“Münafık” kelimesi, “tarla faresi” anlamındaki “nifak” mastarından türetilmiştir. Tarla faresinin özelliği, tehlike anında kaçmak için, yuvasına giden birden çok yer altı yolu yapmasıdır. O yollardan birini kullanarak ekinlerin köklerine dalıp onları koparır. Ekin sahibi, onun hangi yolu kullandığını bilmediği için onunla bir türlü baş edemez.
İlk kez İslam’la birlikte “münafık” kavramı, bu temel manasıyla ilişkili olarak “iki yüzlü, olduğundan farklı görünen, inançta zıt şekiller alan”, “kafir iken Müslüman görünen” anlamında kullanılmıştır.
Yahudilerin karakteri hakkında yapılan bir araştırmada tespit edilen on dokuz özellikten yedisi münafıklıkla alakalıdır:
1. Yahudi, yalan söyler.
2. Yahudi dönektir. (Nitekim Osmanlıda Sabetayist Yahudilere “dönme” denmiştir.)
3. Yahudi, aşağılık duygusu içinde komplekslidir.
4. Yahudi, ihtilaf ve tartışmaya yatkındır.
5. Yahudi, sözü değiştirir.
6. Yahudi, hakkı gizler.
7. Yahudi, hain ve ikiyüzlüdür.
Biz, münafıklığın Medine’de ortaya çıkmasını hep Müslümanların bir güce kavuşması ile ilişkilendiririz. Oysa münafıklığın en çok revaçta olduğu Medine Devri’nin ilk yıllarında, Müslümanlar pek de güçlü değildir, hatta Mekke’nin onlara karşı atakları düşünüldüğünde epey de zayıftır.
Şehirleri için kaleler dahi yapmayan, mert Arap karakteri ile yüzde yüz çelişen münafıklık, kanaatimce Yesrib’de Yahudilerden öğrenilen bir yoldur.
İslam tarihi boyunca çoğu zaman Batı uygarlığı dediğimiz ve taraftarlarının “çağdaş uygarlık” diyerek süreklilik kazandırmaya çalıştıkları Yahudi uygarlığına kadar, münafıklar hep vardır. Ama bilindiği kadarıyla kafirlerle ilişkili ikiyüzlü örgütlü münafık topluluklar yoktur.
Örneğin İslam dünyasında Hıristiyanlıkla ilişkili, yaygın bir münafık topluluğu oluşmamıştır. Moğollar için de benzer bir durumdan söz edilebilir. Moğollarla ilişkili Müslümanların çoğu ya sapmış tiplerdir ya da İslam’a sevdayla bağlı olsa da korkaktır.
Bizde İslam’dan koptuğu hâlde Müslüman görünerek Müslüman ülkelerin başına geçen ve o konumla İslam’ı tahrip etmeye kalkışan ilk münafık yapısı, “modern münafıklar” da diyebileceğimiz İslam aleminin seküler kesimleridir. Bu yapı temel niteliği ise bunların Masonluk gibi bağlar ve ideolojiler üzerinden tamamen Yahudi uygarlığına bağlı olmaları, buna karşın Müslümanlardan görünmeleridir. Asrın alimi Seyyid Kutup, Cemal Abdunnasır misali bu tipleri tespit edip ifşa ettiğinde çağdan habersiz Müslümanlar, eskilere ait bakışlarıyla Seyyid Kutub’un tekfirciliğe yöneldiğini zannettiler. Seyyid’in bazı Müslümanlara kafir dediğini zannettiler. Oysa Seyyid, sadece münafığı ifşa ediyordu. Çağın anlaşılması için en önemli zaruretlerimizden olan münafığın anlaşılması meselesi ise Hz. Resûl salallahü aleyhi vesellem’in hayatta olduğu günler dışında hiç kolay olmamıştır.
Mü’min bir topluluğun Yahudilerle mücadelesini zorlaştıran, Yahudiliğin münafıklık karakteridir. Zira mü’min merttir, mü’minin özü sözü birdir. Özü sözü bir olan insanlar, ikiyüzlü hain karşısında daima zorluklar yaşar.
İnsanoğlunun inançla ilişkisi, beşerî hâl ve insanî değerler bağlamındadır. İnsanoğlunun beşerî hâli bir tür akledebilen ve hissedebilen çamur hâldir/beyin ve kalp sahibi biyolojidir. İnsanoğlu, inanç sahibi olarak bu çamur hâlden değerlerin yüceliğine doğru yol alır.
İnsanoğlunun çamur hâlinin davranışlardaki ayırıcı özelliği, madde odaklı olmasıdır. O hâldeki insan; aklını ve hislerini, sadece midesini doyurmak, arzularını gerçekleştirmek, kendisini tehditlerden korumak ve ödüller kazanmak için kullanır. Dolayısıyla insanın bu çamur hâli, mal edinirken ve güç kullanırken vicdan ve değerlerden yoksundur. Malını ve gücünü artırmak için her yolu meşru bilir.
İnsanoğlunun inançlı hâli ise onun insanî değerler edindiği hâldir. Bu hâldeki insan, inanç ve vicdanıyla değer sahibidir. Gerektiğinde inanç ve değerleri uğruna ve o inanç ve değerlerle oluşmuş vicdanıyla bütün maddi çıkarlarından, arzularından vazgeçer. Kendisini feda eder.
Yahudinin özellikle modern zamanlardaki münafıklığı ve ona karşı mücadeleyi zorlaştıran, onun bu iki hâl arasındaki ikiliği ile ilgilidir.
Siz, Yahudi’yi daha çok çamur yönüyle bilir; onu mal ve güç uğruna fuhuş ve uyuşturucu tüccarı, zalimlerin işkence danışmanı ve uygulayıcısı diye tanır, ona göre onunla mücadele edersiniz. O, karşınıza insan hakları savunucusu olarak çıkar.
Siz, Yahudi’yi insan haklarından yana, gerektiğinde o yolda kendisini feda eden biri olarak bilirsiniz, o karşınıza her tür değeri, vicdanı yaklaşımı, bir çıkar uğruna satabilecek, alçak bir beşer olarak çıkar.
Avrupa Hıristiyanlığı, Yahudinin bu baş edilmesi güç ikililiğinden korunmak için onu yüzyıllar boyu gettolarda esir tuttu. Müslümanlar ise Kur’an-ı Kerim’in Yahudi’yi tarif mucizesi ve Hz. Muhammed Mustafa’nın Medine’deki tatbikatı üzere, Yahudi ile birlikte yaşamayı göze alarak onun münafıklığından korunma yoluna gitti. İç içe yaşayarak korunmak, özgüven barındıran yüksek bir iradeyi ifade eder.
Yüksek bir iradenin icrası, cahil topluluklarda sadece cesaret isterken iman toplumunda cesaretle beraber ilim ister. Müslümanlar, ilim toplumu iken Yahudiler, onların içinde bazı hilelerine rağmen genel olarak zararsız bir topluluk olarak yaşadılar. Müslümanlar, özlerinden uzaklaşmadıkları sürece Yahudiler tüccar ve hekim olarak onlara hizmet ettiler.
Yahudi ile ilişkimizin bu hizmetten felakete dönüşmesi; Hıristiyanların Yahudilere yenilmeleri, Yahudilerin bağlarını çözmeleri, onları gettolardan salmaları, böylece Yahudilerin İslam sonrası çağda tarihte ilk kez fiili bir iktidar alanı bulmaları ile başladı.
Yahudiler, Batı dediğimiz ama Rusya’yı da için alan dünyada iktidar alanı bulduklarında hilelerini bize yönelttiler ve tarihte ilk kez bizde bir dış güçle doğrudan bağlantılı münafık toplulukları oluşturdular.
Yahudiler, Batı’daki tecrübelerini kullanarak milliyetçiliği ve beşerî ideolojiler üzerinden Müslümanların çocuklarını devşirdiler. Bu çocuklar din değiştirmedi ki Müslüman halk, onları kafir bilip onlarla mücadele etsin. Üstelik bunlar, Müslüman halkın, hanedanlardan yana umutlarını kestikleri günlerde özgürlük savaşçısı ve Batı istilasının eşiği geçip evlerimize girdiği günlerde karşımıza kurtarıcı diye çıktılar. İşte bu münafık kurtarıcılar, peşlerine takılan Müslümanları tam bir hain olarak götürüp Batı uygarlığına teslim ettiler.
Bizim çağdaş esaretimiz ve bu esaretin rumuzu Kudüs’ün istilası böyle gerçekleşti.
Bizim bugün de Yahudi ile sorunumuz, bilinenin aksine bir fiziki güç sorunu değildir. Yahudi ulaştığı güce rağmen, bizim insan gücümüz dikkate alındığında biz ondan kat kat güçlüyüz. Nüfusumuz, Yahudinin küresel nüfuzuyla baş edebilecek kadar güçlüdür. Lâkin Yahudi, hileyi “bilimselleştirmiş” ve biz ferasetimizi, irfanımızı diri tutacak bir ilmi birikiminden yoksun kalmışız.
Yahudi, Washington’da Türkü nasıl esir ederim, derdinde iken Ankara’da Türk milliyetçisidir. Pentagon’da Kürdü İslam’la kazandığı itibardan uzaklaştırma derdinde iken Stockholm’de Kürtçülüğün sponsorudur. İstila altındaki Hayfa’da Arabı katletmek için katil yetiştirirken Dubai’de Arap milliyetçisidir.
Yahudi, Londra’nın bir fesat merkezinde Şii fanatiği, başka bir fesat merkezinde Sünniliği kurtarma planlayıcısıdır.
İmparatorluklar, bizi yüzyıllar boyu reayaya dönüştürüp saflaştırdılar ve Yahudi yüzyıllardır korkaklığını ve nüfus azlığını telafi edecek bir aldatma bilimi edindi. Biz, Medine’deki Müslüman olmaktan uzaklaşınca Yahudinin münafıklığı karşısında aciz kaldık.
Bütün mesele budur.