Mekke, Medine ve Filistin, üç mukim belde…
Mekke, sınırlarında yeşeren imanın neşv-ü nema bulmasıyla vecde gelişi ve heyecana gark oluşunun, mükemmel bir medeniyetin manevi düsturlarının ikame edildiği öz. Pratiğin ve sistematiğin muazzam bir şekilde örüldüğü manevi bir dezgah, bir dergah..
Medine, vecd ve heyecan ile Mekke’den taşan iman ve ihlasın zahire aksettiği mukaddes belde… Hak ve adaletin görünür olduğunu tüm çağlara gösteren mübarek bir medeniyetin şehri…
Filistin, Mekke’de bekleyerek tamamlanan, Medine’de demlenerek tad alan imanın haz ve huzurunu mıknatıs gibi çeken kadim şehir… Mekke’nin özünü, Medine’nin medeniyetini fethiyle taçlandıran şehir...
Hira Dağı, Uhud Dağı ve Zeytin Dağı, üç muazzam nida…
Hira Dağı, vahyin besmelesi, Kur’an-ı Kerim ile nura gark olmuş aydınlığın dağı… Karanlıkta kaybolmak üzere olan dünyanın Emri İlahi ile uluşturulmuş kurtuluş pusulası… İki cihanda da mutluluk muştusunu tüm çağlara muştulayan Kutlu Dağ…
Uhud Dağı, Emr-i ilahinin istikametinde, istikrar ve istikamet rotasını belirginleştiren Sünnet-i Resulullah… Bir ve birlik olmanın, yok olmamak için var olmanın tılsımını barındıran Mutlu Dağ…
Zeytin Dağı, barış ve esenlik için cehd ve direnişi aşılayan, manzarasında Mescid-i Aksa’yı gönüllere taşıyan kıyam ezanlarının okunduğu çağrı merkezi… Hira’nın nurunu, Uhud’un sürurunu korumak ve kollamak, tüm insanlara yaymak ve ulaştırmak için şehadet ve zaferin, gayret ve cihadın bir arada bulunduğu Umut Dağ’ı…
Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksa üç mübarek mescid… Biri secde, diğeri rükû, diğeri ise kıyamdır.
Mescid-i Haram dirilişin, Mescid-i Nebevi ilerleyişin, Mescid-i Aksa ise direnişin öğretildiği mukaddes mektepler.
Biri imanın yerleşmesi yani fikir süreci, diğeri imanın harekete geçmesi yani eylem süreci, diğeri ise imanın meydan okuma süreci yani direnişin membaı…
Kudüs, Mescid-i Aksa; etrafı mübarek, bereketli kılınmış, derunî bir irfanî açıdan kalplere sirayet eden gayrettir. Nefs ve maddeden, hevâ ve hevesten arınarak, dünyevi tüm bağları kopararak hür ve saf bir şekilde miraca çıkmanın, şeref ve izzeti kuşanmanın mekânı. “Zaten sâlikin miraç yolculuğunun gerçekleşebilmesi için tıpkı Hz. Muhammed’in bedenî ve ruhanî miracını örnek almak suretiyle anâsır-ı erbaadan (Toprak, su, hava, ateş) sıyrılması gerekir.”[1]
Anâsır-ı erbaa belki de şu anlamlarda kullanılmak istenmiştir: Topraktan yani rızık endişesinden, sudan yani bedenin asli ihtiyaçlarından, ateşten yani süfli arzu ve emellerden, havadan yani hayattan-candan sıyrılmak gerek. Özde sadece tevhid-i iman ve ihlas, başkasına ne hacet… Belki de bu nedenle “Nitekim Kudüs, meleklerin, kanatlarını üzerine açtıkları bir yer olarak tasvir edilmiştir.”[2]
Mescid-i Aksâ’nın ve çevresinin kutsal ve bereketli oluşu Kur’ân- Kerim’de muhtelif ayetlerde dile getirilmektedir.[3] Bu kutsallık ve bereket her açıdandır. Maddi, manevi… Cehd ve gayretin bereketlendiği, cesaret ve ferasetin, hafız ve muhafızın, ilim ve irfanın…
Vahdet; “bir ve tek olmak, tek kalmak” anlamındaki vahd kökünden masdar olup “birlik, teklik, bütünlük” anlamında kullanılır. Kesretin karşıtıdır.
Peki, ümmetin kesreti Kudüs’ün özgürlüğüyle mi, yoksa Kudüs’ün esareti ümmetin vahdetiyle mi son bulacak?
Kudüs yarası yaklaşık bir asırdır durmaksızın kanamaktadır. Kudüs yıllardır esaret ve ıstırap içinde… Eğer Kudüs davası vahdeti getirecek olsaydı çoktan vahdet oluşmuş olurdu.
Kudüs ümmetin vahdetini değil ümmetin vahdeti Kudüs’ü getirecek. Vahdetin tacı Kudüs, Kudüs’ün şanı vahdet olacak...
Ümmet vahdet bilincine ne zaman ulaşırsa işte o zaman Kudüs özgür olur. Ümmet, vahdet hakikatine ulaşmak için adeta çırpınmakta ancak bireysel veya hizibsel bazı handikapları bir türlü anlamaya-aşmaya yanaşmıyor.
Özellikle ferdiyetçilik illetinden kurtulmuş cemaat, cemiyet, bir ve birlik olma şuuruna erişmiş tevhidi yapılar, yukarda da bahse konu olan anâsır-ı erbaa yükünü sırtından bir türlü indiremiyor. Dolayısıyla bu ağır yüküyle ne Kudüs’e gidebiliyor ne de manevi miraca çıkabiliyor. Bu dört ana unsur ümmetin kesretine neden olan engeller, çıkmazlardır da.
Birincisi, cemaatin, cemiyetin veya kurum ve kuruluşun işleyişi için gerekli olan zahiri, maddi giderlerin tükenmesi endişesi… Vahdet evvela fedakârlık ister. Bu fedakârlığın en kıymetsizi de muhakkak ki maddi olanıdır. Bunu bile sağlayamadan vahdete yolculuk başlamadan bitmiş oluyor.
İkincisi, cemaatin var olma mücadelesinde tüm enerjisini harcaması veya başkaca bir alana asla destek çıkmaması durumu. Vahdet ümmet olabilmek için olmalı. Yani ben varım demekle biz olmuyoruz. Ümmetin vahdeti özellikle cemaatsel, kurumsal enenin yok olmasıyla var olmaya başlar. En iyisi, en doğrusu, en ciddisi benim demek doğru olsa bile vahdete engel teşkil edecektir ve ediyor da.
Üçüncüsü, tarafgirlik ve çokluk iştiyakı… Sadece bu ur bile ferdi cemaat olmaktan, cemaati de ümmet olmaktan engellemeye yeterde artar. Bu urun tedavisi fert için fenafi’l cemaat, cemaat için de fenafi’l ümmet olmaktır.
Dördüncüsü, uhuvvet ve vahdet uğruna gerekirse candan, cemaatin kendine has düsturlarından, nas dışı kaide ve kurallarından vazgeçebilmektir. Nasıl ki insanlar vazgeçebildikleri her şeyden daha kıymetlidirler. Cemaat veya cemiyetlerde vahdet hatırına vazgeçebildikleri kadar vefalıdırlar. Vefaları kadar da uhuvvet taraftarıdırlar.
Bu yönüyle anâsır-ı erbaa yükümüzden kurtulduğumuz zaman Mescid-i Aksa, isrâ ve miraçtaki seyrüseferde bir durak, insanlığı zilletten izzete götürecek bir burak ve Müslümanları cemaatten ümmete ulaştıracak bir konak olabilir.
Evvela handikaplar aşılmalıdır. Saniyen uhuvvet ve vahdet şuuruyla kuşanmalı, salisen Mescid-i Aksa özgürlüğüne kavuşturulmalı. Aynen Mekke, Medine ve Filistin şehirlerinin manevi havası gibi.
Vahdet de Mescid-i Aksa’nın özgürlük merhalelerinden geçecektir. Fikir, eylem ve direniş süreçleri... Bu merhaleler sıralı var olacak ve sonunda zulüm ile istikbarı yeryüzünden tamamen sökülüp atılacak.
Şu anda Vahdet Mekke evresinin sonuna doğru hızla iyileşmektedir. Özellikle hâlen devam eden Aksa Tufanı cihadıyla vahdet, ümmet içinde söz ve duygu açısından Mekke dönemini bitirmiş düzeye varmış denebilir. Dua, infak, boykot ve sessiz kalamama açısından bu ilk merhalenin oluştuğu net bir şekilde müşahede edilmektedir.
Vahdetin Mekke everesinde bir ve birlik olmamız gerektiği fikri-bilinci bu günlerde oluşmuştur. Yüzyıllardır kanayan yaralarımızdan biri iyileşme belirtisi göstermektedir. İnşallah yakın bir zamanda Medine evresinde bu şuur ve bilinç yayılacak ve sonrasında Filistin evresine geçecektir. Yani bilinçli birliktelik, inançlı direniş ve ümmetçe dünyanın çürümüş düzenlerinin tümüne karşı meydan okumak...
Şehidlerin o pak ve bereketli kanlarıyla artık vahdet dirildi ve vahdet bilindi. İnşallah vahdet direnecek ve vahdet ilerleyecek... Sonunda insanlık kazanacak ve tüm dünya huzur ve selamete erecek.
[1] Bursevî, Tefsîrü rûhi’l-beyân, c. 5, s. 113.
[2] Zeynüddîn Muhammed Abdürraûf el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr Şerhü’l-Câmi‘i’s-Sağir, (Beyrut: Dârü’l-Mârifet, ty.), c. 4, s. 274.)
[3] İsrâ, 17/1; Enbiyâ, 21/71; Enbiyâ, 21/81