Tarihte nice tufanlar kopmuş ama insanlık, onlardan sadece Nuh Tufanı’nı konuşmakta, ondan dersler almaya çalışmaktadır.
Nuh Tufanı’nın bu kadar anlatılması, salt onun büyüklüğü ile ilgili değildir, mukaddes kitaplarda dile getirilmesi ve iman edenlerce hep sözünün edilmesidir.
Tarihî vakalar, çapları ne olursa olsun, fizikî kayda ya da hafızaların kaydına geçip sonrakilerin zihin ve kalbinde yer edinince dünyayı değiştirir.
Nice büyük tarihî vakalar vardır; lâkin anlatılanı olmadığı için ders alanı olmamış ve tarihe etkisi yaşandığı günle sınırlı kalmıştır.
Nice tarihî vaka vardır ki aslında fiziki yanıyla büyük değilse bile manevi büyüklüğü ve o büyüklüğün oluşturduğu şuur tarihin seyrine hep yön vermiştir.
Bedir Gazvesi’nde on binler katlolmamış ama gazvenin Kur’an-ı Kerim’de anlatılması ve Müslümanların Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in Siyer’inden aldıkları ders, Bedri her gün yaşanıyormuş gibi canlı tutmakta ve Bedir, insanlığa hep yön vermektedir.
22 Rebiüevvel 1445’te (7 Ekim 2023) yaşanan Tufanü’l-Aksâ, tarihin tam bir dönüm noktasında yer alır: İslam’ın üçüncü beş yüzyılının son yüzyılı ve Miladi üçüncü bin yılın başı…
İnsanlığın düşmanları, yapay bir tufan kopararak Miladi üçüncü bin yılı, insanlığın felaketine dönüştürmek istiyorlar. Yapay zekâ teknolojisi, pandemiler (salgın hastalıklar) başlatabilme kabiliyeti hatta iklim değişiklikleri… Tufan üzerine tufan kopararak insanlığı batırıp kendilerine tamamen kul bir insanlık oluşturma derdindeler.
Buna karşı Müslümanlar, İslam’ın üçüncü beş yüzyılının sonlarına yaklaşılırken insanlığı bu tufandan kurtarmak için can veriyorlar.
İşte bu büyük mücadelenin ana cephesi Mescid-i Aksâ’nın bulunduğu Arz-ı Mukaddes Filistin ve çevresidir.
ABD’nin siyonist köleleri Evanjelistler, Armegedoon dedikleri “Kıyamet Savaşı”nın çıkış ve mücadele noktası olarak Filistin’i bilirler. Buradan başlatılacak bir Kıyamet Savaşı’yla insanlığın seyrinin değişeceğine inanırlar.
Bu savaşın başlaması için her tür kötülüğü desteklemeyi mubah hatta sevap bilirler. Bunun için siyonizmin bütün kötülüklerini destekler, ona ortak olurlar.
ABD’nin eski başkanı Donald Trump’ın yardımcısı Mike Pence’in bizzat siyonizm işgali altındaki Arz-ı Mukaddes’e gelip bebek katledecek bombaları imzalamasını hatırlayın! Mike Pence işte o Armegedoonculardan sadece biridir.
Aksâ Tufanı, onların yapay tufanlarına karşı, başlatılan bir karşı tufandır, bir iyilik tufanıdır, bir kurtuluş tufanıdır.
Gazze’nin mücahidleri… Şeyh Ahmed Yasin’in Bedir kahramanları gibi yiğitleri… Muhammed ed-Dayf’ın, Yahya Sinvar’ın askerleri… Sadece istilacı siyonizme karşı mücadele etmiyorlar, aynı zamanda insanlığı yapay bir tufanla batırmaya çalışan insanlık düşmanlarına karşı da fiilen savaşıyorlar ve onları aylardır, aciz bırakıyorlar.
Aradan geçen bir yılda Müslümanlar mücahitleri desteklemekte zayıf da kalsa da Elhamdülillah, İslam batmadı, lâkin Batı’nın beş yüzyılı aşkındır inşa etmeye çalıştığı insaniyet imajı, insan hakları imajı battı.
İmaj yüzdür; yüz, kafada ve dışta yer alır. Yüzü dolayısıyla kafası batanın gövdesi iş görmez, bir süre çırpındıktan sonra boğulur gider. Lâkin üstten bastıran birileri yok ise çırpınan necis gövde bir süre daha denizleri kirletir.
Üstelik bu necis gövdeyi boğmak, sanıldığı kadar kolay değildir.
Öyleyse bu necis gövdeyi boğup insanlığı ondan kurtarmak nasıl olur? Mücahidlerin direnişi, yeni mücahidlerin yetişmesi ve bizim Müslümanları, insanlığı uyandırmamızla…
Tufan boyunca sosyal medya üzerinden kaba saba anlatımlar yapıldı, pek çok görsel de yayımlandı. Sanat namına ise karikatürde kaldık. Karikatür çok kıymetli ama o da nihayetinde görseldir ve insanlığın gözleri görsellik denizinde, su altında yüzen ördek gözleri gibidir.
Su, yaradılışındaki perde sayesinde ördeğin gözlerini etkilemediği gibi, görsellik çoğaldığında insanlığın gözleri de manen perdelenir, görsele alışır ve ondan etkilenmemeye başlar.
Biz anlatıcılar, sözün gücüne inanırsak söz, insanlığın en etkili anlatım aracıdır; diğer anlatımlar onun etkisini artıran yardımcılardır.
Görmek, etkiler ama duyguyu duymak değiştirir. Olması gereken ise görme ve duymanın çifte kanatlılığıdır.
Tufanü’l-Aksâ’da söze konu olacak, görüntü ile desteklenecek ne çok husus var!
Nasıl oldu da bir avuç genç, siyonizmin, milyonluk orduları bulunan Rus, Çin ve Hint’i ürküten, Alman’ı yerlere yatıran, Fransız’ı palyaçolara dönüştüren, Amerikalısını sahnedeki aptal gibi oynatan korkunçluğunun beynine kurşun sıktı? Onları nasıl bir iman, bu cesarete sevk etti?
Hangi büyük önderler, onlara böyle bir planlama kabiliyeti verdi?
Zihinleri nasıl bir fikriyatla bu yücelik makamını yakalayacak düşünceye erdi?
Tüneller… Evet tüneller… Onlara böyle tünellerde yaşama sabrını veren ne?
Hangi his, hangi zikir onları böyle mükemmelleştirdi?
Komutanların, köylerden gelen sıradan mücahidlerin hikâyeleri…
Büyük annelerin teşviki, annelerin, hanımların, kızkardeşlerin, halaların, teyzelerin kahramanlıkları, sabırları, anlatımları…
Hele hele, Şehid İsmail Heniye’nin hanımının cenazeyi karşılayış tarzı…
Mücahid doğurmaya aday gelinler, evlat emziren genç anneler… Yeni damatlar, taze babalar…
Şiir, hikâye, roman, tiyatro… Söz öyle bir etkiye ulaşmalı ki yeryüzünün her vicdan sahibi insanı, insanlığı yapay bir tufanda boğmak isteyen zalimlere karşı mücahid olmak için hayaller kursun, yollar arasın…
Sonra…
siyonizmin habis ruhu, onu gayrimeşru evladı Kıyametçi Evanjelizm… Onun uşağı masonluk… siyonizmin düşünsel, siyasi, askeri rezaletleri…
Hangi düşünce ve ruh hâliyle başkalarını evlerinden çıkıp onların evlerine yerleşiyor ve kahkahalarla poz veriyorlar?
Hangi ruh hâliyle işkence paylaşımları yapıyorlar?
Hangi ruh hâliyle kadınları, bebekleri öldürmeyi kahramanlık biliyorlar?
İyiliğin ve iyilerin romanı gibi vahşetin ve vahşilerin romanını da biz yazmalı, biz anlatmalıyız. Hem öyle bir yazmalı, öyle anlatmalıyız ki evlatları bir gece yarısı uyanıp elleriyle onları boğsun ve sabah vakti ben bir vahşiyi öldürdüm, diye iftihar etsin…
İşte o zaman Tufanü’l-Aksâ’ya bir nebze katkımız olur ve insanlığı kurtaran kahramanlar karşısında bir miktar olsun insanlık vazifemizi yapmış oluruz ve işte o zaman Rabbimiz tarafından belki affediliriz.