Dünyevi büyük güçler, doruğa ulaştıklarında insanlık onlara boyun eğme eğilimine girer ve işte o an, buna “Hayır!” diyen bir irade belirir.
O irade ve o iradenin sesi mukaddestir. Bütün insanlık, ilk anda o ses karşısında hayrete düşse de hatta onu yadırgayıp akılsızlıkla itham etse de nihayetinde ona minnet duyar. O mukaddes sesi yaşatır, o mukaddes sesle zulme karşı kuvvet bulur, o mukaddes sesle yeni bir dünya umudu bulur ve yeni bir dünya inşa etmeye başlar.
İnsanlık, güç karşısında sıkışmış; ikiyüzlü, sahtekâr dindarlıklar yüzünden bunalmış, başlangıcı iyi, sonu zayıf kalkışmalarla umudunu yitirmiş iken bu mukaddes irade güce meydan okur, imanda ihlasa misal olup kılavuz ve azmiyle yolu aydınlatan, aydınlattıkça umut veren bir ışık olur.
Şeyh Ahmet Yasin, işte insanlık serüveninin bu mukaddes iradelerindendir. Bu mukaddes iradenin Arz-ı Mukaddes’te ortaya çıkması ise şaşılacak bir hâl değildir.
Birinci Dünya Savaşı’nda toprakları istila edildiğinde Araplar, Arabistan’ın coğrafi yapısı ve sosyolojisine bakıp bir kurtuluş savaşı başlatmaktan uzak durdular. Düşmanın aldatıcı vaatlerine inanmış gibi yapıp “Ne alırsak kâr!” modunda kaldılar. Dolayısıyla Arapların kurtuluş savaşı sonraki zamanlara kaldı.
Yüz yıl buyunca Araplar, kralların, emîrlerin ihanetine ve ulusal solun diktatörlerinin aldatıcı nutuklarına, zulümlerine maruz kaldılar. Lâkin net bir tercih yapmakta güçlük çektiler.
Bu, aslında bir kısmı veya tamamı göçebe olan herhâlde bütün toplumların bir güçlüğüdür. Göçebe yaşam tarzında özgürlük anlayışı sorunludur ve o anlayış, bağımsız bir devlete ulaşmayı, istilacı düşmanlarla güçlü bir mücadele vermeyi zorlaştırır. Zira göçebe; şartları kendisine uydurmaktansa yerini değiştirmeye yeltenir. Ondaki yer değiştirme eğilimi, bir toprak parçası için can vermeyi göze almasını engeller.
İstilaları kolaylaştıran bu eğilimin önüne geçecek etkenlerden biri, üzerinde bulunulan yurdun mukaddes olduğuna inanmaktır. Düşmanın uzmanları bunu biliyorlardı, ellerinde bilim denen ve başkalarının maharetini yutan bir sihir vardı. O sihir, onlara bunu anlatıyordu. Düşman, bu bağlamda Filistin’in gençlerini komünistleştirerek onları bir süre direnseler de neticede göçebe bir toplumun mensupları, mirasçıları ve paydaşları olarak Filistin’den uzaklaşamaya sevk edecek bir zihne yönlendirdi.
Nitekim siyonist düşman, içeride zulmediyor ve dışarının kapılarını ise sonuna kadar açık tutuyordu hatta muhtemelen diğer ülkelerin Filistinli göçmen kabul etmesi için onlarla gizli sözleşmeler yapıyordu. Nitekim Filistin göçmenleri Güney ve Kuzey Amerika’ya kolay yerleşebilirken oradaki Yahudiler de aynı kolaylıkta gelip Filistin’e yerleşiyorlardı. Filistinli göçmen olup yurtsuz kalırken siyonist, Filistin’e göç edip kendince bir yurt sahibi oluyordu. Filistinli, Filistin’den göçünce dünyanın diğer yurtlarında rahat yaşam koşullarına kavuşurken siyonist, Filistin’e yerleştiğinde bir tür dünya cennetine kavuşuyordu.
Bu yapı karşısında bir kurtuluş hareketi oluşturmak neredeyse imkânsızdı. Filistinlilerin yapabileceği her şey neredeyse tüketilmiş, israilin oluşumu ve kalıcılaşması için her imkân üretilmişti.
Şeyh Ahmet Yasin, işte böyle bir tükeniş ve üretim zıtlığı arasında tarihe karışmak üzere olan Filistin halkı için bir kurtuluş önderi, bir mukaddes irade, bir yüce ses olarak ortaya çıktı.
Şeyh, Arz-ı Mukaddes ile imanı yeniden buluşturdu; düşmanı görünce bir süre direnen sonra göçü seçen bir sosyolojinin içinden Arz-ı Mukaddes için sebat eden anneler, babalar, evlatlar, yiğitler yetiştirdi. Yahudinin çürümüş inancının karşısına Hz. Muhammed Mustafa salallahü aleyhi vesellem’in Hendek’teki kuşatmayı yarıp Hayber önlerine varan bir imanla çıktı.
Şeyh Ahmet Yasin, “Gevşemeyin, üzülmeyin, üstün gelecek olan sizsiniz!” (Âl-i İmrân, 139) İlâhi müjdesine kesin olarak iman etmişti.
O, madde sahibi değildi ve mananın, maddeden üstün olduğunun şuurundaydı; bilirdi ki güçlü bir mana kendi maddisini ürettir. Ama manasız bir madde, eninde sonunda tükenmeye mahkumdur.
Müslümanların istilacılara karşı mazereti, istilacıların imkânlarının büyüklüğü ve Müslümanların imkânlarının azlığıydı.
Şeyh Ahmed Yasin, asgari bir güce bile sahip değildi. Onun bedeni dahi ayakta durabilecek durumda değildi. Buna rağmen bir direniş hareketi oluşturmayı başardı.
O, bu başarısıyla Müslümanların elindeki mazereti aldı ve o, adeta siz “özürlü” bile olsanız mazur olamazsınız. Zira bu dava, imkânlar koşuluna bırakılacak bir dava değil, her hâlükârda sahiplenilmesi gereken bir dava, dedi.
Şeyh Ahmet Yasin, bu başarısı ile aynı zamanda çağın tağutlarının artık dünyanın mutlak hâkimi oldukları iddiasını da yerle yeksan eyledi.
O, tağutlara insanın asla imkânlara mahkûm olmadığını her hâlükârda bir çıkış yapabilecek kabiliyette yaratıldığını bir kez daha duyurdu. Tağutlar, ne kadar güçlü olursa olsun, onlara rahat bir uyku yok. Onlar için “tarihin sonu”, insanlığın onlara karşı direnişinin sonudur. Şeyh Ahmed Yasin irade, azim ve direnişiyle tağutlara o son asla gelmeyecek, demiş oldu.
Şeyh Ahmed Yasin, irade azim ve direnişiyle bütün dünya Müslümanlarına direniş sorumluluğu yükledi. Felçli bir adam, yerinden edilmiş bir insan, Filistin’de kuşatılmış bir insan… Siyonizmi aciz bırakacak bir hareket oluşturabiliyorsa başkaları neler yapabilir?
Mazeret yok! Bundan sonra herkes onun irade, azim ve direnişine bakarak “Ben, ne yapabilirim?” diye sormakla mükelleftir.
Bu bağlamda, galiba önümüzdeki dönemde biz Arap Yarımadası’nda gecikmiş de olsa bir kurtuluş mücadelesine tanıklık edeceğiz.
Emperyalizm, önceki asırda Arap Yarımadası’nı istila etti ve görünürde yerli vekillerin yönetimine bıraktı. Bugün karşısında Şeyh Ahmed Yasin’in irade, azim ve direnişi olmazsa orada durmaya razı değil.
Dünün Arap Yarımadası, sadece petrol zenginiydi. Oysa bugün Dubai gibi şehirlerle büyük ticaret merkezlerine ve emlake sahip. Aç gözlü siyonist, bunu görüyor ve artık bu büyük zenginliğe sahip olmak istiyor. Dolayısıyla bugün Filistin’i istila eden bir düşman yarın Ürdün’ü, bir sonraki gün Suudi’yi ve sonraki gün Katar, BAE ve Bahreyn’i istila eder.
Endülüs misali, buraların halkları “Şimdi eğlenme zamanı!” deseler de düşman onları bir gece ansızın yakalayacak ve bütün hayatları boyunca yaptıkları eğlenceyi üç dakikada unutturacak acıları onlara yaşatacaktır.
Şeyh Ahmed Yasin, düşmanın bu niyetine karşı Arap İslam aleminin şimdiden istiklal önderi, kurtuluş kılavuzudur.
Araplar, eninde sonunda başlarındaki hainlerden vazgeçecek ve onun mukaddes iradesine sarılacaklardır.
Kendileri için başka çıkış yolu yok. Aynı durum dünya Müslümanları hatta bütün insanlık için de geçerlidir.
Allah, ona ve bütün şühedaya rahmet eylesin…