Yine bu aileye ilk etapta Zeyd bin Harise (Radiyallahu Anh), daha sonra da Hz. Ali’nin (Radiyallahu Anh) katıldığından bahsetmiştik. Ayrıca erkek olarak Resulullah’ın (SalallahuAleyhi ve Sellem) iki oğlu, Kasım ve Abdullah hakkında kısaca bilgi vermiştik.
Yine Hz. Peygamber’in erkek çocuklarının yaşamadığından bahisle, Âs bin Vâil ve diğer Mekkeli müşriklerin bu durumu dedikodu malzemesi yaptıklarını ve o güzel insana“Ebter” yakıştırmasında bulunduklarını söylemiştik.
Dediğimiz gibi o bir Peygamberdi ve Allah’ın muradı gereği erkek çocukları yaşamıyordu. Çünkü ileriki dönemlerde Peygamberliğin babadan oğula geçebileceği gibi bir düşünce hasıl olabilirdi. Ya da bu soydan gelenlere aslı astarı olmayan birtakım vasıflar yakıştırılabilirdi. Nitekim Peygamberimizin çok sonraları Medine’de doğan oğlu İbrahim de küçük yaşta vefat edecekti.
Ancak kızları yaşadı Resulullah (Salallahu Aleyhi ve Sellem) ve Hz. Hatice (Radiyallahu Anha)çiftinin. Birinci kızlarına Zeynep dediler. O, ailenin büyüğü, annesinin yardımcısı idi. Evlenecek yaşa geldiğinde Hz. Hatice’nin (Radiyallahu Anha) kız kardeşi Hale’nin oğlu Ebu’l-Assile evlendi. Karı koca birbirlerini seviyorlardı. Ama bir süre sonra bir sorun belirdi evde. Hz. Zeynep (Radiyallahu Anha) Müslüman olmakla birlikte, Ebu’l-Ass İslam’a girmiyordu.
Aslında şerefli, namuslu, onurlu, dürüst bir insandı. İslam’a karşı bir düşmanlığı da yoktu. Ama eşinin ısrarlarına rağmen Müslüman olmuyordu. İslam’ı kabullenmeyişi Hz. Zeynep’i (Radiyallahu Anha) üzüyor ve belirli bir süre sonra zorunlu bir ayrılığa sebebiyet teşkil ediyordu.
Çünkü Ebu’l-Ass Mekkeli müşrikler ile birlikte Bedir Savaşına katılmıştı. Bu savaşta Müslümanlara esir düştü. Zeynep (Radiyallahu Anha) eşinin kurtulmalık akçesi olarak, annesinin düğün gecesi taktığı gerdanlığı göndermişti. Mekke’den gelen kurtulmalıklar arasında eşinin gerdanlığını gören Peygamber, ağlamaklı bir hal aldı. Sonuçta Ebu’l-Ass serbest kalmakla birlikte, şart olarak kendisinden Zeynep’i (Radiyallahu Anha) Medine’ye gönderilmesi istendi.
Medine’den bazı muhacirler Zeynep’i (Radiyallahu Anha) teslim almak üzere Mekke’nin yakınına kadar geldiler. Kocası onu baba evine, Medine’ye göndermek üzere deveye bindirdi.Fakat müşrikler tarafından ürkütülen devenin üstündeki Zeynep (Radiyallahu Anha) yere düştü. Hamile olan Zeynep (Radiyallahu Anha), bu olay sonucu düşük yaptı. Babasının yanına vardı ama hasta idi. Sonradan kocası Müslüman oldu, ama Zeynep (Radiyallahu Anha) bu hastalığın etkisinden kurtulmadı ve vefat etti.
Resulullah’ın (Salallahu Aleyhi ve Sellem) diğer iki kızı, yani Rukiyye ve Ümmü Gülsüm amcaları EbûLeheb’ın oğuları ile nişanlanmışlardı. Ebû Leheb ailesi, düşmanlıkta o kadar ileri gittiler ki bu nişanı bozdular. Bir baba için bu durum elbette ağırdı. Ebû Leheb’in oğlu Uteybe, Hz. Ümmü Gülsüm ile Utbede Hz. Rukiyye ile nişanlanmıştılar. Ebû Leheb ve Ümmü Cemil çocuklarını karşılarına alarak; “Hemen nişanlarını atın” dediler. İkisi de nişanları attılar.
Bunlardan Uteybe Resulullah’a (Salallahu Aleyhi ve Sellem) gelerek; “Ben senin dinine inanmıyorum. Kızından da ayrılıyorum.” dedikten sonra o aziz insanın yüzüne tükürdü. Uteybe bu hareketinden sonra ticaret için Şam taraflarına gitti. Bir gece çadırında uyurken bir hayvan gelip, onu parçaladı. Böylece feci bir şekilde can verdi.
Ümmü Cemil, Benî Ümeyye’den idi. Nişanın bozulduğunu duyan Hz. Osman (Radiyallahu Anh), aynı aileden biri olarak Rukiyye’ye (Radiyallahu Anha) talip oldu. Nitekim bu izdivaç gerçekleşti. Karı koca Müslüman olduklarından Kureyş’in baskıları nedeniyle birlikte Habeşistan hicretine katıldılar. Bu hicrete binaen Resulullah; “Onlar, Lût’tan sonra ailesiyle birlikte Allah’a ilk hicret edenlerdir” diye buyurdu. Fakat Rukiyye (Radiyallahu Anha) babasının hasretine dayanamıyordu. Medine’ye hicret öncesinde, Habeşistan’da doğan Abdullah isimli bir çocukları ile birlikte, aile Mekke’ye döndü. Onlar da Medine’ye hicret edenler arasındaydı.
Aslında her şey güzel görünüyordu. Medine İslam Devleti kurulmuştu. Osman ve Rukiyye (Radiyallahu Anha) mutlu, Abdullah isimli Peygamber torunu onlar için bir sevinç kaynağıydı. Ancak bir horozun çocuğun yüzünü gagalaması sonucu başlayan hastalık, Abdullah’ın vefatı ile neticelendi.
Bir süre sonra Abdullah’ın annesi, Peygamber kızı Rukiyye’de (Radiyallahu Anha)hastalandı. Ashap, Bedir Savaşı hazırlıkları yapıyordu. Hastalığın ilerlemesi neticesinde, çok istemesine rağmen Hz. Osman (Radiyallahu Anh) savaşa katılamadı. Peygamber’in talimatı ile hanımına bakmak üzere Medine’de kaldı. Savaş kazanılmıştı. Zafer müjdesi ile Medine’ye dönen Peygamber, vefat eden Rukiyye’nin (Radiyallahu Anha) Bakî mezarlığındaki mezarı ile karşılaşmıştı.
Hz. Osman, (Radiyallahu Anh) hanımı Rukiyye (Radiyallahu Anha) vefat edince, Resulullah(Salallahu Aleyhi ve Sellem) ile akrabalık bağının kesilmesinden dolayı büyük üzüntü içerisindeydi. Bu üzüntüsünü dile getiren Hz. Osman’a (Radiyallahu Anh), Hz. Peygamber, Ümmü Gülsüm(Radiyallahu Anha) isimli kızını verdi. Kaynaklardan Ümmü Gülsüm’ün (Radiyallahu Anha) hicri 9.’da vefat ettiğini öğrenmekteyiz.
Böylece Resulullah’ın (Salallahu Aleyhi ve Sellem) çocuklarından Fatıma kalmıştı. Erkekler bebekken ölmüş, kızlar ise yetişkinliklerinde vefat etmişlerdi. Vefat etmeden önce Resulullah (Salallahu Aleyhi ve Sellem), Fatıma’nın kulağına; “Ailesinden ilk önce kendisine onun kavuşacağını” söylediğinde, erken ölecek olmasına adeta sevinmişti. Bu haberi bir müjde olarak kabul etmiş ve sevinci gülerek izhar etmişti.
Bilindiği üzere normalde hanedan üyeleri, devlet yöneticilerinin içinden çıktığı, toplumun ayrıcalıklı bir sınıfını teşkil ederler. Bunlar sırtlarını devlete yaslar, ülkenin kaymağını yerler. Önemli mevkilerin hemen hepsini bu aile fertleri işgal eder. Devlet gelirinden pay elde ederler.
Ancak Peygamberimizin hanedanına baktığımızda, bahsettiğimiz tarzda nimetlerden faydalanma şeklinde bir durum yaşanmamıştır. Örneğin; her fakir Müslüman’a, hatta bazı şartlarda daha Müslüman olmayanlara dahi verilen zekâtın, Peygamber hanedanına verilmesi yasaklanmıştı. Bu nedenle Peygamber hanedanı işin nimet kısmını değil, dünyevi gözle bakıldığında külfetini yaşamak durumunda kalmışlardı.