Hamd, şükür, sena, medih gibi kelimeler toplum tarafından birbirinin yerine kullanılmaktadır. Ancak aralarında birtakım farklılıklar da bulunmaktadır. Şükür, kişinin kendisine yapılan bir iyiliği bilip sahibine övgü ile mukabelede bulunması ve bunu diğer insanlara da duyurmasıdır. Hamd ise söz konusu iyiliğin kendisine yönelik olma şartı aranmadan bir kimsenin mutlak manada lütufkârlığının ve iyilik severliğinin dile getirilmesidir. Buna göre hamd şükürden daha kapsamlıdır. Yani şükür belli bir maddi veya manevi nimet karşılığında Yüce Allah’a şükran sunmak iken hamd herhangi bir zahiri nimet elde edilmese de zikir mahiyetinde de olsa Yüce Allah’a senalar sunmaktır. Hz. Peygamber, bir hadisi şerifinde şöyle buyurmaktadır; “Hamd, şükrün başıdır. Allah'a hamdetmeyen, O'na şükretmemiştir.” (Beyhakî, Şuabu'l İman, 4085)
İnsanoğlu bilfiil daima Yüce Allah’ın kendisine verdiği sayısız ve sonsuz nimetlere karşı hamd ve şükrünü ifa etmelidir. Nitekim Kur’an’da 75 ayeti kerimede şükür kavramı kullanılmış ve insanların Yüce Allah’ın kendilerine verdiği birtakım nimetler sıralandıktan sonra şükür etmeleri hatırlatılmış ya da insanoğlunun ne kadar az şükreden bir kul olduğu vurgulanmıştır. Örneğin; “O halde siz beni anın, ben de sizi anayım. Bana şükredin ve sakın nimetlerime nankörlük etmeyin.” (Bakara 152) ayetinde genel anlamda nimetlere karşı nankörlük yapılmadan şükredilmesi gerektiği vurgulanmıştır. “Gerçek şu ki sizi yeryüzüne yerleştirdik; orada sizin için geçim vasıta ve kaynakları var ettik. Fakat siz ne kadar az şükrediyorsunuz!” (Araf 10) ayetinde ise önce bazı nimetler sıralanmış sonrasında ise az şükür edildiği hatırlatılmıştır.
Ayrıca insanoğlu, Allah’ın kendisine verdiği can ve organlar karşılığında (Secde 7-9), yağmur vermesinin (Câsiye 4-5), gece ile gündüzü var etmesinin (Kasas 73), dağ gibi gemileri yüzdürmesinin (Lokman 31), eti yenen hayvanları (Yâsin 71-73) ve daha nice nimetler vermesinin karşılığı olarak şükür etmelidir. İnsanoğlu bütün bu nimetleri vereni tanımalı ve O’nun önünde boyun bükmelidir.
“O kimseler gibi olmayın ki, onlar Allah’ı unuttular, Allah da ceza olarak nefislerini onlara unutturdu.” (Haşr 19) ayeti kerimeden de anlaşılacağı üzere insanoğlu nisyan içerisinde bulunduğundan sürekli unutkanlık yaşamakta; Allah, ahiret cennet cehennem hesap gibi uhrevi meseleleri sık sık unutmaktadır. Sürekli ihmal edilen ve unutulan bir şey daha vardır ki oda Yüce Allah’a kulluk vazifemizi hakkıyla yerine getirirken ki hamd ve sena ifadelerimizdeki teşekkür, teslimiyet ve kanaat eksikliğidir.
İnsana sayısız nimet verilmesinin sebebi, onun şükreden bir kul mu yoksa nankörlük eden bir kul mu olduğunu denemek içindir. Kur’an bunu Hz. Süleyman’la ilgili bir olayda şöyle haber veriyor: “Yanında kitaptan bir ilim olan biri, dedi ki; ‘Ben (gözünü açıp kapamadan) onu (kraliçenin tahtını) sana getirebilirim.’ Derken (Süleyman) onu (tahtı) kendi yanında durur halde görünce dedi ki: ‘Bu Rabbimin fazlındandır. O’na şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemektedir…” (Neml 40) Dolayısıyla imtihanı kazanmanın yolu şükürdür. Şükürsüzlük ise imtihanın kaybedilmesi demektir.
“İblis: ‘Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları (insanları) saptırmak için senin doğru yolunun üstünde tuzak kuracağım. Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulamayacaksın’ dedi.” (Arâf 16-17) ayeti kerimede şeytan; insanı şükürden uzaklaştırarak büyük bir başarı elde ettiğini itiraf etmektedir. Şeytanın hedefi insanları şükürden alıkoymak olduğuna göre, şükretmeyen insanın nasıl bir dalâlet içinde olduğu aşikardır.
İnsanoğlunu şükürden alıkoyan pek çok unsur vardır. Bunların başlıcalarından bir diğeri de küfür olgusudur. Nitekim şükrün zıttı küfürdür. Küfür, rızık ve rızkı verenin üzerini örtmek, gizlemek, görmezlikten gelmek; şükür ise, nimeti bilmek, itiraf etmek ve açığa vurmaktır. Şüphesiz bu itiraf yalnızca dil ile olmaz; şükür, imanın eyleme dönüşmesiyle yerine getirilir. Bazı ayetlerde “şükür” kelimesinin iman etmenin, “küfrün” ise inkâr etmenin yerine kullanıldığını görüyoruz: “Rabbiniz şöyle buyurmuştur: ‘Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size (nimetimi, mükâfatımı) artırırım ve andolsun eğer küfrederseniz, şüphesiz benim azabım pek şiddetlidir.” (İbrahim 7)
Şükür, aynı zamanda şirk koşmanın da karşılığıdır. Şirk koşanlar elbette şükretmezler. Onlar zaten Allah’a ortak koşarak O’nun asıl nimet sahibi olduğunu inkâr etmektedirler. Onlardan bir kısmı Allah’tan bir iyilik gelirse şükretmeye söz verirler. Ancak sıkıntıdan kurtulunca tekrar şirk koşmaya devam ederler (En’âm 63-64).
İnsanı şükretmekten alıkoyan bir diğer unsur ise yeterince Yüce Allah’ı tanımamaktır. Yüce Allah’ı Rab olarak tanıyan, bilen bir insan bunca nimeti verenin O’nun olduğunu öğrenince Rabbini sever ve ona itaatte eder. Bundan dolayı tevhit bilinci şükrün ifadesidir. Ancak tevhidi bilmeyen veya yanlış anlayan insanlarda ise şükürsüzlük her daim vardır.
İnsan kul olarak her zaman fakirdir, yani her açıdan Allah’a muhtaçtır (Fâtır 15). Çünkü O’ndan başka nimet veren yoktur. Hal böyle iken hem maddi hem de manevi nimetlerin farkında olan mümin Yüce Allah’a şükreder. Fakr hali şükre götürür. Ancak kendini ğani yani zengin gören ve bu zenginliğin kaynağı olarak da Yüce Rabbini tanımayan insan şükürsüzdür.
Asrımızın gözü doymayan insanlarının şükürsüzlük hastalığı her geçen gün yaygınlaşmaktadır. İnsanlar mali yönden güçlendikçe şımarmakta ve Rabbini unutmaktadır. Modernizm ve sekülerizmin etkisiyle insanlar şükürsüzlük hastalığına yakalanmaktadır. Nimeti veren Yüce Allah unutulunca onun emirleri de unutulmakta ve neticede fakir ğuraba da gözetilmez olmaktadır.
Şükürsüzlüğün bir diğer tezahürü de kanaatsizliktir. Eldeki ile yetinmemek, hep daha fazlasında gözü olmak insanı kanaatkarsız yapar. Bu tür insanlar daha çok kazanmak için aç gözlü davranarak tüm değerlerini ayaklar altına alırlar. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalışan insanlar yarını hesap etmeden, kanaat göstermeden ve şükretmeden yaşayan insanlardırlar.
Kendisine ufak bir şey hediye edildiğinde teşekkür eden kadirşinas insanlar, hiç bunca nimet verene teşekkürü unutmaları mümkün müdür? “Elhamdülillâh (hamd Allah'a mahsustur) de. Fakat onların çoğu düşünmezler.” (Ankebut 63). Hz. Peygamber, ne güzel buyurmuş; “Elhamdülillâhi alâ külli hâl / Her hâlükârda Allah’a hamdolsun.” (İbn Mâce, Edeb, 55). Her daim hamd ve şükreden kullar olmak temennisiyle sağlık, sıhhat ve afiyet dilerim.