29 Kasım 1947, Birleşmiş Milletler Filistin Özel Komitesi (UNSCOP)’nin Filistin’de sömürgeci İngilizlerden dolayı oluşan kaosun çözümü ve işgalci Yahudiler ile gittikçe büyüyen yangının söndürülmesi için rapor halinde sunduğu Paylaşma Planı 10 çekimser, 13 aleyhte ve 33 ülkenin geçer oyuyla kabul edildi.
Filistin’i ikiye bölen bu bölücü planın kabulü, Siyonist-Yahudi çevrelerini büyük bir coşkuya boğarken Müslümanları ve Arapları ise hüzün ve nefrete gark etmişti.
Filistin topraklarını adeta yangın yerine döndüren bu sinsi plan hemen işlemeye koyulmuştu. Yalan ve desiselerin kaynağı, çatışmanın en büyük müsebbibi, fitne ve fücur ile beslenen İngiltere hiçbir şey olmamış gibi işlenen cürüm ve cinayetleri izlemekle yetinecekti.
Mart ayı sonunda, Hagana ve İrgün gibi Siyonist çetelerin amansız düşmanı olan Kahraman Komutan Abdulkâdir, silah ve mühimmat desteği sağlamak için Şam’a gittiği sırada, Kudüs’ün batısındaki Kastel köyü[1] Hagana teröristleri tarafından işgal edildi. 6 Nisan’da Kudüs’e dönen Abdulkâdir, adamlarıyla birlikte Kastel Köyünü geri almak için 7 Nisan gecesi operasyona çıkar. Sisli bir havada, 8 Nisan’da sabaha karşı Siyonist teröristler tarafından şehid edilir.
İlk kez 6 Mayıs 1936’da İngiliz manda yönetimine karşı silahlı mücadeleyi başlatan Komutan Abdulkâdir’in cesedini bulan direnişçiler, öfke ve üzüntüyle Kastel’e bir huruç harekâtı daha düzenleyerek, köyü siyonist teröristlerden geri almayı başarır.
8 Nisan 1948 günü Filistinliler için direnişin doğal lideri ve karizmatik komutan Abdulkadir el Huseynî daha 37 yaşındayken şehid edilir. Yaşanacak felaketler zincirine karşı tüm Filistinlileri korumasız ve savunmasız bırakırcasına terki dünya etmişti Abdulkadir el Hüseynî… Direniş ruhlularda üzüntü ve öfke katlanarak artmıştı.
Ne var ki, ertesi sabah Abdulkâdir’in Mescid-i Aksâ’da düzenlenen cenaze törenine katılmak üzere mevzilerini terk ettiklerinde, siyonist teröristler Kastel’i tekrar işgal etmişlerdi.
9 Nisan 1948 Cuma günü, Mescid-i Aksâ’da kılınan cenaze namazının ardından Abdulkadir’in naaşı defnedildiği günün ertesi bir haber daha karabasan gibi çöker tüm Filistin’e…
Kudüs’ün beş kilometre kadar batısında yer alan yaklaşık 600 nüfuslu Müslüman Arap köyü Deyr Yâsin'e, sabaha karşı 132 Siyonist terörist (72’si Irgun, 60’ı Lehi üyesi) tarafından baskın yapılmıştı. Öğlen saatlerine kadar süren çatışmalar sonucu en az 100 Arap hayatını kaybederken (Ölenlerin tamamına yakını kadın, çocuk ve yaşlı) esir alınan 150 civarında sivil, “zafer kutlaması” adına Yahudi mahallelerinde teşhir edilmeye başlanmıştı.
Bu vahşet, Kudüs ve çevresinde onlarca Arap köyünün birkaç gün içinde tamamen boşalmasına yol açacaktı.
Menahem Begin, bu kanlı eylemi “Eğer Deyr Yâsin zaferi(!) olmasaydı, İsrail Devleti de olmazdı.” diyerek İsrail terör çetesinin kanla kurulduğunu ve kanla beslendiğini itiraf etmiştir.
Siyonist teröristlerin gün geçtikçe canavarlaşmaları ve gidişatın çok daha kötüye gideceğini gören fitnebaz İngiltere, 14 Mayıs 1948 günü Filistin’deki manda yönetimini, sömürüsünü sona erdirerek, askerleriyle birlikte Filistin’den tamamen çekileceğini deklare edecekti. Çünkü yapacağını yapmıştı.
14 Mayıs 1948’de Filistin topraklarına yıllar boyu dinmeyecek bir acı yerleştirildi. Filistinliler ve tüm insanlık için onlarca yıldır devam eden felaketler silsilesinin başlangıcı hep bu acı olmuştur. İsrail işgal rejiminin sözde bağımsızlığını ilan ettiği bu acı dolu tarihin ertesi gününe "Nekbe" günü denildi.
15 Mayıs, 1948’den beridir büyük acıların günü oldu. Bu günün adını, Arap ulusalcılığının en önemli teorisyenlerinden Suriyeli tarihçi Konstantin Zurayk ilk olarak kullanmış.
Filistinliler için korku ve endişe ile birlikte zorunlu göç, yağma ve katliamların simgesi olan "Nekbe" (Büyük felaket) tam 76 yıldır dinmeyen bir acı, duyulmayan bir feryat ve imdat edilmeyen terkedilmişlerin sembolü olmuştur.
675 köyün yok edildiği, nüfusun yüzde 67’sine tekabül eden 1 milyona yakın insanın vatanından sürüldüğü, sistematik acıların ve planlı katliamların artarak devam ettiği ve onlarca kentin işgal edilişiyle hızlanan bir felakettir Nekbe. Birlerce Filistinlinin sürgün edildiği, öldürüldüğü büyük ve unutulmaz felaket…
Filistin Devleti’nin sosyal dokusunu, kültürel yapısını ve tarihi kalıntılarını yok eden vahşi bir tarihin ilk günlerini belirler Nekbe…
Bir günde mülteci konumuna düşen yüz binlerce Filistinli…
Öz vatanından sürülmek için akıl almaz acılara maruz bırakılan Müslümanlar…
İslam dünyasının sekülerleşmesi, Arap devletlerinin İşgal Rejimiyle çıkarsal yakınlaşması ve utanmazca normalleşme sürecine girmeleri nekbeyi sürekli aktif tutma amaçlıdır.
Filistinlilerin iç bölünmüşlüğü(maalesef), uluslararası taraf ve devletlerin acziyet ve meskenet içinde olmaları işgal rejiminin hukuksuz ve hadsiz oluşunu daima hızlandırmıştır.
Büyük şeytan ABD ile işgal rejiminin insanlıktan uzak, haksız, hukuksuz ve vicdansız yaklaşımları sonucu oluşan uluslararası şartlar Filistin halkının haklı davasına, son yıllarda vurulan en acımasız darbe olmuştur.
Nekbe ile başlayan kaos işgal rejiminin işgalini adım adım genişleterek, 27 bin kilometrekarelik tarihi Filistin topraklarının yaklaşık yüzde 85'ini gasp etmiş durumda. Ev sahibi olan Filistinliler ise kendi topraklarının sadece yüzde 15'ini kullanabiliyor.
1967'de işgal ettiği Doğu Kudüs ve Batı Şeria'da da halen yasa dışı Yahudi yerleşim birimleri inşa etmeye devam ediyor. Zulüm ve vahşet, katliamlar ve işgal nekbeden beridir durmaksızın devam etmekte.
7 Ekim Nekbe’nin sonu nebve’nin başlangıcı olmuştur. Yıllardır nekbe, aylardır nebve[2] yaşanıyor. Siyon terör şebekesi bu aylarda en az beş yüz bini dışa göç yaşamış ve bir o kadarı da mülteci konumuna düşmüştür. Siyonistlerin yenilmezlik efsanesi çökmüş, uluslararası arenada ne derece vahşi olduğu aşikar olmuştur. Terörist çete hızlı bir çöküşe doğru yuvarlanmıştır.
Filistinlilerin yükselmesi, direnişin yüceliği anlamına gelen “Nebve”yi bize teröristlerin şu itirafı anlatmaya kafidir.
İsrailli siyasi analist Alon Mizrahi:
“Bu eşsiz anda daha da netleşen şey, küçük bir Filistin hareketi olan Hamas'ın sadece İsrail'i değil tüm Batı'yı mağlup ettiğidir. Savaş alanında da her bakımdan kazandı, kamuoyunda da kazandı. İsrail zihniyetini muhteşem bir şekilde kullanmayı başardı ve sahip olduğu her varlığı son derece verimli bir şekilde kullandı.
Dünyanın her yerinde Filistin davası kalpleri kazandı. Yıkılmadı veya sökülmedi. 6 ay önce aldığı neredeyse her esiri tuttu. Hiçbir baskıya boyun eğmedi. Kuşatılmış ve unutulacak kadar küçük bir şeritte bombalanmış haliyle işlevsel ve ölümcül olmaya devam ediyor. Tarih, son altı ayı askeri tarihin en dahice ve inanılmaz başarılarından biri olarak değerlendirecek. Bu anlaşılmazlığın da ötesinde bir şey. İsrail bu savaşı bu şekilde, düşünmeden, şuursuzca yürüterek, Hamas'ı yüzyıllarca kültürel hafızada yaşayacak bir direniş efsanesi haline getirdi. Kimse bu işin üstesinden gelebileceklerine inanmıyordu. Ama yaptılar. Ve tarihi sonsuza dek değiştirdiler. Filistin bir daha asla gölgelere dönmeyecek. Hamas kazandı.”
Allah’ın izniyle nekbe bitti ve artık nebve devam edecek...
[1] Kastel Tepesi, Tel Aviv’den Kudüs’e giden yolu gözleyen en yüksek tepe olma özelliğini taşımaktadır.
[2] (Nebâve) Yüksek yer, yücelik, yükseklik.