İlahi! Ölüm ve yaşam savaşında, seninle buluşma anında yalnız olmak istiyorum.
Aşk ve aşığın imtihan edildiği âlem sahnesinde, sadece senin bana şahit olmanı arzuluyorum. Sadece sen, benim aşk kurbangahındaki gösterimi seyret.
Savaş borusu çaldığı yerde…
İnsanların kelebekler gibi kendilerini ateşe attığı ve korkusuzca ölüme daldıkları yerde…
Şan, isim, nişan, mal ve hayatın peşinde koşanların görülmediği yerde…
Maslahatın, menfaatin, hayatın ve bencilliğin taksim edilmediği yerde…
Orası ölme yeridir.
Şeref ve fedakârlık yeridir.
Candan geçme yeridir.
Bu dünyada keder ve acıdan başka bir şey istemeyenler, cihad ve fedakârlıktan başka işi olmayanlar, gözyaşı ve kandan başka bir kar elde etmeyenler, aşk ateşiyle yanıp dağlanmaktan başka bir pay istemeyenler ve rabbi ile buluşmaktan başka bir hedefi olmayanlar…
İşte onlar savaşın tehlikeli keşmekeşinde mutludurlar.
Bedenlerinde dünyalık lezzet namına bir şey yok.
Kendilerini kelebekler gibi ateşe atıyorlar.
Ve hiçbir şeyden korkmuyorlar.
Evet, cenk borusunun nağmesi ne güzeldir.
Şehadet nağmesi, kurban olmanın nağmesi, koyu topraktan ruhun semasına ve ebediyete hicretin nağmesi, miracın nağmesi, kurtuluş nağmesi, zaferin nağmesi, aşk ve vuslatın nağmesi…
Ey hayat sana veda ediyorum.
Bütün güzelliklerine, bütün güç ve zorbalıklarına, bütün dağlarına, bütün göklerine, bütün deryalarına, bütün çöllerine ve bütün varlığına veda ediyorum.
Yanmış ve kederle yoğrulmuş bir kalple rabbime gidiyorum.
Her şeye gözümü kapatıyorum.