Bu mekteb-i âlem içerisinde bir talebe-i irfan olan insan, eşref-i mahlûkat olarak yaratılışının ve akli melekesinin gereği hatta şartı açısından onu tüm hâllerde şükrün her haline mecbur kılmıştır. İfasında insanın acze düştüğü bu hayat iksirini, bu mutluluk kaynağını ve bu netice-i hilkat olan azim görevi yani şükür bilincini kavramak, kuşanmak, korumak elbette ki gereklidir, önceliklidir.
Hayat-ı içtimaiye de sürekli kullanıldığından evvela dilin ve kulağın ziyadesiyle aşina olduğu “şükür” ifadesini kalbe de aşina kılmaya çalışınca manasın ne kadar da derin, ne kadar da komplike olduğunu görmek gerek. Hayretler içinde kalınsa bile.
Zıttı küfür olan şükür, Kur’an-ı Mu’cizü’l Beyan’ın mükemmelen işlediği ve ehemmiyetini tekraren hatırlattığı adeta mucize bir kavram, bir ibadet..
Şükr (şükür) terim olarak “Allah’tan gelen sonsuz nimet, nihayetsiz iyilik ve sınırsız ikramlardan dolayı evvela minnettarlığını ifade etmek, karşılığında söz ve fiille mukabelede bulunmak ve Allah’a itaat edip günah işlemekten uzak durmak suretiyle her bir nimetin, her bir iyiliğin ve her bir ikramın gereğini yapmak..” şeklinde tanımlayabiliriz.
“O halde rızkı ve faydayı sadece Allah katında arayın, yalnızca O’na kulluk edin ve O’na şükredin. Çünkü sonunda O’na döndürüleceksiniz.”[1]
Peygamber Efendimiz bir gece namaz kılarken o kadar çok ağladı ki, sakalından süzülen gözyaşları göğsüne hatta yere damladı. Bu hali gören Hz. Aişe (r.anha) hayret ederek:
“Ya Resulullah! Yüce Allah senin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affettiği halde niçin ağlıyorsun?” diye sordu.
Peygamber Efendimiz (sav) şöyle cevap verdi:
“Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?”[2]
Hem fiil ile hem hâl ile hem kal hem kalp ile Rabb-i Rahman olan Mün’im-i Hakiki’mize şükür etmek elbette ki azim bir ibadet, asil bir ödev ve hayatın olmazsa olmazıdır. Rızkın da faydanın da tek kaynağı, tek membaı, tek sahibi elbette ki Rabb-i Rahim’dir. Öyleyse sadece O’na yönel, O’ndan dile, O’na kulluk et ve O’na şükret…
Mânay-ı hakikisi açısından şükür, sadece nimeti görmek veya nimete değer vermek değildir. Şükür nimeti görmenin çok çok ötesinde yüksek dereceler ile Yaradan’ı görmektir. Nimete de bu nispet ile değer vermektir. Bu da ancak ve ancak o nimeti, verenin hatırına, sevdiklerinin uğruna kullanmak yani o nimete en yüksek mertebede değer verebilmektir. Diğer bir yönüyle de insanın aczini ve fakrını görebilmesidir. Bitmek tükenmek bilmeyen ihtiyaçlarının var olduğu bilincinde olmak. İstiğna billah[3] ve iftikâr illallah[4] korumasıyla sürekli bir şükür hâli yaşayarak kendini muhafaza edebilmek.
Ebû Bekir eş-Şiblî, “Şükür nimeti değil, nimeti vereni görmektir.” şeklinde özetlemiştir.
Bir rivayete göre Hz. Davud şöyle münacatta bulunmuştu:
“Ey Rabbim! Sana şükretmemi sağlayan ilham ve güç de senin nimetlerin olduğuna göre, ben senin nimetlerine şükre nasıl güç yetirebilirim! Bunun üzerine Allah Teâlâ şöyle buyurdu: ‘Ey Davud! İşte şimdi beni hakkıyla tanıma mertebesine erişmiş bulunuyorsun.”[5]
Acziyet içerisinde hakkıyla şükredemeyişimizin farkında olmak da şükür gerektirir. Az da olsa şükredebilir oluşumuza çokça şükretmemizin gerektiği gibi...
"İnsanın Cenâb-ı Haktan hiçbir hakkı talep etmeye hakkı yoktur. Bilâkis, daima O’na şükretmeye medyundur. Çünkü mülk O’nundur, insan O’nun memlûküdür."[6]
İnsanın hem lübbünü hem de kışrını çepe çevre saran Rahmet-i İlahiye’nin karşılığında verebileceği tek verileni şükürdür. Bize bahşedilen bu şükrü hakkıyla yapmayışımızın yanında işleyedurduğumuz kusur, günah, zulüm vb. cürümler ile azabı celb edeceğimizin de farkında olmamız gerek. Bunun farkında olmak da şükrü gerektirir. Evet, şükür öyle elzemdir ki şükrün kendisi bile şükrü gerektirir.
Bilinmedir ki şükretmiş olmanın tek yolu takvadır. Sakınmak, arınmak, korkmak…
“… Allah’tan korkup sakının ki şükretmiş olasınız.” [7] ve “Öyleyse, yalnız Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol!”[8]
Hayatımızın her anı sonsuz sayıda şükür gerektiren ikram ve iltifatlar ile donatılmıştır. Bunlara karşılık teşekkür edebilmenin tek yolu var, o da hayatı Allah için donatmak. Allah’ın emir ve nehiylerine riayet etmek… Sadece Allah’a kulluk edip her türlü şirkten beri olmak ile şükredilenlerden olunur. Evet, ispat-ı şükür takvadır, tevhidtir. Ubudiyet şuuruyla ibadetleri huşulandırmaktır şükür. Şükrettiğiniz kadarsınız. Şükrünüz kadar varsınız. Netice-i necat şükür ile elde edilir.
Kalbi şirkten arındırarak sadece ve sadece Rabb-i Rahman’ın rızası için yaşamaktır, sevmektir, buğzetmektir şükür. Allah için istemek, Allah için infak etmektir… Bunları biliyor olmamızla beraber “… Fakat insanların çoğu (yine de) şükretmezler.”[9] ikaz-ı İlahi ne kadar da mühim...
Bu derece derin, bu derece muhteşem ve bu derece elzem olan şükürden ne kadar da uzak kalınmış. Bu nedenledir ki mutluluk yerine hazzı, huzur yerine keyfi, sekine yerine şikâyetler (stres) bırakıp göçmüş aramızdan.
Şükrü kavramanın yolu dünyalıklardan, sekülerizmden arınmaktır. Şükrü artırmanın yolu şikâyet orucu tutmak ve ibadet şuuru kuşanmaktır. Şükür ile arınmanın yolu ise takvayladır.
“… Ne kadar da az şükrediyorsunuz!”[10] şeklinde ferman buyrulan hakikat; keyfimiz kaçmasın diye huzurumuzu, hazzın peşinde koşuşturarak mutluluğumuzu ve şikâyetlerimiz ile ‘sekine’mizi nasılda feda ettiğimizi bize gösteriyor. Dünyevileştiğimizi, şikâyet edişimizi, ibadet şuuru ve takvadan ne kadar uzak oluşumuzu… İyimserliğimizin çok çok azaldığını, kişisel memnuniyetin neredeyse yok olduğunu, pozitif duyguların ne kadar da köreldiğini bildiriyor. Düşünce zorluğunun, depresyon ve stresin, psikolojik hastalıkların ne kadar da arttığını…
Şu murdar asrımız için şu muhteşem dua tam bir ab-ı hayat.
Muâz İbni Cebel’den (ra) rivayet edildiğine göre Resulullah (sav), Muâz’ın (ra) elini tutmuş ve şöyle buyurmuştur:
“Ey Muâz, Allah’a yemin ederim ki, ben seni gerçekten seviyorum. Sonra da ey Muâz sana her namazın sonunda: “Allahım! Seni anmak, sana şükretmek ve sana güzelce kulluk etmekte bana yardım et!” duasını hiç bırakmamanı tavsiye ediyorum.”[11]
Hâlbuki bu muazzam duaya muntazaman sarılmamız gerektiğini bilmek ile “Eğer siz şükredip inanırsanız Allah size ne diye azap etsin.”[12] Beyan-ı Mübinin müjdesi bize yetmeliydi.
[1] Ankebut 17
[2] Buhârî, Teheccüd, 6
[3] Allah’tan başka kimsenin minnetine girmemek
[4] Allah’tan başka kimseye muhtaç olmadığının bilincinde olmak
[5] «Şükür», TDV İslâm Ansiklopedisi
[7] (Âl-i İmran 123)
[8] (Zümer 66)
[9] (Yûnus 60, Yûsuf 38, Neml 73)
[10] (A'râf 10, Mülk 23, Secde 9)
[11] (Tirmizî, Zühd 30)
[12] (Nisa 147)