Evren veya âlem, yapısı itibariyle önceden tayin edilmiş mizan ve ölçüye göre var iken işleyişi itibariyle de onda her varolanın bir kaderi, bir gayesi, bir hedefi vardır. Bu bakımdan evrende mizanı, vezni ve gayesi olmayan bir varoluştan söz ve işaret edilemez. Varlık dairesinde her nesnel ve gaybi varoluşun gayesi vardır. Yani evrendeki her bir varlık vetiresinin merkezi varoluşsal gayece belirlenir. Gaye, varlığın evren sahnesindeki yerini mizanda gösterir. Dolayısıyla mizansız ölçü; ölçüsüz gaye yoktur. Her üç kavram birbirini tamamlayarak anlam kazanır. Bu bakımdan Hakk; varlık sahnesini, bir boşlukta dolansın ya da keyif ve eğlence olsun diye yaratmamış; aksine belli bir oran ve mizanla belli bir gaye doğrultusunda, hak ve hikmete mutabık bir şekilde yaratmıştır. Varlığın varoluş gayesi, evren ekosisteminde sebepler etrafında anlam bulur ki; bunlar, Allah’ın evrensel yasalarıdır, varlığa tayin ettiği kaderdir.
Aslında varlığın belli bir gaye ve mizanla yaratılmış olması, aynı zamanda, beraberinde bunun Allah varlığının, epistemik kudretinin alameti farikasıdır. Zira evrendeki doğal yapılar ve işleyişler Allah’ın âyetlerindendir, doğa kanunları olarak sünnetullaha itaat ederler. Bu bağlamda her mü’min, akıl yürütüp tefekkür, tedebbür ve teemmül idrakleri eşliğinde, evrendeki tüm varlık şemalarındaki ekolojik dengenin Allah tarafından belli bir ölçüye göre yaratıldığı, karara bağlandığı; evvelden tayin edilmiş bir düzene (mizana) dayandığı araştırmalıdır, idrak edilmelidir. Böylesi bir bilme idraki biçiminde derinleştikçe daha çok Allah’ın azametinin farkına varır ve böylece O’na daha çok yakınlaşır. Allah, evren hakkında şöyle buyurur:
“Güneş ve ay bir hesaba bağlı (olarak hareket ederler). Yıldızlar da ağaçlar da secde ederler. Göğü O yükseltti, denge [mizanı] ve ölçüyü [vezni] O koydu ki dengeden sapmayasınız” (Rahmân, 55/5-8).
Evren, normal şartlarda, tüm yapı ve işleyişiyle birlikte dengedir, önceden tayin edilen vezinlerle işleyişini âdet ve kader üzere sürdürür. Az önce ifade edildiği gibi evrende mizansız ve dolayısıyla gaye ve hedefsiz bir varlık dairesinden söz edilmez, söz edilemez. Eğer bir varlık kendisi için tayin edilen mizanın dışına çıkarsa bu durum olağan, doğal kabul edilmediği gibi sapma, çarpık veya olağandışı/üstü şeklinde yorumlanır.
Zira mizan, iki simetrinin tam ortasıdır. İki simetrinin tam ortası, varoluşun evrendeki şemasını belirlediği gibi söz konusu toplumsal alan olunca bu kez sosyal, siyasal, iktisadi, ahlaki bir düzen alameti, göstergesi olduğu şeklinde değerlendirilebilir.
Mizan, üretimde, tüketimde, kelamda, davranışta, bilimsel araştırmalarda hakikat üzere itidali yolda olmaktır, bulunmaktır; iki uçta gezinmemektir, bulunmamaktır. İnsanın, gerek evrende gerekse ferdî ve toplumsal pratiklerinde olsun, Allah’ın kendisine verdiği mesuliyet gereği, mizanı, ölçüyü (vezni) korumakla, sürdürmekle mükelleftir. Her kim, evrendeki mizanı, vezni (ölçü ve tartıyı) bozarsa; yani çevreyi tahrip ederse, israfta bulunursa, zulmederse, mazlumların, mustazafların maruz kaldığı zulmü bertaraf etmeye çabalamıyorsa, sosyal, siyasal ve iktisadi mizanı tesis ve temin etmiyorsa, hesap vaktinde Allah’a hesabını verecektir. Bu sadece -ertelemeci bir dizgede- hesab gününde değil, âdil olanlarca bu dünyada da pekala sorulması beklenir.
Mizan, evrendeki ve insanın âmellerinde dengenin, ölçünün anlam merkezini teşkil ediyor olması bakımından adalet kavramıyla da yakından ilişkilidir. Zira adalet, gerek evren okuması üzerine olsun; gerekse insan davranışı ve kelâmı söz konusu olunca her şeyi yerli yerinde görmektir, okumaktır. Herkese hakkının verilmesi, mizanın ve dolayısıyla adaletin gereğidir. Söz gelimi Gazze’deki mustazafların feryadı göğü titretip gök ağlarken cihanın diğer tarafında veya çoğu yerlerinde, siyasal ya da toplumsal vetirede, hiçbir şey olmamış gibi ya da bu feryadın sesine nefes olmayışlar evrendeki mizan ve adâlete, dolayısıyla da Hakk’a aykırıdır. Bu durum, mizanın ve adaletin değer-anlam evrenlerinde bir sorundur ve bu sorun, bu evrende olduğundan dolayı bütün küreyi ilgilendirir ve uzak-yakın vadede küremize de etki edecektir.
Zira unutulmamalıdır ki mizana, vezne, kadere ve adalete karşı olmak ya da bunları bozanın karşısında yer almamak, evrenin ve insaniyetin içinde bulunduğu mizandaki ince ayarın bozguna uğratılmasının müsebbiblerinden ve bu en nihayetinde küresel dizgede de herkesi, hepimizi, her varlığı, her varoluşu ilgilendirir. Bu dünyada olmak, mizan ve adalet vurgusu gereği, içinde olan ve biten her şey bizi ilgilendirir. Zira olan ve bitenin ya karşısındayız, ya tarafındayız; öyle görünüyor ki üçüncü bir seçenek yoktur. Çünkü biz bu evrenin içindeyiz ve buradayız. Bundan dolayı da her şeye dikkat çekilmek durumunda olduğumuz gibi mizanın, adaletin yanında kaderin yolunda mı yoksa karşısında mı olduğumuza dair safımızı, tutumuzu, söylemimizi belirginleştirmek durumundayız. Bütün bunları yaparken ben merkezli değil, mizanın, kararın ve adaletin kılavuzluğu rehber edilmeli ve bu üçlüden hareketle evren-insan-toplum okumasını gerçekleştirmeli, kendine konum tayin ederek başkalarıyla irtibatlar kurmalı, mazlumların, mustazafların dertleriyle dertleşmeli; çağdaş sömürgecilere, medeni (!) emperyal vahşilere, soysuz sınıflara, fundamental yapılara, siyonist kapitalizme meydan okuyabilir, okumalıdır.