Adım Hanzala. Hep 10 yaşındayım ama çocuk demeyin bana! Yaşarım ama yaş almam dünyanın dönüşünden. Çünkü bir çocuk ancak evinde yaş alır, ancak evinde büyür. Oysa benim sizinki gibi bir evim yok. Çünkü yılanlar girdi içine, akrepler yuva yaptı, çiyanlar bastı evimizi ve zorla aldılar elimizden. Çünkü dünyayı istila etmiş barbarlar, ormandan kanunlar kopardılar ve köklerimizi sökmek istiyorlar imanımızın topraklarından.
Ben Hanzala, evim yok ama vatansız demeyin bana, özgürüm ben. Özgürüm, çünkü benim Allah'ım var. Özgürüm, çünkü imanın vatanı tüm dünyadır, milliyeti insandır ve benim evim Kudüs’tür özgürlük ülkesinin göğünde. Özgürüm çünkü, mekânları işgal edilmiş, bedenleri sahillere sürüklenip hapsedilmiş, ayakları çıplak, elbiseleri yamalı, saçları dağınıkken de özgür olabiliyor saflaşmış ruhlar. Her şeyimizi alabilirler ama asla, kimse alamayacak ruhumuzu özgürlüğün kollarından.
Adım Hanzala, “özvatanım” dedikleri topraklarda, köle edilmiş milyarlar görüyorum oysa. Vatanım dünya, ama zihinleri yağmalanıp dünyaları çalınmış yığınlar görüyorum haritalarda. Milliyetim insan, ama sırtındaki kemiklerle beraber, insanlığı alınmış kukladan omurgasızlar görüyorum Allah'a yapılmamış secdelerde. İnsanın insanlığı, baştan başa onurdadır çünkü. Sırf bundan, sırtımı döndüm ve artık susuyorum sizin suskunluğunuza. Çünkü susan insanlığınız değil putlarınızdır. Paranızın, makamınızın, ticaretinizin, eşlerinizin, aşiretinizin, ırkınızın putları. Hani onları Allah'tan, Resulünden ve Allah'ın yolunda mücadeleden daha çok sevmiştiniz de sınırlar çizmiştiniz. Her biriniz bir kısmının içine kendinizi hapsetmiştiniz. Bölük pörçük ettiğiniz topraklara ‘özvatan” adını vermiştiniz. Oysa vatanınız Kudüs'tür. Kudüs bir toprak parçası da değildir, sınırı yoktur, kapısı göklere doğru açılır.
Sınırlar çizdiniz, içinde birbirinize yabancılar oldunuz, Kudüs’ü unuttunuz. Yoksa Rabbimiz ne unuttu bizi ne de bize darıldı. Sadece önceki kavimler gibi sınadı. Bu arada, belki binlerce bebeğimize melekler sarıldı. Bedenleri parçalandı, kafaları koptu, minik elleri, ayakları dağıldı. Kara gözleri yapıştı yıkılmış bir evin kolonlarına. Belki binlerce kez katledilirim ama ben ölmem asla. Çünkü silemezler beni idealardan. Hayatın anlamını, anlamsız bir hayatın içinde arayan hayatınızın, anlamsızlığını gözünüze sokmak için geldim hayata. Adım Hanzala, yani imtihanınızım ben.
Siz unutunca, dünyayla beraber, Kudüs’ü de aldılar ellerimizden. Anahtarlar elimde. Çünkü nisan yağmurları gibi, mayıs rüzgarları gibi döneceğim topraklarıma. Ramazan’da, oruçla biçeceğim ekinlerimi ve ekmeğimi pişireceğim imanımın bayramında. Döneceğim ve Süleyman peygamber ile beraber vatanımın vadilerinde karıncalarla konuşacağım. Davud’la, Zekeriya’yla beraber gideceğim mihraba. Bir daha, bir hurma ağacı gölgesinde doğacak sevgi. Geceleri yürüyen güzel bir kul gelip misafirim olacak. Beraber ya yerin dibine kadar kovacağım dünyanın tüm vahşilerini ve elimdeki anahtarla varacağım evimin kapısına ya da beraber yükseleceğiz göklere ve aynı anahtarla cennetin kapısını açacağım. Öyleyse, bana Rabbimin mükafatı yeter!
Kudüs'üme varan tüm yollar tıkanmış, denizler bile filolarla kapatılmışsa ayakkabıyı neyleyim ben. Çıplak ayaklarla dağları aşacağım, vadilerde dikenli tellere basacağım ama döneceğim, bir gün döneceğim mutlaka. Geçeceğim Kudüs'ümün karşısına, ellerimi çözeceğim arkamdan, giyilmiş bütün ayakkabıları çıkartacağım, yüzümdeki kefiye’yi açacağım, sarılacağım ve alnımı kirlenmeyen taşına yaslayacağım. İşte o gün yaş almaya başlayacağım dünyadan ve kendimdeki alemde öleceğim, çünkü sevinçten uçacağım Rabbime.
Ey Hanzala! Nehirlerini işledin o kefiyeye, denizini. Denize açılamayan balıkçıların balık ağlarını işledin, işgal edilmiş zeytin bahçelerindeki ağaçların tüm yapraklarını. Barışı işledin çünkü bizler barışı severiz. Sevgini işledin, özlemini ve portakalını, çünkü hüznün renginde. Ve insanlığın damarlarına yapışmış kenelerin vahşice saldırılarını haber vermek için durmadan salladın o kefiyeyi tüm dünyaya. Görmediler Hanzala! Sen de sırtını döndün dünyaya ve inancının özgürlüğünü, tükenmez azmini, çelikten direncinin başkaldırısını işledin aynı kefiyeye.
Şimdi yüzünü dön Hanzala! Ki sadece gözlerini açık bırakan o kefiyenin altındaki yiğitliği göreyim. O gözler görüyor çünkü. Bana dön, ki ben de göreyim ve filolu dokuz gözdağını aşıp sana geleyim. Öfkenin fırtınası alsın beni kucağına, gayretle (xiretle) kulaçlayayım denizi. Yetti bu zillet, yetti bu zillet! Bu korku bulutları yetti! Demokrasi, hümanizm oyunuyla oynamacalar yetti. Ufuğun karartısı aydınlansın, mavi gülümsesin pamuktan bulutların arkasından. Çünkü bu kadar çok ruhu prangalanmış inanan mı olurmuş? Olmaz, olamaz. İnanmışın ruhuna pranga vurulamaz. Bir inanan, demokrasi ve hümanizm oyununa bu denli aldanamaz. Gayretten uzak duaların arkasına saklanamaz, kan içici vampirlerin cafelerini dolduramaz, ucuzladı diye cehennemin çamuru markaları alamaz. Olmaz, olamaz. Lütfen açlıktan ölme artık Hanzala! Aylardan Ramazan. Çünkü bir inanan, ibadet diye oruç tutup, açlıktan ölen bebeklere öylece bakamaz.
Yüzünü dön! Sen arkanı döndükçe dünyaya, utanıyorum yazgısı mutlaka ölüm olan insanın, dünyaya doyumsuzluğunun doğurduğu bu onursuzluktan. Yüzümüz kefiyesiz ama gözlerimiz kapalı. Çünkü mil çekmişler, bandajlarla örtmüşler, yetmemiş; uygarlık, medeniyet, sevgi, çağdaşlık ninnileriyle uyutmuşlar bizi. Yine de, utancın kokusu temizlenmiyor ellerimizden, kokuşmuş uygarlığın kokusuyla beraber burnumuzun direklerini kırıyor artık.
Hadi insanda kardeşlerin, sırtının direkleri çürümüş, dimdik duramıyor, vicdanı kurumuş, sızlamıyor diyelim. Hadi insanlık esir edilmiş olsun bir avucun içine. Ama ya sen! Ey kanda kardeşler, canda kardeşler, imanda kardeşler! Ya sen! Kardeşine sırtını dönmüş ümmet, ümmet mi, sırtını kardeşine dönen kardeş, kardeş mi olurmuş? Köklerinden koparırsa bir çocuğu vahşi bir istila, çocuk sırtını döner elbette, sessiz kalan tüm insanlığa. Evi zorla çalınmış veya dozerlerle yıkılmış o çocuk, dünyanın en büyük hapishanesinde hapsediliyorsa, babası, her gün katledilen bir abisinin göğsünden akan kana ellerini basarken, annesi, ablasının başörtüsünün altından akan mübarek kana bakıyorsa, elbette sırtını döner sessiz dünyaya. Babasının sırtına gizlenmiş çocuk, dünyanın gözlerinin önünde katlediliyorken, top mermileriyle paramparça edilip, tazecik bedeni kumların üstüne dağıtılıyorken, süper güçlü denilen dünya, kendisine karşı “Birleşmiş”, “Birlik” olmuş, en modern silahlarını kendisine doğrultuyorken, en güçlü bombalarını kafasına yağdırıyorken, kardeşleri sırtını ona dönüyorsa, elbette sırtını döner çocuk, çünkü artık sadece Rabbine dayar o sırtı.
Kardeşsek, sırtımızı dönmez, sırt veririz. İnsanlığın gözlerini açma görevini de, Gazzeli bebeklerin paramparça edilmiş sırtına yüklemeyiz!