İslam, tevhid ve vahdet dinidir. Tevhid, rab ve ilah noktasında Âlemlerin Rabbi olan Allah’ı bir bilme ve birlemedir. Vahdet ise BİR olan ALLAH’ın gücü ve kudreti karşısında yok, sıfır hükmünde olan her bir varlığın onun birliğine inanarak, dayanarak ve güvenerek O BİR’i sağına almasıdır.
Milyon sayıda sıfır(varlık), BİR’den yoksun olarak bir araya gelseler, çarpan etkisi oluştursalar, bölünmeye çalışsalar yine elde var SIFIR; ama her sıfır o BİR’i önüne almakla 10, 100, 1000, 10.000, 100.000 ve 1.000.000 kuvvetinde uzayıp gidiyor. Nicel olarak birbirinden ayrı ve kopuk 4, 1’in de toplam veya çarpım olarak 4’ten öteye bir gücü olmaz; ama bu 1’ler asıl BİR’in kuvvet ve kudretinin farkına varıp “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın...” (Al-i İmrân: 103) ayetindeki İlahi ferman doğrultusunda birlik, beraberlik ve kardeşlik sırrıyla sırt sırta verseler 1111 kuvvetinde oldukları ilmel yakin, hakk’el yakin ve ayne’l yakin gerçekliğindedir.
Allah’ın ipinden maksat Kur’an’dır, İslam’dır. Hz. Peygamber, Kur’an’ı, “Allah’ın gökyüzünden yeryüzüne sarkıtılmış ipidir.” diye tarif etmiştir (Müsned, III, 14, 17; İbn Kesîr, II, 73). Bu çerçevede Müslümanın vahdet, birlik, beraberlik, kardeşlik, velayet, yardımlaşma, tefrikaya düşmeme vazifesi en az ‘iman edip salih amel işleme’ vazifesi kadar değerli, önemli ve gereklidir. Bu gereklilik; Al-i İmrân 103, 105, 118; Enfal 46, Şûrâ 39, Saff 4, Bakara 27, Mâide 2, 55; Enfâl 72-73, Hucurât 9, 10, 13; Hûd 45-47, 49, Haşr 9, Tevbe 9. ayetler gibi çokça ayette açık bir şekilde beyan edilmiş. Peygamberin (Aleyhisselam) “Müminler, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer.” (Müslim, Birr, 66). Hadisi gibi çokça hadiste de bu birlik, beraberlik ve kardeşliği tefsir eden bir anlam kapsamıyla dile getirilmiştir.
Asr-ı Saadet döneminde bir, beraber olmanın, kardeşlik düsturuyla hareket etmenin gönülleri, safları diri ve dinamik tutacağı idrak edilmiş. 23 yıl gibi kısa sürede gelen maddi ve manevi kazanımlar, yürek ve belde fetihleri, fedakârlık ve adanmışlık örnekleri bu idrakin somut birer delili olmuştur.
Peygamberlik vazifesinin Hz. Muhammed’e (Aleyhisselam) tevdi edildiği ilk günden kutlu vefat gününe kadar karşımıza çıkan yüzlerce birlik ve beraberlik tablosu vardır. Hılfu’l Fudul, Dar’ul Erkam, Şi’b-i Ebi Talip’teki ambargo, Müslüman sayısı 40’ı bulunca el ele, kol kola tekbir sesleriyle Kâbe’ye yürüyüş, Akabe biatları, Ensar ve Muhacir Kardeşliği, Suffe Ashabı, Bedir’de ve birçok Gazve ve Seriyye’de gelen zafer, açık bir fetih olan Hudeybiye, Tebuk ve Mute Savaşları siyerden birlik ve beraberlik örnekleri olarak aklımıza ilk gelenlerdir.
Siyer, vahyin hayata tatbik edilme projesidir. Peygamberin (Aleyhisselam) yaşadığı günlerde hayata tatbik edilen nebevi hayat, önce ashabın yüreğinde kabule durmuş. İmanla teslimiyet duruşu sergileyen her bir sahabe, kardeşlik sırrıyla, birlik ve beraberliğin bereketiyle tarihe şan, insanlığa nişan ve Müminlere nur-u efşan olmuştur. O gün, “Fedake ebi ve ümmi” sırrıyla mücessemleşen birlik ve beraberlik sadakati, sadakat cesareti, cesaret de kazanılan kalpleri ve büyük zaferleri ortaya çıkarmıştır. Bugün de bu sır, önderlik ve örneklik kavranır ve uygulanırsa Müslümanların birlik ve beraberliği karşısında dayanacak küfür, karşı koyacak zulüm, direnecek şirk, tutunacak nifak kalmayacaktır.
“Birlikte rahmet, ayrılıkta azap var.” Nebevi düsturunu iyice özümseyen sahabe, Âlemlere rahmet Resulullah’ın örnekliği ile tarihe altın harflerle yazılan birlik ve beraberlik tablosu hediye etmiş. Biz de bize sunulan bu hediyelerden iki tanesini saflarımıza pekişme, kardeşliğimize vesile, birliğimize gerekçe, beraberliğimize delil, kurtuluşumuza reçete olması umuduyla paylaşalım ve hissemizce nasiplenelim:
“Medine’de Evs ve Hazrec kabilesi İslam’dan önce en ufak bir bahane veya az bir öfkeyle birbirleriyle sürekli çatışıyordu. İslam’ın beldelerine gelmesi ve kalplerine nüfuz etmesiyle kaynaşıp kardeş olmuş ve aralarındaki anlamsız kavgaya son vermişlerdi. Bir gün bu iki kabileden bir grup Müslüman, birbirleri ile sohbet ederken Ş’as b. Kays adındaki azılı bir münafık bunu görür ve bu kardeşlik manzarasından hoşlanmaz. Bunların arasını açmak ve onları yeniden kavgaya sürüklemek ister. Ve bir fesat planı devreye koyar. Bir Yahudi genci, ayarlar ve ona gidip birbirleriyle kardeşçe oturan ve dostça muhabbet eden Evs ve Hazrec’i eski kavgalı günlerini övücü/kışkırtıcı bir dille hatırlatarak onları tekrar kavgaya tutuşturmalarını ister. Yahudi genç, onun dediği şekilde hareket eder. İki kabile arasında daha önce yaşanan Buas harbinden söz açar ve eski yaraları deşer. Bunun üzerine Evs ve Hazrecli Müslümanlar, eski günlerini hatırlayarak galeyana gelir ve birbirlerine kırıcı sözler söylemeye başlar. Derken tartışma büyür. Her iki taraf, silahlarıyla birlikte Harre Meydanı’nda buluşmak üzere sözleşir. Sabırla ve aşkla örülen kardeşlik, bir iki cahili dürtüyle bozulmanın ve dağılmanın aşamasına gelir. Durum çok vahimdi. Din kardeşi olanlar, dostça sohbet edenler, maalesef bir İslam düşmanının tahriki ile tuzağa düşerler ve birbirlerinin kanını dökmek için karşı karşıya gelirler. Bu durumu haber alan Peygamber Efendimiz (Aleyhisselam) bir grup ashabı ile birlikte hemen olay yerine gelir ve onlara şöyle seslenir: “Ey Müslümanlar Topluluğu! Bu yaptığınız nedir? Allah sizi İslam ile hidayete erdirdikten ve sizi küfürden kurtarıp kardeş yaptıktan sonra yine küfre mi dönmek istiyorsunuz?” Peygamberimizin bu nasihati ile birden kendine gelen ve üzerlerine bulaşan cahiliye telkininden silkinen Evsli ve Hazreçli sahabeler, şeytanın oyununu bozar, düşmanın hilesini yere çarpar. Silahlarını atıp birbirleriyle kucaklaşırlar. (İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, II, 131-132. Thk. Nureddîn en-Nevfe. İkinci baskı, Beyrut, 2003.)”
“Hz. Peygamber (Aleyhisselam), Mescid-i Nebevi’nin inşaatını tamamladıktan sonra Muhacirler ile Ensar arasında ikişer ikişer kardeşlik tesis eder. Kendisi de Hz. Ali’yi kardeş edinir. Gerçekleştirilen bu projeye göre; kardeşler her türlü maddi-manevi yardımlaşmanın yanında, birbirlerine varis olacaklar, adam öldürenlerin diyetlerini, esir olanların fidyelerini ödeyecek ve Müslümanların aralarını düzeltme mükellefiyetlerini yerine getirecekler. Ensar, Muhacir kardeşlerini alıp evlerine götürürler. Peygamberimiz, Mekke’den gelen bir grup muhaciri Medineli Ensar’ın yanına yerleştirir. Ensar’dan olan Müslümanlar Peygamberimizden sahip oldukları arazilerinin yarısını kendilerinden alıp Mekkeli Müslümanlara vermesini isterler; fakat Allah Resulü ve Mekkeli muhacirler bunu kabul etmezler. Muhacirler, Ensar’dan olan kardeşlerine, mukabil bir teklifte bulunarak, kira akdi ile arazilerinizi bize kiralayın, derler. Böylece Mekkeli müşriklerin ve Medineli Yahudilerin Müslüman halk arasındaki fitne çıkarma çalışmaları da böylece engellenir. (Buharî, Kitâbu Menâkibi’l-Ensâr 3).”