Aralık ayı HAMAS’ın kuruluşunu 14’ünde ilan ettiği bir aydır. Dolayısıyla HAMAS ağırlıklı bir sayı üzerinde çalışırken bir HAMAS yetkilisi ile görüşüp röportaj yapmak istedik. Teklifimizi kabul ettiği için Değerli Usame Hamdan’a teşekkürü borç biliyoruz. Bu vesile ile okuyucularımız için bu röportaj ortaya çıktı. Buyrun beraber bakalım…
Usame Hamdan kimdir?
1965 yılında Gazze Şeridi'ndeki Bureij mülteci kampında doğdu. Liseyi Kuveyt'te okudu ve 1982'de mezun oldu. Yermuk Üniversitedeyken İslami Öğrenci Hareketi'ne katıldı. 1994'te HAMAS'ın İran'daki resmi temsilcisi oldu. 1998'e kadar bu görevde kaldı. 1998'de Lübnan'da HAMAS temsilcisi olarak atandı ve bu görevi sürdürüyor.
2004'te Filistinli gruplar arasındaki diyalog sırasında Kahire'de HAMAS'ın sözcüsü olarak görev yaptı. Ayrıca HAMAS ve Avrupa yetkilileri arasındaki görüşmelere de katıldı. 2023 İsrail-HAMAS savaşı sırasında uluslararası alanda çok sayıda platform ve kanalda Lübnan'dan çeşitli konularda röportaj ve yorum yapmak üzere HAMAS'ın medya temsilcisi olarak görev icra etti.
- Hamas neden kuruldu ve temel ilkeleri nelerdir?
'İslami Direniş Hareketi’ (HAMAS), Filistin'in kurtuluşu için mücadele eden bir İslami direniş hareketi olarak kurulmuştur. İşgalin sona erdirilmesi ve Filistin topraklarının özgürlüğü için savaşmaktadır. 'İslami Direniş Hareketi (HAMAS)' ismindeki açık ifadeden de görüldüğü üzere, temel ilkeleri İslam'a dayanır ve hareketin tüm eylemleri, metotları ve tercihleri bu inanca bağlıdır.
HAMAS, İslam'ın Filistin halkının dini olduğuna ve hem Müslüman hem de Hristiyan tüm Filistinlileri koruduğuna inanır. Ayrıca Filistin halkının tüm siyasi, fikri, mezhepsel ve dini farklılıklarına rağmen tek bir halk olduğuna ve işgale topluca maruz kaldığına, bu nedenle özgürlüğe kavuşmaları gerektiğine inanır. HAMAS 'a göre Filistin toprakları Filistin halkına aittir, Kudüs de bu halkın/Filistin Devleti'nin başkenti olmalıdır. HAMAS, Filistinlilerin kendi topraklarında kalma ve geri dönme hakkına inanmaktadır. Özetle, HAMAS, İslami bir hareket, direniş ve mücadele hareketidir. Filistin halkının birliğine ve Filistin topraklarının tamamının kurtuluşuna inanmaktadır. İşte bu temel ilkeler üzerine kurulmuştur.
- HAMAS 'ta liderler şehit oldular. Hareketi yönlendirenler onlar mıdır yoksa hareketin temel ilkelerine mi bağlı kalırlar?
Doğal olarak, hareketi yönlendirenler liderlerdir, bu nedenle lider seçilir. Tüm liderlerin ve hareketin bütünüyle bağlı olduğu temel ilkeler, kurallar ve stratejiler vardır. Ancak bu stratejik ve temel çalışma yolları ile genel stratejiler, hareketi uygulamak için bir lidere ihtiyaç duyar. HAMAS liderleri, liderlerinin kendi saflarından seçilmesine daima önem vermiştir. Bu liderler hareketi yönetir ve stratejilerine bağlı kalır.
Hareketin tarihine bakıldığında, kurucu lider Şeyh Ahmed Yasin şehit olmuştur ve ardından Dr. Abdülaziz Rantisi'yi onun yerine seçmiştir; o da şehit olmuştur. Daha sonra Salah Şehade, Ebu Muhammed El-Caberi ve Ebu'l-Abd İsmail Heniyye şehit olmuştur. Son olarak, liderlerden Yahya Sinvar da şehit düşmüştür. Allah hepsine rahmet etsin ve onları Salihlere ilhak etsin.
Her dönemde yeni bir lider seçilmiş ve bu yeni liderler, önceki şehitlerin emanetini taşıyarak hareketin bayrağını devralmıştır. Böylece hareket, kendisinden önce gelenlerin mirasını ileri taşımış ve mücadeleyi sürdürmüştür. Bu nedenle, Allah'ın izniyle yıllar boyunca yapılan tüm suikastlara ve saldırılara rağmen hareket ilerlemeye devam etmiştir. Suikastların ve saldırıların ardı arkası kesilmese de HAMAS’ın bağlı olduğu ilkeler etkilenmemiştir. Biz, bu yolun nihayetinde zaferle sonuçlanacağına ve birinci saflardaki liderlerin fedakarlıkları olmadan bunun gerçekleşmeyeceğine inanıyoruz.
-7 Ekim’in neden bir dönüm noktası olarak görülüyor, neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuldu?
7 Ekim’in; Filistin davasına, çatışma tarihine, İşgal devleti ve bölge tarihi açısından bir dönüm noktası olduğu tartışmasızdır. Hatta, dünya tarihinin seyrinde bile bir dönüm noktası olduğunu söylersem abartmış olmam. Bu tarih, HAMAS için tarihi bir dönüm noktasıdır, çünkü Filistin direnişinin performansında benzeri görülmemiş bir sıçrama anlamına gelmektedir. Direniş, bu geniş çaplı operasyonda, işgal ordusunun en önemli birliklerinden birini çökertmiş ve Gazze çevresindeki tüm mevzilerini ele geçirmiştir. Bu operasyon, İsrail ordusunun kırılganlığını gözler önüne sermiştir. Bu ordu, ABD’nin sınırsız desteği olmadan direnememiştir. Ayrıca ABD, İngiltere ve Almanya'nın da Filistin halkına ve direnişe karşı savaşta Siyonist rejim ile ortak hareket ettiklerini ortaya koymuştur. Bu operasyon, direnişin doğru yolda olduğunu ve Allah’a tevekkül ile birlikte hazırlığın önemini kanıtlamıştır.
Savaş açısından bakıldığında bu, tarihsel bir dönüm noktasıdır. Çünkü düşman, Filistin davasını yok edebileceğini düşündüğü ilk defa karşısında direnişi, Filistin halkının cesaret ve kararlılığını bulmuştur. Siyonist oluşum, 75-76 yıllık işgalin ardından nihai bir istikrara kavuşabileceğini düşündüğü anda, toprağın ayaklarının altından kaymakta olduğunu görmüştür. Savaş düzeyinde bu olay, düşmanla olan çatışmanın eşi benzeri görülmemiş bir düzeye taşınmasına neden olmuştur.
Siyonist rejimle olan mücadele açısından, bu bir dönüm noktasıdır. Çünkü İşgal, ilk kez Filistin halkını yenmenin ve iradesini kırmanın imkânsız olduğunu açıkça fark etmiştir. Bölgedeki en güçlü ordu, kadınları ve çocukları öldüren, okulları, hastaneleri ve tarım alanlarını yıkan bir ordu olsa da direnişçilere karşı başarısız olmaktadır. Bu nedenle, Siyonist rejimin halkı, bu ordunun güvenlik sağlayamayacağına dair güvenini kaybetmiştir. Bu durum gelecekte bölgenin dengeleri üzerinde büyük etkileri olacak bir durumdur.
Bölgesel düzeyde bu, bir dönüm noktasıdır, çünkü birçok bölge ülkesi Siyonist rejimi kalıcı bir gerçeklik ve Filistin davasını zamanla unutulacak bir mesele olarak görmeye başlamıştı. Ancak bu ülkeler, kalıcı olanın Filistin gerçeği ve Kudüs’teki kutsal mekânlar olduğunu, yok olacak olanın ise işgalci İsrail devleti olduğunu fark etmiştir. Bunun, bölgenin haritası ve siyasi ittifaklar ile uluslararası ilişkiler üzerinde büyük etkileri olacaktır.
Uluslararası düzeyde ise “Aksa Tufanı” operasyonu uluslararası hukuk, insan hakları ve savaş suçlarıyla ilgili tüm iddiaların sahte olduğunu açıkça göstermiştir. Bu yasaların ve değerlerin Siyonist rejim lehine çiğnendiği ortaya çıkmıştır. Siyonist rejim, ABD’nin gelişmiş silahlarıyla Filistin halkına saldırdığında kimse tepki göstermemekte, ancak bir işgal askeri ya da yerleşimci öldüğünde, bu devletin kendini savunma hakkını savunan sesler yükselmektedir. Özgürlük değerleri ve uluslararası hukuk kime hizmet ediyor? Bu savaş, bu değerlerin ikiyüzlülüğünü ortaya çıkarmış ve ABD öncülüğündeki bu Batı koalisyonunun, yalnızca Batılı beyaz ırk için hakları tanıdığını; diğer ulusların ve halkların ise hiçbir hakkının olmadığını göstermiştir. Bu durum uluslararası sistemde ve dengelerde büyük etkiler yaratacak, mevcut uluslararası düzeni etkileyecek sonuçlar doğuracaktır.
-7 Ekim neden gerekliydi ve neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuldu?
7 Ekim'in gerekli olduğunu düşünüyorum, çünkü bahsettiğim birçok şey pek çok kişi için net değildi ve bazı şeyler açıktı, ama birçok taraf bu gerçekleri kabul etmek istemiyordu. Bu yüzden, 7 Ekim gerekli ve önemliydi hem gerçekleri teyit etmek hem de sahteyi ortaya çıkarmak için. Bu durum, uluslararası ve Amerikan tutumlarında olduğu gibi, işgal rejimiyle ittifak yapmanın bölgede kalmanın en iyi yolu olduğunu düşünen bazı ülkelerin duruşlarında da ortaya çıkmıştır.
-Neden Arap liderlerin HAMAS 'a karşı tutumu tarafsız veya olumsuzdur?
Gerçek şu ki ister olumsuz ister tarafsız ister olumlu olsun, tutumları belirleyen ve bu kararları alanlar, bunları bizzat kararlaştıran kişilerdir. Siyasette, direnişe, ulusal haklara ve halkların özgür ve bağımsız olma haklarına olumlu yaklaşanlar, her zaman dünyadaki özgür bireylerdir. Bunlar, değerlere ve ahlaka bağlı olan, cesurca karar alabilen bu kararların sonuçlarına katlanabilen kişilerdir. Bu tür insanlar her zaman olayların seyrinde fark yaratır.
Direnişe veya mücadele eden halklara karşı olumsuz tutumlar sergileyenler, aslında bunu birden fazla sebepten yapıyor olabilirler. Bunlardan biri, düşmanla olan ilişkileridir; başka bir sebep ise kendilerine olan güvensizlikleri olabilir; çünkü bir direnişe destek verirlerse bunun bedelini ödeyebileceklerini düşünmeyebilirler. Belki de bu, tamamen kişisel sebeplerle ilgilidir.
Burada durmak istediğim nokta şu: Dünyanın herhangi bir bölgesinde bir işgal varsa ve bu işgalin haklı olduğu kabul ediliyorsa, bu, işgali kabul edenler için iki olumsuz mesaj gönderir. İlk mesaj şudur: Eğer bir taraf, yeterince güçlü olduğu için işgal ve saldırganlık yapma hakkına sahipse, o zaman bu kişiler, bir gün başka birinin gelip topraklarını işgal etmeyeceğini nasıl garanti edebilirler? Bu durumda ne yapacaklar? Dünyadan yardım isteyecekler mi, yoksa sessiz, tarafsız veya işgali destekleyen bir dünya ile mi karşılaşmak isteyecekler? Bugün herhangi bir işgali, nerede ve nasıl olursa olsun destekleyenler, bir gün aynı şeyin kendilerine yapılacağını kabul etmeleri gerektiğini bilmelidir. Çünkü başkasının topraklarına işgal kabul ederken, kendilerine yapılmasını kabul etmemeleri düşünülemez. İkinci mesaj ise şudur: İşgali kabul etmek kadınların, çocukların ve sivil halkın öldürülmesinin bu kişiler için hiçbir anlamı olmadığı anlamına gelir. Burada şu soru ortaya çıkıyor: Eğer aynı işgal veya başka bir işgal, bu kişilerin kadınlarını, çocuklarını ve sivil halkını öldürse, bunu kabul ederler mi? Buna razı olurlar mı? Bunu doğal bir davranış olarak mı görürler, yoksa bundan öfke duyarak durdurulmasını mı isterler? Bu kişiler, Filistin halkına ve direnişine karşı olumsuz ve düşmanca tavırlar sergilemeden önce, bu soruları kendilerine sormalıdırlar.
-Netanyahu'nun savaş ahlakından yoksun olması, savaşın kişisel bir meseleye dönüştüğünün bir göstergesi olabilir mi?
Gerçek şu ki, sadece Netanyahu değil, aynı zamanda savaş ahlakından ve genel olarak etikten yoksun olanlar var. Netanyahu, savaş bakanı ve terörist saldırılarıyla bilinen Galant, işgal ordusunun Genelkurmayı ve Netanyahu hükümetindeki tüm siyasi liderler, ahlaktan yoksundur. Bu kişilerden öldürme, kan dökme, evleri yıkma, kadınları ve çocukları öldürme arzusu duyuyoruz. Ayrıca, kadınların karnındaki bebeklerin katledilmesini, erkeklerin boyunlarının kesilmesini ve kanlarının dökülmesini içeren, Tevrat’tan alıntı yaparak bu tür vahşi fikirleri açıkça dile getiren hahamları duyuyoruz. Bu metinleri açıkça paylaşıyorlar ve söylüyorlar. Bu yüzden, işgal rejimi tamamen ahlaki değerlerden yoksun, ahlaksız bir oluşumdur.
Ben, Netanyahu'nun meseleyi kişisel bir meseleymiş gibi göstermesinin, öncelikle siyasi bir davranış olduğunu düşünüyorum. Amacı, halkına karşı kendini bir kahraman olarak sunmak ve aynı zamanda derin bir şekilde yozlaşmış olan kendi varlığını savunmaktır. Bu oluşumun yozlaşmışlık seviyesine bakıldığında, Netanyahu'nun, bu Siyonist oluşumda ki en yozlaşmış figürlerden biri olduğunu görebiliriz. Bu yüzden, savaşta kişisel bir kahramanlık imajı yaratmaya çalışırken, aslında faşist ve Nazi zihniyetine sahip bu halkın önünde kahramanlık rolünü oynamaya çalışıyor. Siyonist oluşumun böyle bir ruh haliyle var olması mümkün değildir; bu şekilde devam etmesi, insanlık için felaket, bölge için de bir yıkım olacaktır. Kan dökmenin, kendileri için doğal bir hak olduğunu düşünen bir yapıdan nasıl ahlaki bir tutum bekleyebilirsiniz? Tanrı'nın Yahudileri yaratıp, geri kalan insanları onların hizmetkarları olarak yarattığına ve bu insanları Yahudilere benzettiğine inanan birinin ahlaki duygusu veya insani onuru olabilir mi? Bu yüzden ben, bu Siyonist oluşumun tamamının ahlaki değerlerden yoksun olduğuna inanıyorum.
Netanyahu'nun bu meseleyi kişisel hale getirmesi, onun liderliğini Siyonist oluşumda pekiştirmeye çalıştığının ve aynı zamanda kendi savunmasını yapmak istediğinin bir göstergesidir. Bu Siyonist oluşumda ki herkes, onun yolsuzluk yapan, hırsız ve rüşvetçi olduğunu ve belki de Siyonist rejime ait kanunların bile kabul edemeyeceği daha kötü şeyler yapmış olabileceğini biliyor.
-Zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.