Belki de insan “insanı” tanıyana değin insanlık serüveni sona erecektir. İnsan aslında su gibidir. Bir yönüyle su gibi yaratılmıştır. Konulduğu kabın şeklini alır. Neredeyse girmediği şekil kalmamış gibi. Girdiği her kabın şeklini alınca da kabı ve eylemini en doğru yer görmeye başlıyor insan. O nedenle yeryüzünde karşılık bulmayan, taraftar edinmeyen hiçbir düşünce ve yapı yoktur. Uçuk kaçık ve sapık düşünceler de kendine alan bulabilmekte içine insan girebilmekte.
İnsan, şeklini aldığı düşüncenin tek doğru olduğunu ve diğerlerinin yanlış olduğuna inanır. Tabii akıl, ruh ve beden bütünlüğünü göz ardı edilince, insan bir şekil alsa da elbette aldığı şekil bütünüyle insan değildir. Bütünlüğü bozulmuş, dengesi dağılmıştır. Artık sıkıştırıldığı cendereleri bir maharet, sınırsızlıklarını da özgürlük sanmıştır.
Eğer gerçekten insanı Allah yaratmış ise -ki şek ve şüphe yoktur- o halde insanı en iyi tanıyanın Allah olması mutlak bir kanun olmalı ki öyledir. Yok inanmıyorsa insan, bilmem kaç katrilyon yıldan payına düşen ve toplamda zerre bile sayılmayan 70 yıl için bir şey yapmaya değmez.
Allah, insanın, beden, ruh ve aklının sınırlarını; ihtiyaçlarını en kötü ihtimalle ana hatlarıyla belirtmiş ve bildirmiştir. Ana sınırlara sadık kalmak şartıyla insana, üstüne koyma ve geliştirme imkânı vermiştir. Ruhu iman ile aklı Kur'an ile bedeni de ibadet/amel ile besleyip dengelemiştir. İman, akide ve amel üçlüsü tekamülün değişmez vazgeçilmez anahtarıdır. Bu üçlüden birinin zaafı veya eksikliği diğer iki haslette de çürüme ve sıradanlaşmayı meydana getirir.
İbadetler akla, kalbe ve bedene angaje icra edilmeli. Bunu yapabilmenin yolu da insanı bihakkin; yani yaratıcısının tanıdığı veçhi ile tanımaktan geçer. Yani ibadet; akla, bedene ve ruha hitap etmeli. Bunun için de insan, prangalarından ve ağırlıklarından kurtulup yalın bir bakış ile ibadeti değerlendirmeli, beden, akıl ve duygusu için bir haz aracına dönüştürmeli.
Oruçta sıhhat, namazda huzur, zekatta duygusal tatmin, hacda iman-ı yâkin vardır. Özellikle asrımızda dejenere olmuş insan psikolojisi ancak mutmain olma ile düzelir. Maddi tatmin geçicidir ve her seferinde ancak daha fazlasıyla tatmin gerçekleşir ki sonu yoktur. Ancak manevi tatmin hem çok az bir zahmet ile gerçekleşir hem de tatmin hali süreklilik arz eder. Bu manada oruç da diğer ibadetler gibi hayatı sıradanlıktan, tek düzelikten, monotonluktan kurtaran çok önemli bir eylemdir. Eylem diyorum zira oruç, gerçekten insan bedenine tesiri açısından büyük bir eylemdir ve her babayiğidin harcı değildir. Rutini bozan orucun mükafatını Allah kendi cömertliğine bırakmış ki bu insanı cûş u huruşa getiren bir mükafattır. Yani bu mükafatın Allah'ın cömertliği gibi haddi ve hesabı yoktur; ölçüsü ve sınırı yoktur.
Oruç, kefareti köle azat ettirecek kadar değerlidir. Oruç geçmiş tüm günahları silecek kadar paha biçilmezdir. Ramazan ayı, sıradanlaşmışlığın sıkıcılığını bozar. Her gün aynı şeyleri yapmaktan sıkılan insan, oruç ile uyuma, uyanma, yeme içme, okuma, konuşma, buluşma, ibadet, infak gibi bütün eylemlerinde değişikliğe gider. Yeni bir başlangıca hazırlık gibi hayata yeniden başlamanın psikolojisi oluşur insanda. Oruç çok büyük iş başarmanın hissini verir. Açtan anlama, varlıktan şımarmamayı öğretir oruç. Dayanmayı, direnmeyi öğrenir oruçlu. İşte bütün bunlar oruçlunun hem zihnini, hem kalbini, hem de bedenini besler. Bu yönüyle oruç komple bir ibadettir.
Orucu zevkli kılan şey orucu ve kabul şartlarını zorlaştıran zorlama yorumlar değildir elbet. Oruç tutmak bir başına zaten bir devrimdir. Kişinin devrimine halel getiren zorlama yorumlar ve dayatmalardan mutlaka ama mutlaka kaçınmalı ve her ramazan olduğu gibi kimi hocalarımızın ilimlerini boca ettikleri ve oruçluyu tuttuğuna pişman ettiği zorlaştırıcı söz ve eylemlerin uçuştuğu programlardan kaçınmalı ve bir son vermeli. Onları her dinlediğimde orucum gözümde değersizleşiyor. Kişinin bu iç devrimini büyütmek yerine “şunları şunları yapmazsan orucun boşa gider” manasına gelen dayatmalarda bulunmak Peygamber'i bir metot asla değildir. Bu okumuşlarımız sayesinde oruçlunun orucundan alacağı haz ve oluşturacağı psikolojik rahatlama, yerini daha büyük bozukluklara bırakmıştır.
Bu manada orucun toplumsal ve bireysel rehabilite aracı olduğu da mutlaka bilinmeli. Hele gençlerde ve çocuklarda orucun oluşturduğu duygu muzaffer bir komutanın duygusundan farklı değildir. Oruç iyilik duygusunu en çok besleyen ibadettir. İyilik yapma isteği ve pratiği de insanı en çok mutlu eden eylemdir. Dolayısıyla insanı en iyi tanıyan Allah, onu bazı ihtiyaçları ile ve bu ihtiyaçları doyurmaya müştak ve muhtaç yaratmış.
Çağın gelişmişliğine rağmen modern yaşam henüz aklı, kalbi ve bedeni ile senkronize oruç tutan birinin yaşadığı mutluluğu yakalayamamıştır. Bu, oruçlunun bu dünyada yaşadığı güzelliklerin yanında günahlarından arınma ve Allah'ın, kendi cömertliğine havale ettiği mükafatı ile birlikte yaşayacağı psikolojik rahatlığı hiçbir psikoloji ilmi ve rehabilitasyon merkezi veremez. Bize düşen şey, başta oruç olmak üzere ibadetlerimizin insan sağlığı ve toplumsal huzuru üzerindeki etkilerini modern dünyaya ısrarla, samimiyetle anlatmak ve taşımaktır
Orucu aklı, ruhu ve bedeniyle tutup mutlu onlardan olma dileğiyle…