Kendi kendimize şöyle bir düşünüp soralım ve samimi olarak cevap verelim: Bir Müslüman olarak namazı seviyor muyuz? Her zaman için namaz kılmayı seven bir insan mıyız? "Namaz vakti gelse, ezan okunsa, namaz kılsam, canım namaz kılmak istiyor..." diyor muyuz hiç? Midemizin açlık hissettiği ve bir şeyler yemek istediği gibi günün belirli vakitlerinde namazın açlığını hissedip namaz kılma arzusu geliyor mu içimizden? Karnımız iyice acıktığı zaman yanımızdakilerin konuştuklarını anlamaz duruma gelerek aklımızı yemeğe taktığımız gibi, namaza olan açlığımızdan dolayı da aynı durum meydana geliyor mu, kafamızı namaza taktığımız oluyor mu? Bazen canımız bir şey istediğinden dolayı belirli bir öğün olmadığı halde mutfağa girip bir şeyler atıştırdığımız gibi, farz olan vakitlerin dışında gönlümüz namaz kılmak istiyor mu, durup dururken iki rekat namaz kıldığımız oluyor mu?
Sözü uzatmadan söyleyelim; Allah Teala ile beraber olmayı arzuluyor muyuz?
Ezan sesi bizde nasıl bir etki yapıyor, ezanı duyduğumuzda çok müthiş bir müjdeli haber almışçasına gözlerimizin ışığı parıldıyor mu? Ezanın sözlerini tahlil ettiğimiz oluyor mu, tekbirler, tevhidler ve şehadetler kulağımıza ulaştığında ruhumuzun derinliklerine kadar ulaşıyor mu?
"Biraz sonra Allah Teala ile beraber olacağım, Rabbimin huzuruna varıp samimi bir şekilde kendimi O'na arz edeceğim, O'nun Kelamını O'na okuyacağım ve O da beni dinleyecek. Her taraftan üzerime çullanan ve içerisinde boğulduğum şu atmosferden kurtulacağım, beni boğmaya çalışan şu karanlıktan sıyrılacağım, hepsini arkama atacağım, beni yaratanın huzuruna varacağım, O'nunla yüz yüze geliyor gibi olacağım, O'na halimi arz edeceğim. Şu anda ne kadar mutluyum, ne güzel!"
Evet, bu ve benzeri duygu ve düşünceler geçiyor mu içimizden? Samimi olarak cevap verelim.
Sonra bu düşüncelerimiz bir bir gerçekleşiyor mu? Yani, Allah Teala'nın huzuruna vardığımızda O'nunla gerçekten sağlıklı bir bağlantı kurabiliyor, beraber olabiliyor muyuz? Bunun en önemli belirtisi olarak da O'nunla olan bu beraberliğimizi uzatmak istiyor ve uzatıyor muyuz? Kıyamımızı, kıraatimizi, rükûmuzu, secdemizi ve son oturuşumuzu, yani her bir rüknü kendi içerisinde uzatıyor muyuz? Evet, sırf Allah Teala ile olan beraberliğimizden dolayı uzatabiliyor muyuz rükünlerimizi, yani namazımızı?
Namaz bize ne verdi şimdiye kadar?
Şu ana kadar kıldığımız namazlar bizi nereden nereye getirdi? Namaz bize ne verdi? İdeal bir namaz bir insana ne verebilir, nereden nereye getirebilir, biz bunun ne kadarını elde ettik? Namazımız, çevremizdeki insanların fark edebileceği bir şekilde bizim şahsımızda bir değişiklik yaptı mı?
Ben şahsen insanımızın namazdan randıman alamadığı, namazdan elde edilmesi gereken neyse onu elde edemediği kanaatindeyim. Elbette, başta rasûller olmak üzere hiç kimse Allah Azîmüşşan'a gereği gibi, hakkıyla ibadet edememiştir ve edemez de hiç kimse O'na layık-ı veçhile kulluğunu ifa edemez, O'nun nimetlerinin şükrünü tam olarak eda edemez. Biz bunu biliyoruz ve zaten işin bu yönünü kastetmiyoruz. Biz normal bir insanın namazla ulaşabileceği seviyeyi kastediyoruz, sıradan bir Müslümanın namazdan alabileceği randımanı kastediyoruz.
Evet, içerisinde bulunduğumuz toplumu oluşturan insanımız namazın hakkını verememekte, dolayısıyla namazdan alınması gerekeni de alamamaktadır. Belki cüretkâr bir tespit ve iddia olacak ama bu randımansızlık sadece zamanımız insanına mahsus bir durum değil, bu topraklarda hayat sürmüş öncekileri de içine almaktadır.
Çok çok namaz kılanlara, beş vakit namaza nafileler ekleyerek vaktinin önemli bir bölümünü namaz kılmakla geçirenlere rastlayabilirsiniz. Fakat seviyeli, sahibini yüceler yücesine ulaştıran, ubudiyetin zirvesini tattıran, ilim ve irfan adına adım attıran, sahibinin gözlerinin içini güldüren, gözyaşlarıyla dolu namazlara rastlamak o kadar mümkün değil.
Sıradan insanlardan farklı olarak, dinimizi daha bir güzel yaşamak için İslami cemaatlere katılmışız, değişik meşrepteki Müslümanların içinde bulunmuşuz, cemaatlere, topluluklara girmişiz veya bazen kendimiz gruplar oluşturmuşuzdur. Bireysel olarak takvamızı ve seviyemizi yükseltmek için birçok oturmalara iştirak etmişizdir, zikir meclislerinde bulunmuşuzdur.
Bunun yanında gerek söylem, gerek eylem bazında hareket ve cihadı daha ön planda tutan topluluklar oluşturmuşuz veya başkalarının oluşturduğu böyle topluluklara iştirak etmişizdir. Yine bunların dışında eğitim, kültür ve ilmi yönü ağır basan, düzenli bir şekilde derslerin yapıldığı, belirli kitapların takip edildiği toplantılara katılmışızdır. Bütün bunlar sizlerin yabancısı olmadığı şeylerdir.
Böylesi çalışmalara katılanlar, elbette sıradan insanlar olmaktan çıkmışlar ve onlar arasında hemen fark edilir bir konuma gelmişlerdir. Fakat çalışmamızın konusu ve hedefi olan gözaydınlığı bir namaz açısından değerlendirdiğimizde şunu görmüşüzdür buralarda: Namazla dolduramadığımız boşlukları doldurmaya çalışılıyorduk, namazla elde etmemiz gerektiği halde edemediğimiz şeyleri elde etmeye çalışıyorduk. Bunun böyle olduğunu bizzat bu şekilde ifade etmemiş olsak da bu böyledir.
Geçmişteki böylesi birliktelikleri şöyle bir gözden geçirelim. Takva adına düzenlenen zikir meclislerinde, hatm-i hâcelerde, sohbetlerde namaz hep ikinci, üçüncü derecede öneme sahipti. Böylesi oturumlarda namaz "aradan çıkarılması gereken, asıl konuya, toplantının asıl sebebine geçebilmek için bir an önce geçiştirilmesi gereken" şey oldu hep. Bizi yükseltecek olan, bizi Allah Teala'ya asıl yaklaştıracak olan şey(!) namazdan sonra başlayacak olandı. Aslolan topluca zikir yapmaktı, aslolan hatm-i hâce yapmaktı, aslolan ağabeyin sohbetiydi, aslolan üstadın kitaplarından bir bölümün okunmasıydı. Bugün bunun için toplanılmıştı buraya, namaz bu arada hemencecik geçiştirilen bir iş idi. Namaz hiçbir zaman böylesi toplantıların birinci gündem maddesi olamamış, toplantı dağılırken iştirak edenlerin kalbinde ve dimağında geriye kalan en büyük lezzet hiç bir zaman namaz olamamıştır.
Hele cihad ve hareket yönü ağır basan, daha radikal bir çizgi izlenen oturumlarımızda namaz daha da geri planlardaydı, aradan çıkarılıp çıkarılmaması, geçiştirilip geçiştirilmemesi bile önemli değildi. Toplantımızın asıl sebebi yanında namazın önemi de neydi ki, namazın sözü mü edilirdi(!) Devlet kurmanın, İslami hakimiyete gitmenin yolları gibi çok çok daha önemli meseleleri konuşuyorduk bu toplantılarda. Namaz hiç yoktu gündemde, herkes evine gittiğinde kılıverirdi. Evlere varıldığında da vakit gece yarısını geçmiş olacağından, yatsı namazlarını nasıl kıldığımızı biz çok iyi biliyorduk.
Ya bir de rastgele insanların namazlarına bir göz atın. İslam adına gerek takvaya yönelik, gerek cihad ve harekete yönelik faaliyetlere ve topluluklara hiç katılmayan diğer insanların namazlarını, namazdan aldıkları randımanı siz düşünün. Onların durumu hepten yürekler acısıdır. Fakat bizim öncelikli muhatabımız, Allah'ın dinini gerek nefsine, gerek toplumlara hakim kılma gayretinde olanlardır, ki onlar sıradan insanlara daha sonra bunu ulaştıracaklardır.
Evet, İslam’ı yaşama durumunda olan insanımızın namazdan randıman alamadığına inanıyorum. Eğer randıman alsaydı, söylediğimiz gibi, başka yollarla tatmin olmaya çalışmazdı, içerisindeki boşluğu başka şeylerle doldurmak için uğraşmazdı.
Çünkü gerçek anlamda namazla beslenebilen bir insan açlıkların her türlüsünü, yani beyninin, ruhunun ve kalbinin açlığını gidermiş olacaktı. Beynini doyurmak için, ruhunu ve kalbini doyurmak ve tatmin etmek için başka başka yollara tevessül etmeyecekti.
Böyle olunca, karşımızda namazdan nasibini alamamış insanların varlığı söz konusudur. Namazdan nasip alamamak demek İslam'dan nasip alamamak demektir, dolayısıyla Müslüman olmanın anlamı kaybolmaktadır. Namazın dünya hayatında saadete erdiremediği kişi, İslam’la saadete erememiş kişi demektir. O halde bu mesele Müslümanlar için tez elden halledilmesi gereken bir mesele olmaktadır