“Ey İnananlar! Sabredin, düşmanlarınızdan daha sabırlı olun, cihada hazır bulunun, Allah'a karşı gelmekten sakının ki başarıya erişebilesiniz.” (Al-i İmran: 200)
Ebû İbrahim Abdullah bin Ebû Evfâ (radıyallahu anhümâ)’dan rivayet edilmiştir. Dedi ki: Düşmanla karşılaştığı gazalardan birinde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) güneş tepe noktasından batıya doğru meyledinceye kadar bekledi, sonra kalktı ve şöyle buyurdu: “Ey Müslümanlar! Düşmanla karşılaşmayı arzu etmeyiniz; Allahtan âfiyet dileyiniz. Fakat düşmanla karşılaşınca da sabrediniz ve biliniz ki, cennet kılıçların gölgesi altındadır.” Sonra da şöyle dua etti: “Ey kitab’ı (Kur’an’ı) indiren, bulutları gökyüzünde gezdiren ve düşman saflarını darmadağın eden Allah’ım, şu düşmanı hezimete uğrat ve bizi onlara karşı muzaffer kıl!” (Buhârî, Cihâd 112; Müslim, Cihâd 20)
Düşmanla karşılaşmayı temenni etmek, savaşı arzulamak anlamına gelir. Oysa savaş zaruret halinde ve kaçınılması mümkün olmayan durumlarda başvurulan bir olaydır. Düşmanla karşılaşmayı temenni etmenin bir başka sebebi de gücüne ve kuvvetine aşırı güvenmektir. Oysa bu dinimizde hoş görülmeyen bir haslettir. Bir başka açıdan bakılınca düşmanı hafife alıp hiçe saymak anlamına gelir. Bu ise ihtiyat hâli ve tedbiri elden bırakmama prensibine aykırıdır. Nitekim Huneyn Gazvesinde Müslümanlara kendini beğenme ve böbürlenme duygusu hâkim olmuştu. Bu durum onların savaşın başında bozguna uğramalarına sebep oldu. Sonradan kendilerine geldiler, bu sayede Allah’ın yardımı onlara yetişti ve büyük bir hezimetten kurtuldular. Bundan alınacak ders şu idi: Mü’minler, bugünün tabiriyle en teknik ve modern silahlara ve üstün vurucu gücü bulunan ordulara da sahip olsalar, kendi güç ve kuvvetlerine değil, daima Allah'a güvenmelidir. Çünkü O’nun gücü karşısında durup tutunacak bir başka güç olamaz.
Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem)’in buyurduğu gibi asıl yapılması gereken şey, Allah’tan âfiyet dilemektir. Ancak, kendi iradesi dışında düşmanla karşılaşan Mü’min, Müslümana yakışan bir tavır sergileyerek sabredecektir. Kararlı bir tarzda düşmanın karşısında metin bir kale gibi duracaktır. Zira cennete giden yollardan biri de cihaddır ve “Cennet kılıçların gölgesi altındadır”. Savaşın sıkıntılarına ve acılarına sabretmek hem zaferi hem de Allah rızasını kazandırır.
“Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele” (Bakara: 155) “And olsun ki sizi, içinizden cihad edenleri ve sabredenleri meydana çıkarana ve haberlerinizi açıklayana kadar deneyeceğiz.” (Muhammed: 31) “Muhakkak sabredenlerin mükafatı hesapsız verilecektir.” (Zumer: 10)
Sabır direniştir. Sabır, İslam’ın en önemli disiplinlerinden biridir. Savaşın en temel esası ve zafere ulaşmanın şartı sabırdır. “Sabır aydınlıktır.” (Müslim) Kur’ân-ı Kerîm’in şu âyetleri savaş âdâbını ihtivâ etmesi açısından bizim iyice düşünmemiz gereken yüce hikmetler ihtivâ eder:
“Ey iman edenler! Herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok anın ki başarıya erişesiniz. Allah ve Resûlüne itaat edin; birbirinizle çekişmeyin, sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir. Çalım satmak, insanlara gösteriş yapmak ve insanları Allah'ın yolundan alıkoymak için yurtlarından çıkan kâfirler gibi olmayın. Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır” (Enfâl sûresi: 45-47).
“Ey İnananlar! (Savaş için ilerlerken), inkâr edenlerle toplu halde karşılaştığınızda onlara arkanızı dönmeyin. Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilmek veya bir başka topluluğa katılmak maksadı dışında, o gün arkasını düşmana dönen kimse Allah’tan bir gazaba uğramış olur. Onun varacağı yer cehennemdir. Ne kötü bir dönüştür!” (Enfal: 15-16)
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): “Helak edici yedi şeyden uzak durun!” buyurmuş ve bunları sayarken devamında “..ve savaş meydanından kaçmak” buyurmuştur. (Buharî: Hudud 6857, Müslim: İman 145)
Ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler düşmanla savaşta ve düşmanla karşılaşıldığında direniş göstermeyi, sebır ve sebatı açık ve net bir şekilde emretmektedirler.
O halde düşmana hücûm edileceği zaman cepheden kaçmak, düşmandan yana tavır almak anlamına geldiği için hem en büyük günah hem de kişinin önce kendi can güvenliğini sonra arkasındaki Müslüman toplumunun hayatını tehlikeye atması demektir. Harb taktiği gereği olmayan kaçışlar aslâ affedilmez.
Hayatımızın her alanında sabra ihtiyacımız varsa da Allah yolunda cihad, sabrın en çok gerektiği yerdir. Çünkü dünyada elde edilen zaferi, nefisle mücâhedeyi ve âhirette cenneti kazanma alanı cihad meydanıdır. Bu sebeple Resûl-i Ekrem Efendimiz, cennetin kılıçların gölgesi altında olduğunu burada bir kere daha hatırlatmışlardır.
“Andolsun ki o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, o müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş, onlara güven duygusu vermiş ve onları pek yakın bir fetihle ödüllendirmiştir.” (Feth: 18)
Ayetin işaret ettiği biat, Hudeybiye’de “Semure” ağacının altında yapılan “Rıdvan biatı’dır. 1400 sahabi, Kureyş’e karşı ölünceye kadar savaşacaklarına yemin etmişlerdi. Zira savaş dışında bir çareleri kalmamıştı.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hadis-i şerifin sonundaki dua ile belâya, musibete ve düşmana karşı sabretmekte duanın büyük bir yardımcı olduğunu öğretmiştir. Nitekim yukarıda meâlini verdiğimiz âyette de “Düşmanla karşılaşırsanız sebat edin ve Allah’ı çok anın ki başarıya ulaşasınız” buyurulmuş, sabır ile Allah’ı anmak ve O’na yalvarmak arasında sıkı bir bağın bulunduğuna dikkat çekilmiştir. Dua da mü'minin en önemli silahıdır. Çünkü dua, Allah'ı davet edip hâlini ona arzetmek ve yardımını niyâz etmektir. İnsan, her zaman Allah'a muhtaçtır ve her insanın duaya ihtiyacı vardır. Fakat cihad gibi bir can pazarında dua daha çok önem kazanır.
Allah’ım bizlere, İslam ümmetine ve bahusus Müslüman liderlere cihad ruhunu, düşmana karşı direniş, sabır ve sebat gücünü nasib eyle!... Amin!...