühedasının kanları kurumadan Reci Vakası’ndaki ihanette şehid kanları aktı. Hubeyb b. Adiy ve Zeyd b. Desine ise Mekke’ye götürüldüler. Orada Müslümanların davalarına ne kadar sadık olduklarının şahitliğini yaptılar. İşkenceler, onların dinlerini terk etmelerine yol açmadı. Dininizi terk edin, sizi serbest bırakacağız, dediler. Aldırış etmediler ve Ebû Süfyan, hayretler içinde Zeyd b. Desine’ye sordu:
-Ey Zeyd, Allah aşkına doğru söyle! Şimdi senin yerine Muhammed’in öldürülmesini, böylece evine dönmeyi istemez miydin?
Zeyd cevabı verdi:
-Yemin ederim ki şu anda ailemin yanına dönmek bir yana Muhammed’in ayağına bir diken batıp Onu incitse gönlüm ona bile razı olmaz.
Ebû Süfyan şaşkınlık içinde Müslümanların davalarına ve önderlerine ne kadar sadık olduklarını ikrar etmek durumunda kaldı:
-Doğrusu Muhammed’e inananların onu sevdiği gibi bir başkasını seven kimseyi görmedim.
Bu sözün şahidi, yani doğru olduğunun kanıtı kimdi, hiç kuşkusuz Hubeyb ve Zeyd idiler. Onlar ki esirken bile, davalarını anlattılar. İslam yüceliğini Mekke’ye tebliğ ettiler.
Reci’nin şehidleri sekiz kişi civarında idiler. Onun Bi’r-i Maûne ihanetinin vahşetindeki yetmiş şehid izledi.
Sübhanallah Yesrib’in İslam’ı seçmesinde etkili olan hususlardan biri de kabile çekişmelerinden bıkmış olmaları idi. Onlar, sükûnet arıyorlardı. Oysa şimdi neredeyse her evin şehidi vardı. İşte o şehidler, Medine ehlinin imanının ve Hz. Muhammed Mustafa (salallahü aleyhi veselem)’e bağlılıklarının koşullara bağlı olmadığının şahidi oldular. Onlar, Medine ehlinin canı pahasına davalarına bağlı kaldıklarının ispatı oldular.
Daha sonra da nice şehid verildi. Özellikle Mute şehidleri maruftur: Zeyd b. Harise, Cafer b. Ebû Talip, Abdullah b. Revâha…
Her birinin Hz. Peygamberin katında ayrı bir yeri vardı. Zeyd ve Cafer, onun hane halkından sayılırdı. Abdullah ise Medine’de onun çok sevdiği şairi idi. Şehadet, onlarla Medine’de son bulmadı, devam etti.
Hz. Peygamberin ruhunu Rahman’a teslim etmesinde sonra, Medine’nin ilk ağır imtihanı, Ridde vakalarıdır. İslam, şirki yenmiş ama onunla kulları kendisine kul etmek isteyenler arasındaki savaş son bulmamıştı. Putların yerine geçip peygamberlik iddiasında bulunanlar, kılıçlarını Müslümanlara karşı bilemişlerdi.
Sadece Yemâme’de 600 ile 1700 arasında şehid verildi. Çoğu hafızdı ve Ümmetin muttakilerinden idiler.
İlk dört halife şehiddir ve onlardan sonra, Kerbela şehidleri, Harre şehidleri… Onları da takiben alimler, muhaddisler…
Emevi günlerinin şehidleri, İslam’ın saptırılmasına, eksik bırakılmasına razı olmayanların şehadetidir. İslam’ın ilk günlerindeki şehidler, İslam’ın yeryüzünde tutunması uğruna can verdiler. Sonrakiler cihadda İslam’ın yeryüzüne yayılması… Emevi günlerindekiler ise İslam’ın dosdoğru olarak bilinmesi uğruna… Her bir şüheda devrinin kendisine has halleri vardır ve o haller içinde her bir devrin şehidlerinin bir şahidliği…
Şehadet, bir yanıyla doğru sözlü olmaktır, zira ancak doğru sözlü olan şahid olabilir. Şehid olan, sözündeki doğruluğu kanıyla ispatlar. Aynı zamanda kendisinden sonrakilerin Allah yolunda ölmekten korkmadıklarına dair, şahid olurlar.
Şehadet, aynı zamanda geçmişte “mezuniyet belgesi, diploma” anlamında kullanılan “şehadetname” kelimesinin anlamında olduğu gibi, kişinin bir işte yeterli olduğunun ispatıdır. Şehid, bu yanıyla iman ve salih amelde yeterliliğini göstermiş, İslam’ı yaşamakta yeterlilik belgesini almış, dolayısıyla başkaları için misal olmuştur. Bundan dolayı şehidlerin hakka dair anlattıkları daha inandırıcı bulunmuştur. Bir alim şehid olmuşsa onun eserleri daha çok kabul görmüştür.
Özellikle Hicri 14 ve Miladi 20. Yüzyıla geldiğimizde bu husus pek önem kazanmıştır. Zira bu devirde kim sözüne sadık, kim zayıf belirsizleşmeye başlamıştır. Müslümanlar, kime güveneceklerini şaşırmışlardır. İşte öyle bir ortamda, fitne Müslümanların kapısına dayanmış. Sadık olanlar, fitne ehlinin işkencelerine rağmen, davalarından caymamışlar. Böylece gece karanlığı, okyanus ortasında bir deniz feneri gibi olmuşlardır. İmam Hasan el-Benna onlardandır. Seyyid Kutup da onlardan…
Zalimler Seyyid’e Hubeyb ve Zeyd misali taviz teklif ettiklerinde Seyyid, tarihe geçen şu sözlerle cevap vermiştir:
“Kalem sahibi kimseler birçok büyük işler yapabilirler. Ancak fikirlerinin yaşaması pahasına kendilerini fedâ etmeleri şartıyla... Fikirlerinin, kan ve canları karşılığında mânâlanması şartıyla...
Hak bildikleri şeyin Hak olduğunu korkusuzca söyleyip gerekirse bu uğurda başlarını vermeleri şartıyla...
Namazda Allah’ın birliğine şehadet eden parmağım, bir tağutun hükmünü asla onaylamayacaktır.
Biz, fikir ve sözlerimiz uğruna ölsek de o fikir ve sözler, ruhlu birer vücut olarak kalacak yahut da onları kanlarımızla sulayıp canlılar, ruhlular arasında yaşatacağız…”
Allahüekber, dinin “geçim kaynağı” bilindiği, birilerinin dindarlıkları ile karınlarını doyurdukları bir çağda Seyyid, tağutlara karşı duran bir Müslüman olmakla şehid olmak arasında doğrudan bir ilgi kurdu. Tağutlara direnmeyenlerin, onlara karşı ölümü göze almayanların ilimlerinin iş görmeyeceğini canını vererek gösterdi. Yeni nesillere bu yolda kılavuzluk etti.
Ve Filistin şühedası… Şeyh İzzeddin el-Kassam, Yahudiler ve onları sahaya süren patronlarla uzlaşma arayışında olanların yanlış yolda olduğunu kanıyla gösterdi.
Ondan altmış dokuz yıl sonra Şeyh Ahmed Yasin ise Müslümanın fiziki gücünün ne olursa olsun, küfrü yenecek bir manevi güce sahip olduğunu yine kanıyla ortaya koydu. O, bedenen zayıf ama imanı ve salih ameliyle öylesine güçlü idi ki küfür onu özellikle hedef almıştı.
Yüz yılı aşkındır, durmadan şehidler veriyoruz. Kimi zaman Metin Yüksel’dir şehidimizin adı, kimi zaman Molla Zeki veya Molla Abdulkadir… Kimimiz Çeçenya’da şehid oluruz kimimiz Mısır, Tunus, Cezayir’de…
Her gün şehid haberleri alıyoruz, kimi zaman Ömer Muhtar ve Şeyh Said gibi darağacında, kimi zaman Tufanü’l-Aksâ sonrasında Gazze’de olduğu gibi toplu hâlde. Kimi zaman bir Rus’tur üzerimize İdlib’de bombalar yağdıran, kimi zaman israil’dir Filistin’de. Kimi zaman Halepçe’de Saddam’dır görünen katilimiz kimi zaman Afganistan’da ABD’dir.
Ama ortada bir hakikat var: Çağın zalimlerine karşı, Allah için şehid olan yegâne topluluğuz. “Allah katında din İslam’dır” ve tüm şehidlerimiz, Allah tamamından razı olsun, kanlarıyla bunu haykırmakta, dünyaya bunu duyurmaktadır.
Gazze şehidleri de bunu duyurdular ve onların sesi, şehadetlerinden sonra bile dünya metropollerinde yankılanmaya, vicdanları uyandırmaya devam etmektedir.
Elhâmdulillah, hâlâ güçlüyüz ve direniyoruz ki şehid oluyoruz!