Hattab’ın Oğlu Ömer
Ömer’in yaklaşıp kulak kabarttığı evden Kur’an tilaveti duyuluyordu. İmanlarını gizlemeye çalışan karı ve koca biraz sonra yaşayacaklardan habersiz bir şekilde verilen dersi öğrenmeye çalışıyorlardı. Muallimleri Habbab da öyle.
Ta-Ha diye başlayan ayetlerin akışı ile seslerinin yükseldiğinin farkına varmamışlardı. Kapıya dayanan Ömer, daha önce Kâbe’de dinlediği ayetlerin benzerlerini işitiyordu. İrkildi ve akabinde silkindi. Suratı değişti.
Büyük bir gümbürtü ile kapıya vurulan tekme sesleri duyuldu. Bir şeylerin yolunda gitmediği belliydi. Habbab hemen kuytu bir köşeye çekilip saklandı. Fatıma, Ta-Ha suresinin ilk ayetlerinin yazılı olduğu varakı, elbisesi içinde gizledi.
Hışımla içeri giren Ömer, bağırarak sorular sormaya başladı:
- İşittiğim o sesler neyin nesiydi? Ne okuyordunuz? Yoksa duyduğum şeyler doğru mu? Siz de mi dininizi terk edip Muhammed’e tabi oldunuz?
Evin sakinleri neye uğradıklarını şaşırmışlardı. İlk imtihanlarının eşiğindeydiler. Eniştesi Said bin Zeyd;
-Hak ve doğru olan, senin dininden başka bir din olsa da mı? diye sormasının akabinde, Ömer tarafından yumruklanmaya başlandı. Öyle ki Said yere düşmüş ve Ömer üzerine oturmuştu.
Fatıma’nın bir şeyler yapması gerekiyordu. Gayr-i ihtiyari olarak abisini tutup kocasına yardım etmeye çalıştı. Fakat Ömer’in hışmından o da nasibini aldı. Abisinin sinirle attığı tokatlar yüzünde patlamış ve yüzü gözü kan içinde kalmıştı. Ağlamaklı ama kararlı ve onurlu bir şekilde haykırdı Fatıma:
-Ömer! İstersen bizi öldür, parça parça et, biz Müslüman olduk, Muhammed’e ve Ona gelen vahye iman ettik. İmanın lezzetine vardık, bizi öldürsen de biz bu imanın zevkinden vazgeçmeyiz; istediğini yap, Allah’ın bir olduğuna ve bir ortağının olmadığına, Muhammed’in O’nun Resulü olduğuna şehadet ederiz.
Vakit tamamdı. Ömer için yapılan dualar tesirini göstermeye başlamıştı. Ayağa kalktı. Bacısına baktı. Bakışlarındaki kinin yerini pişmanlık ve şefkat almıştı. Bacısının yüzündeki kanlar az da olsa hala akıyordu. Eniştesi de ayağa kalkmıştı.
Sadece bakışları değildi değişen. Sesi de yumuşamış ve tonu düşmüştü:
-Neydi o okuduklarınız? Getirin ben de okumak istiyorum.
Ürkek ve tereddütlü tavırlarla Fatıma ellerini koynuna attı. Üzerinde Ta-Ha suresinin ilk ayetleri ile Tekvir Suresinin tamamının yazılı olduğu deri parçasını çıkardı. Ömer ellerini uzattı. Sahifeyi eline aldı. Ta-Ha diye başladı. Ayetleri okudukça vücudu hafifliyor, yüzü bir halden bir başka hale giriyordu. Sayfanın aşağısında Tekvir Suresi vardı:
1. Güneş katlanıp dürüldüğünde,
2. Yıldızlar (kararıp) döküldüğünde,
3. Dağlar (sallanıp) yürütüldüğünde,
4. Gebe develer salıverildiğinde,
5. Vahşî hayvanlar toplanıp bir araya getirildiğinde,
7. Ruhlar (bedenlerle) birleştirildiğinde,
8. Diri diri toprağa gömülen kıza, sorulduğunda,
9. "Hangi günah sebebiyle öldürüldü? diye.
10. (Amellerin yazılı olduğu) defterler açıldığında,
11. Gökyüzü sıyrılıp alındığında,
12. Cehennem tutuşturulduğunda,
13. Ve cennet yaklaştırıldığında,
14. Kişi neler getirdiğini öğrenmiş olacaktır.
Kâinatı alt üst eden ayetler böylece devam ediyordu. Odadakiler yepyeni bir Ömer’in doğduğunun farkına varmamışlardı. Bugüne kadar Müslümanlara dünyayı dar eden Ömer’in İslam’a girmesinin ihtimali zayıftı. Fakat o Ömer, bundan böyle Müslümanların değil müşriklerin başının belası olacaktı.
-Bunlar ne güzel sözler” diye mırıldandı.
Saklandığı yerden durumu fark eden Kur’an öğreticisi Habbab, hemen çıkıp Resulullah’ın kendisi için dua ettiğini, Ömer’in bu duaya mazhar olabileceği ümidini dile getirdi.
-Beni O’na götürünüz” diyebildi sadece.
Çünkü bedeni kendisine dar geliyordu artık.
-Erkam’ın evindedir dediler kendisine.
O’nu öldürmeye çıkan Ömer, O’nun ellerinde hayat bulabilmek üzere yola revan oldu.
Erkam’ın evinde bir telaş ve endişe vardı. Uzaktan Ömer’in geldiğini fark edenler, durumu birbirlerine, bu arada Resusullah’a iletmişlerdi. Hz. Hamza etrafa güven verici sesiyle;
-Bırakın gelsin, iyi bir niyetle gelmişse ne güzel, bu bizi sevindirir, ama kötü bir niyetle gelmişse onu kendi kılıcıyla öldürürüz, diyordu.
Resulullah;
-Kapıyı açın, diye emretti.
Kapı ardına kadar açıldı. Ağır adımlarla içeri girdi Ömer. Resulullah ayakta karşılamıştı O’nu. Yaklaştılar birbirlerine. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem);
-Yetmez mi Ömer? Yetmez mi bu taştan putlara tapındığınız? Ne zamana kadar bâtıl yolda devam edeceksiniz, Allah’ın Velid İbnu’l-Muğire hakkında alçaltıcı hükümler ve ayetler indirdiği gibi senin hakkında da indirmesini mi istiyorsun, söyle bakayım buraya neden geldin?
Ömer başını kaldırdı. İkili göz göze geldi. Ömer’in ne söyleyeceği heyecanla bekleniyordu. Tane tane konuştu:
-Ben Allah’tan başka ilah olmadığına, senin de O’nun Resulü olduğuna şehadet etmek ve sana indirilenlere iman etmek üzere geldim.
Tam tekbir atılacak zamandı. Nitekim oradakiler de öyle yaptı. Tekbir sesleri etrafı inletiyordu. Hâlbuki daha gizlilik devresindeydiler. Varsın gizlilik devresi olsun. Ömer gibi birisi Müslüman olmuştu. Artık eskisi gibi gizli kalmanın ehemmiyeti yoktu. Artık herkes ilahi daveti duymalıydı.
Zaten Ömer’in de öyle imanını gizlemeye niyeti yoktu. Kureyş’in en hızlı haber yayıcısı Cemil bir Ma’mer’i bulup Müslüman olduğunu söyledi. Ağzında bakla ıslanmayan bu şahıs, başladı yüksek sesle;
-Ömer dinini terk etti, sapıttı, Sabii oldu, diye haykırmaya. Ömer, arkasından;
-Hayır, vallahi yalan söylüyor, ben Sabii değil, Müslüman oldum, doğru yolu buldum, diyerek akabinde kelime-i tevhidi haykırıyordu.
Oradakiler Hz. Ömer’e saldırdılar. O da karşılık verdi. Yumruklar, tokatlar, tekmeler havada uçuşuyordu. Yoruldular, birbirlerinden vazgeçtiler. Ama Hz. Ömer’in bununla iktifa etmesi beklenemezdi. Vardı Ebu Cehil’in kapısına. Henüz O’nun olanlardan haberi yoktu:
-Gel yeğenim, ne yaptın bakalım?
-Sana isteğinden daha önemli bir haberim var.
-Seni dinliyorum.
-Biliyor musun? Ben Müslüman oldum. Allah’ın dinine girdim. Muhammed’e inenlere iman ettim.
-Hay senin ve getirdiğin haberin kahrolsun.
Ebu Cehil kapısını kapattı. Ömer’in birazcık olsun içi soğumuştu. Çünkü söylenmesi gereken yerlere söyleyeceklerini bir bir sıralamıştı.
Peygamber ona el-Faruk dedi. Çünkü onun Müslüman oluşu safları ayrıştırdı. Bazı kaynaklarda, bu lakabın veriliş nedeni şöyle açıklanır: “Ömer İslam’a girdikten sonra Peygambere giderek “Eğer davamızda haklıysak dinimizi böyle gizli yaşamamıza gerek yoktur.” demiş ve Kâbe’ye gidilmesini teklif etmişti. Böylece Müslümanlar, Hz. Peygamber’i aralarına alarak Kâbe’ye yürümüşlerdi.