(Filistin Davasında Birleşmek)
Filistin davası, İslam ümmetinin harcı ve çimentosu mesabesindeki konulardan biridir. Tarih boyunca Filistin davası bu keyfiyete sahip olduğu gibi bugün de bu keyfiyete sahiptir. Hatta denilebilir ki, bugün Filistin davası, İslam ümmeti arasında konsensüs sağlayacak ve aynı zeminde bir araya getirecek yegâne konudur. İslam Ümmetinin birlik ve beraberliğe belki de her zamankinden daha fazla muhtaç olduğu ve diriliş ve direniş ruhunun gerektiği bir zamanda, bu atmosfer ve irade Filistin davası sayesinde ve bu eksende gerçekleşebilir. Yani Filistin davası için İslâm ümmetinin bir araya gelmesi, Filistinin kurtuluşuna giden yolu açtığı gibi, bu zemindeki bir özgürlük, İslâm halklarını da asli kimlikleri ile buluşturarak özgür halklar haline getirecektir.
Dolayısıyla; hem siyaset aklının gereği hem de akidevi kalkış noktasından dolayı Filistin davası etrafında kenetlenmek zaruridir.
Bu cephe, ortak bir cephedir. Bu cephede verilen savaş da tüm Müslümanların savaşıdır. Bu savaşta Filistin halkının ön planda olması, bu meselenin Filistinlilere münhasır olduğu anlamına gelmez. Ve onların bin bir zorlukla bu cephede savaşması, diğer Müslümanlar üzerindeki sorumluluğu kaldırmaz. Herkesin tüm imkanları ile bu cephede seferber olması lazımdır. Zira bu davanın kutsiyetinin kaynağı, bizzatihi vahyin ta kendisidir. Bu dava, kutsiyetini ind-i İlahiden almıştır.
Filistin davası bir şuur mektebidir. Bu mektep, İslam ümmetine kan pompalayan ve insanlığa özgürlük konusunda evrensel bir perspektif sunan bir keyfiyete sahiptir.
Filistin meselesi, yalnızca bir toprak davası değil; insan onurunun, adaletin ve direnişin evrensel sembollerinden biridir. Yüzyılı aşkın süredir süregelen bu mücadele, halkların dayanışmasını, emperyalizme karşı duruşu ve İslâm dünyasının ortak vicdanını şekillendiren bir imtihan alanına dönüşmüştür. “İntifada” “silkinme” ve “ayağa kalkma” demektir. İntifada, Müslümanların düştüğü yerden kalkmaya azmetmesi demektir. Ve şehit kanlarının bereketi ile İslam Ümmetinin ufkunu karartan küfür ve zulüm perdesinin yırtılması demektir. Filistin halkı, bu kavramı tarihin en uzun sömürgeci işgallerinden birine karşı özgürlük çağrısının adı hâline getirmiştir.
Bu dava uğruna belki de insanlık tarihinin en ağır bedellerinden birisi ödenmiştir. Gazze başta olmak üzere Filistin toprağı şehadet gülistanına, şehitler de bu gülistanın kan çiçeklerine dönmüştür. Yüz binlerce şehit bu coğrafyada toprağa düşmüş, insanlığın onur ve özgürlük destanı yeniden yazılmıştır. "Anneler ne yiğitler doğuruyor?" kelimesi belki de en fazla bu coğrafyada anlamlı hale gelmiştir.
İslami eksende hayat bulan bu dava, bir dönem sol rüzgarların etkisi altında kalmış ise de sonra tekrar asli mecrasına geri dönmüştür. Bugün farklı fikirlere sahip olan Filistinliler, İslâmî mücadele geleneğine sahip HAMAS'ın önderliğinde siyonizme ve emperyalizme baş kaldırmaktadır.
Şimdi hep beraber intifadanın ve özgürlük savaşının Filistin halkına mal olmasının tarihi sürecini inceleyelim.
Bir Halkın Uyanışı: Birinci İntifada (1987–1993)
1987 yılında Gazze Şeridi’nde bir grup Filistinli işçinin israil ordusuna ait bir kamyon tarafından ezilerek katledilmesi, biriken öfkenin fitilini ateşledi. Bu olay, yıllardır süren işgal, yerleşim politikaları ve ekonomik baskılarla yoğrulan bir halkın kolektif isyanına dönüştü. “Birinci İntifada” olarak bilinen bu dönem, taş atan çocukların, grev yapan işçilerin, evlerinde direnişi örgütleyen kadınların mücadelesiydi. Özellikle Filistin'in generalleri olarak anılan çocuklar, bu direnişin sembolü oldular. Şeyh Ahmed Yasin’in generalleri, insanlık tarihine taşlarla özgürlük türküsünü besteledi.
İntifada, yalnızca bir silahlı direniş değil, aynı zamanda toplumsal bir yeniden doğuştu. Halk komiteleri, eğitim ağları, alternatif ekonomik yapılar bu dönemde ortaya çıktı. Bu süreç, Filistin halkının kendi kaderini tayin iradesini dünya gündemine taşıdı ve Filistin Davasını uluslararası tanınırlığa kavuşturdu.
Ancak 1993’te imzalanan Oslo Anlaşmaları, direnişin enerjisini sistem içine çekme çabası olarak değerlendirildi. Birçok Filistinli, bu anlaşmaların işgali sonlandırmak yerine meşrulaştırdığını düşündü. Bu hayal kırıklığı, sonraki yıllarda daha köklü ve ideolojik bir direnişin zemini olacaktı.
Oslo süreci, ihanete rağmen Filistin Direnişi'ni akamete uğratamadı. Bir süreç ile beraber, solcular ve milliyetçilerden umudunu kesen halk, İslâmî Hareketlerin önderlik yaptığı Filistin Direnişine umut bağladı. Artık Filistin Davasının direksiyonuna İslâmî Hareketler geçti.
Kırılma Noktası: İkinci İntifada (2000–2005)
2000 yılında Ariel Şaron’un Mescid-i Aksa’ya provokatif ziyareti, “İkinci İntifada”nın -ya da “Aksa İntifadası”nın- başlamasına yol açtı. Bu dönem, daha örgütlü, daha askerî bir direniş karakteri taşıdı. HAMAS, İslami Cihad, El Fetih’in gençlik kolları gibi farklı gruplar sahada birlikte varlık gösterdi.
Birinci İntifada’nın sivil direniş hattı yerini, silahlı çatışmalara ve istişhadi operasyonlara bıraktı. israil ordusu, yoğun operasyonlarla şehirleri yıktı; Batı Şeria duvarını örmeye başladı. Buna rağmen Filistin halkının direnci kırılmadı. Bu süreçte, uluslararası kamuoyu Filistinlilerin yaşadığı insani trajediyi daha yakından görmeye başladı.
Aksa İntifadası, Filistin meselesinde dinî sembollerin önemini artırdı. Mescid-i Aksa, yalnızca bir mabet değil; işgale karşı direnişin manevî sancağı hâline geldi. Bu dönemde İslâm dünyasındaki dayanışma da güçlendi, ancak siyasi düzeyde bir birliktelik yine sağlanamadı.
Yeni Dönem: Gazze Direnişi ve Kuşatma Yılları
2006 yılında HAMAS’ın seçimleri kazanması, Filistin siyasetinde yeni bir dönemi başlattı. Batı Şeria’daki El Fetih yönetimiyle Gazze’deki HAMAS yönetimi arasındaki bölünme, israilin işine yaradı. Bu ayrışma, Filistin davasının en büyük zaaflarından biri hâline geldi.
Gazze, 2007’den itibaren ağır bir abluka altına alındı. Elektrik, su, yakıt ve ilaç girişleri kısıtlandı; 2008, 2012, 2014 ve 2021’de büyük askeri operasyonlarla binlerce sivil hayatını kaybetti. Buna rağmen Gazze halkı, direnişi omuzladı ve insanlığın onur bayrağını tutup kaldırdı.
Aksa Tufanı Operasyonu
İnsanlığın askeri tarihine kazınan bir operasyon ile tüm dünya yeni bir sabaha uyandı. Eğer Direniş'in biraz daha imkânları olsaydı neredeyse siyonistlerin başkenti Tel Aviv düşecek ve nükleer silahlar ele geçirilecekti.
Binlerce Siyonist terörist bu operasyonlarda öldü on binlercesi yaralandı veya sakat kaldı. Siyonist devlet kurulduğu günden beri böyle bir tufan yaşamamıştı. Terör örgütü israil, bunun acısını sivillerden çıkardı. Yetmiş bin civarında Filistinli şehid edildi. Hala enkazların altında binlerce şehit naaşı var. An itibariyle pamuk ipliğine bağlı bir ateşkes var. Ve bu ateşkes ilan edildiği günden beri siyonistler onlarca defa ateşkesi ihlal etti.
Teknolojik olarak zayıf, kaynak bakımından kısıtlı bir bölgenin, modern bir orduya karşı bu kadar uzun süre dayanabilmesi, dünya kamuoyunda hayranlık ve vicdan uyandırdı. Gazze, çağımızın “kolektif vicdan coğrafyası”na dönüştü.
İntifadanın Öğrettikleri
Filistin direnişinin tarihine bakıldığında, başarıların her zaman birliğin olduğu dönemlerde ortaya çıktığı görülür. 1987’deki halk dayanışması, 2000’deki ortak öfke, 2021’deki “Kılıçların Kudüsü” operasyonunda Batı Şeria, Gazze ve Kudüs halkının eş zamanlı tepkisi… Bunların hepsi, dağınıklığın değil birlikteliğin gücünü gösterdi.
Bugün Filistin davasının karşı karşıya olduğu en büyük tehlike, parçalanmadır: Coğrafi, siyasi, ideolojik ve hatta dijital düzeyde bir parçalanma. israil bu parçalanmayı stratejik biçimde derinleştirmekte; Batı Şeria’yı yerleşimlerle bölerken, Gazze’yi izole etmektedir. Ancak Filistin halkının ortak kimliği bu planları boşa çıkaran en büyük güç olmaya devam ediyor.
Birleşmek, yalnızca Filistinli gruplar için değil; ümmetin tamamı için bir sorumluluktur. Filistin davası, Müslüman dünyanın vicdanî pusulasıdır. Bu dava unutulduğunda, ümmetin direnci ve adalet duygusu da zayıflar.
Küresel Vicdanın Uyanışı
Son yıllarda özellikle sosyal medya aracılığıyla dünya gençliği, Filistin meselesine yeniden sahip çıkmaya başladı. Üniversitelerde boykot kampanyaları, sanatçıların dayanışma açıklamaları, sokak gösterileri, dijital aktivizmler… Tüm bunlar, “küresel bir intifada” bilincini inşa ediyor.
Bu yeni kuşak, intifadayı yalnızca taşla ya da silahla değil, bilgiyle, medya diliyle, ekonomik boykotla yürütüyor. Modern çağın direnişi, kameralarla, afişlerle, belgesellerle ve bilinçle şekilleniyor. Filistin’in özgürlüğü artık sadece Gazze’nin değil; Londra, İstanbul, Kuala Lumpur ve Johannesburg sokaklarının da meselesi hâline geldi.
Sonuç: Birleşmeden Özgürlük Olmaz
Filistin davası, parçalanmış ümmetin aynasıdır. Birleşmeden kurtuluş olmayacağı, intifadanın her aşamasında yeniden görülmüştür. Bugün bu dava, sadece işgale değil; ilgisizliğe, umutsuzluğa ve sessizliğe karşı da verilen bir mücadeledir.
Filistin’deki direniş, bize insanlık onurunun sınırlarını hatırlatıyor. Taş atan bir çocuğun cesareti, tahrip edilmiş evinin önünde yeniden zeytin ağacı diken bir annenin kararlılığı, işgale rağmen sabah ezanını susturmayan bir müezzinin sesi… Tüm bunlar, “birleşmenin” yalnızca siyasal değil, ruhsal bir eylem olduğunu gösteriyor.
Filistin davasında birleşmek, farklı ideolojileri bir araya getirmekten öte, adaletin ortak zemininde buluşmaktır. Çünkü Kudüs, insanlığın kalbidir. Ve o kalp, ancak birlikte attığında özgür olacaktır.