İçinde bulunduğumuz toplum; bugün derin bir bunalım, hızlı bir çöküş ve çürüyüş, her sahada «hiç»liğe doğru bir ilerleyiş içinde... Hiç şüphesiz bu, toplum olarak Vahiy nizamında “irtidâd”ımızla sıkı sıkıya bağlıdır. Bir zamanlar dünyanın en büyük medeniyetine sahip olan toplumumuz, bugün küllenmiş ateş misali, insanlığı aydınlatıcılığından çok çok uzaklarda... O kadar ki, aşk ateşiyle kıvranan inanmış kalp, selîm akıl, bu halimizi teşhir masasında bir bıçakla kesmişcesine incelerse şunları görmesi işten değil:
Bir zamanlar toplumumuzun fertleri birbirine karşı gerçek bir samimilik, derin bir güven, sarsılmaz bir bağlılık, şaşmaz bir doğruluk duyarlardı; şimdi, bunların kırıntısını görmek, ancak büyük bir araştırıcı, inceleyici cehdle mümkündür. Bu hal, beyaz bir kâğıt üzerinde siyah bir noktanın görülüşü gibi bariz bir biçimde kendini göstermekte...
İlim ve irfânın müesseseleştiricisi olması gereken üniversite; sahte «prof.»ların, yabancı-deccalsı ideolojilerin yerli temsilcisi Batı mukallidlerinin tepinme ve enjekte sahası, öz inancımızın, edebiyat ve tarihimizin, sanat ve kültürümüzün yok edici müessesesi, unutturucu ve uyuşturucu kuruluşu haline dönmüş durumda...
En büyük «adâlet cinâyetleri» yine âdâlet namına hayâsızca, güya ilim irfân sahibi(!) sahte aydınlarca işlenmekte...
Öz medeniyetimize ihanet; vatanseverlik, öz edebiyatımız; “gericilik timsâli”, ilâhî fikirler manzûmesi; “çöl kanunu” kabul edilmekte...
Değer hükümlerinin tümü iflâs etmiş, toplumda Hakk ve hakikat ölçüsü namına hiçbir şey kalmamış; Batı'nın kuyrukçuluğunu yapan, ordan gelen her şeyi, en güzel ve en doğru sayarak, ızdıraplarla sürüklenişe ve sürüleşmeye kapılmış; dışa karşı “dış”ın istediği gibi davranmayı, yaptığını yapmayı, karşı çıktığına karşı çıkmayı devletinin “politika”sı olarak benimsemiş durumda...
Zulmün en büyüğünü (şirk) yapanla, adâletin en yücesine içten bağlananı aynı sıralarda, Batı'dan aktarılan, en küçük bir ilmî haysiyetten doğan bir araştırıcılık şevki gösterilmeden olduğu gibi kopya edilmiş “bilgiler âşuresi”ni öğrenmekte... Böylelikle beyinler yıkanmaya çalışılmakta, toplum bütünüyle “kopya toplum” derecesine düşürülmekte...
Hâkimi(!) verdiği hükmün doğruluğuna, avukatı savunduğunun suçsuzluğuna, savcısı iddiasının isabetliliğine inanmaz. Ama yine de hüküm verilir, suçlu savunulur, suç isnad, suçsuzluk iddia edilir; böyleyken en küçük bir vicdan azabı duyulmaz, yapılanlara da Hak ve hukukun yerine getirilişi(!) denir...
Basında hak ve hakikati haykıranların en kısa cümlesi 163[1] gibi bir zulüm maddesiyle prangaya vurulur; Batı ve Batı'nın saçmalıklarının sistemleştirilmişi ideolojilere perçinlenmiş paçavra gazeteler gırla satılır; hayâ denen yüce mefhumdan en ufak bir payı olan birini bile utancından yerin dibine geçirecek derecede iğrenç ve sefil resimler boy boy sergilenir; tabii bu arada “toplumda seksüel eğitim ve öğretimin devletçe müesseseleştirmesi gereklidir” yaftasının taşınması da unutulmaz
Erkeği, blucini ayağından eksiltmez; kadını en mahrem yerlerini «uygarlık» diyerek teşhir eder; çocuğu baba ve annesini biricik nümune kabul etme mecburiyetinde bırakılarak, hayâsızlık silsilesi devam ettirilir; namussuzluk, daha küçük yaşlarda “soyluluk” etiketiyle sistemli derslerle öğretilir; diğer taraftan bu “çağcıl yaşam”a kendini kaptırmayanlar, kaptıranlarca “gerici” damgasıyla damgalanır, öyle ilân edilir.
Kahramanlık denen yüce mefhumun eşiğine bile varamamış, varamayacak sahte kahramanlar oluşturulur; madde putlarıyla, “Betonlararası» putçuluk beyinlere zerkedilir; devlet kademeleri rüşvet ve iltimas karargâhları haline getirilir; rütbeler istismar ediş ve edilişin, kazık atış ve atılışın vesilesi kabul eylenir...
Mantık hafakânlı düşünüşlerin sistemleştirilişi; ilim, menfaat sahası; sanat, fikirde ve fiilde “dalkavukluk aracı”; edebiyat, “edepsizlik panayırı” ve yeteneksiz cahillerin deneme ve diriliş sahası olarak sergilenir...
Toplum, bütün dış-toplumlarca, üvey annenin üvey oğluna revâ gördüğü muamelesinden daha katı bir tutumla hor görülmekte, küçümsenmekte aşağılanmakta, ama yine de “yerli kuyrukçular” yabancı köpeklere yaltaklanmayı unutmamakta...
Kalbinde inancının kırıntısı kalmış olan fertleri; şaşkınlık ve hayranlığın aptalca ve yüksekçesi, nefislerinin en canhıraş feryadıyla sarmakta; saçma gururlar uğruna yüce kişi ve bilginlere en katı ve kaba şekilde saldırılmakta; her fırsatta alçak-gönüllülüğün köküne kibrit suyu dökmüşçesine, kalpler “ûcb”un işgâl ve iğfal sahası haline getirilip gönüller “kibrin” kara bulutları altında karaltılmakta, köreltilmekte ve alabildiğine paslandırılmakta..
Fikir sefâletinin en müthişcesine yakalanmışlarca oluşturulan ezmenin ve kinin, yakma ve yıkmanın ideolojileri, kurtuluş reçeteleri halinde, kimi zaman sağcılık örtüsüyle kamufle edilerek; kimi zaman da sol ve solculuk ziftiyle kaplanarak sunulmakta...
“İyi”, “güzel” ve “doğru” diye ne kadar ulvî mefhum varsa tümü ders kitaplarından silinmiş, bunlara zıt “kavram”ların tümü aynı yerlere dercedilmiş öğretme değil öğrenme, eğitme değil eğitilme liyâkatinden bile mahrum onlarca saf ve berrak zihinlere aşılanmakta...
Sinemalar, fuhşun en âlenice yapılanını gözler önüne seren, seksin ve/seviyesizliğin “öğretmeni”, kıvranıp kıvrılmanın “eğitmeni”; tiyatrolar, sinemada, perde üzerinde hayallerin oynatılışının en süflîcesini sahnede müşahhaslatırıcı, Batı'nın “yok etme politikası”nın vasıtaları olmuş durumda...
Aydın, kuru ve sığ bilgilerin ezberci zavallısı, zihnen hadım edilmişi, Batı’ya “adaptasyon”un şahsiyetsizce kapılarını en güzdiyle(!) heykelleştirmekte; böylelerce oluşturulmuş sözde “aydınlar sürüsü”, halk namına halkın her şeyinin hırsızı sıfatıyla, gittikçe çoğalmakta...
Toplumda fertler; sahteyi hakiki, yalan ve yanlışı doğru, akı kara, çürüğü sağlam, kofu kavi görecek kadar ilim ve irfân yoksunu olarak, cehâletin en derecesine inmiş; huzursuzluğu refah, rahatsızlığı zevk, nasihatçileri aldatıcılar, hak ve hakikat yolcularını gerici ve yobazlar, düşmanını dost, tefeciyi yardımcı olarak görmekte...
Hemen hemen herkes; inancından uzaklaştığı nisbette huzur bulacağını neden bir deli, “Allah yakını”nı camilerin süpürgecisi gören, saçma bir şaşkınlık “halet-i ruhiyye”sini ve buhranını yaşamakta...
Olabilecek olanın en korkunç derecede olanını yaşıyan mevcut toplumda vazifesinin şuuruna varmış, davasını müdrik olanlar!..
Sizler, “ne yapıyorsunuz?”
“Neyle uğraşıyorsunuz?”,
“Nasıl, neyle, kimlerle kurtulacaksınız?”...
Ya diğer şuursuzlar!...
Davasını idrâkten yoksun Müslümanlar!
Artık şu hitapların muhatabı olamayacak mısınız?
Olmayacak mısınız?
Sen, Müslüman!
Asırlar boyu insanlığın gerçek mutluluk meşalesini elinde taşıyan, onunla gönülleri aydınlatan, ruhları dirilten, akılları pırıldatan sen, öz inancından, ayrılmakta, uzaklaşmakta toplumun içine düştüğü ızdırap ve kölelik uçurumundan çıkışının, esâretten kurtuluşunun, deccalsı ideolojilerce olamayacağını, olmadığını, düşünen kafanın, gören gözün, işiten kulağın, düşündüğünü, gördüğünü, işittiğini anla artık!
Sen, Müslüman!
Öldü sanılan, aslında korun külle kaplanışı gibi örtülen medeniyetin yeniden ışıldamasını, pırıldamasını sağlamanın; “eskimez yeni” yeniden, ufukta görülen yeni devirde hayata hâkimiyetinin; toplumun bütün müesseselerinin yeniden inşâsının ve ihyâsının yolu ve yordamının, topyekûn oluşun, yüzü suyu hürmetine yaratılanın tatbik ve takip etmiş olduğu “Sünnet-i Seniyye” olduğunu öğren artık!
Sen, Müslüman!
Bir zamanlar hayata hâkim olan İslâm'ın neden bu hakimiyetinin kalktığını, sebeplerinin neler olduğunu, Batı'nın şahsında bütünüyle küfrün tarih boyunca nasıl olduğunu, senin içine nasıl girdiğini, tarihin gerçek kalemlerinden, öz kültüründen, kendi düşünürlerinden, “zehirle pişmiş aşı” yemeye koşanın aşk ve vecdine eş bir aşk ve vecd ile araştır artık!.
Sen, Müslüman!
Bütünüyle toplumun içine düştüğü buhranın reçetesi olarak, Batı’dan uzatılanın sunuculuğunu yapan sahte aydınların ne olduğunu, neyi sunduğunu, sunulanın neden tabiatımıza uymadığını, ilk önce mutlak doğrular ve ölçüler fikriyâtı İslâm'ı, öğrendikten sonra, dönüp didik didik edercesine incele; bütün foyalarını ortaya dök; içyüzlerini apaçık göster artık!..
Sen, Müslüman!
Bütün ruhların potanda erimesi ve yeniden İslâm'a göre şekillenmesini istiyorsan bu ameliyenin tarih boyunca, gönül öncülerince nasıl yapıldığını bilmelisin artık!.
Sen, Müslüman!
Her daim hak ve hakikate olan inancını tazelerken, tazeleyiş şeklini, aşk dersini Mevlâna’dan; gizli araştırıcı ve bildiricisi Muhyiddin-i Arabî'den sırlar mebdeini; aşk yolunun yolcularının şuur ve bilgisini, hal ve hareketini, tavır ve edâlarını, tedbir ve tevekküllerini İmam-ı Rabbanî'den; İlâhî “şeriat tablosunun ressamları” İmam-ı Azam, İmam-ı Şafiî, İmam-ı Mâlik, İmam-ı Hanbel ve daha bilmem binlercesiyle fıkıh ve kalp âlimlerinden İslâmî ilimlere yaklaşma usulünü öğrenebileceğini anla artık!..
[1] Bu madde 12 Nisan 1991'de yürürlükten kaldırıldı. Yürürlükte olduğu müddet içinde “devletin temel nizamını İslâm'a uydurmak” suçlamasıyla dini hassasiyeti olan birçok kimsenin zindana girmesine sebep oldu. Yazar da 15 Nisan 1978 tarihli 'Bu Böyle Biline' başlıklı yazısından dolayı; bu maddeden Çanakkale cezevine atıldı. Cezaevinin zorba gardiyanları tarafından, işkenceyle, 23 Ekim 1985 Çarşamba günü şehid edildi.