Seni kendi acılarımdan bilirim ey ağlayan coğrafya, ey GAZZE!
Savaşın arifesinde, ihanetin dili pabuç gibi uzamıştı. Savaş meydanına yaklaşılırken ordunun üçte biri ökçesi üzerine “biz bu şartlarda savaşamayız” diyerek geri dönmüştü. Zaferin hüzmeleri, umutlardan süzülürken, okçular tepesi mevzilerinin terkiyle sırtından vurulan ordu dağılırken, ancak yaralanmış peygamberin çağrısıyla bitap bir halde bir araya gelebilen ve kinle şehitlerin cenazelerinin parçalandığı UHUD’un eteklerinden bilirim çektiğin acıları!
Seni kendi acılarımdan bilirim ey ağlayan coğrafya ve ey GAZZE!
Seni Kerbela’dan bilirim.
Ehli beytin kesilmiş kafaları şehir şehir korkuya ibreti âlem olsun diye dolaştırıldı. Görenlerin bazılarının korkudan, bazılarının maslahat mevziisine yatarak suskun kaldığı Kerbela’dan bilirim yaşadığın dostlar içindeki yalnızlığı, çektiğin acıları…
Seni kendi acılarımdan bilirim ey ağlayan coğrafya ve ey GAZZE!
Hz. Ebubekir’in kızı Esma (radiyallahu anha)’nın babası hicret ederken Esma (radiyallahu anha) Abdullah (radiyallahu anh)’a hamileyken, Mekke müşrikleri evi bastılar. Kapıları kırdılar. Esma (radiyallahu anha)’yı tekmelediler. Esma, o yara almış haliyle Medine’ye hicret etmek zorunda kaldı. Kûba’da acılarına dayanamadı ve bu acılar içinde Abdullah’ını doğurdu!
Ama Abdullah (radiyallahu anh) , Abdullah olarak büyüdü.
İslam ümmeti, içindeki fitneler ile boğuşuyordu. Ehli beytin çoğu acımasızca şehit edildi. Abdullah (radiyallahu anh) Mekke’de hicazın sükûnetini sağlamak için halifeliğini ilan etti. Sükûnetin güneşi doğmuştu. İşte tam da ondan sonra Mekke namaz kılanlar, tekbir getirenler tarafından basıldı. Allah’ın evi Kâbe, mancınıklar ile vuruldu. Abdullah’ın (radiyallahu anh) etrafındakiler bir bir dağılmaya başladı. Abdullah (radiyallahu anh), annesi Esma’ya (radiyallahu anha) seslendi:
"Anneciğim, halkın çoğu teslim oldu. Yanımda çok az adamım kaldı. Onlar da fazla dayanamıyorlar. Düşman bana dilediğim kadar dünyalık veriyor. Bu durumda ne yapayım?"
Annesi Esma (radiyallahu anha), Hz. Ebu Bekir’in kızıdır. Peygamber havarisi Zübeyr’in hanımıdır. Peygamberin sahabesidir. Esma, Gazze annelerinin annesidir.
"Oğlum! Sen kendini daha iyi bilirsin. Eğer hak yolda olduğuna inanıyorsan o yolda ölünceye kadar devam et. Eğer meramın dünya ise sen ne kötü adammışsın ki hem kendini hem de arkadaşlarını helak etmiş olacaksın. Dünyada daha ne kadar kalacaksın? Ölüm daha iyidir" diye cevap verdi. O da:
"Anneciğim! Benim fikrim de budur. Dünyaya asla itibar etmedim ve etmem de... Allah'ın emrinden asla sapmadım... Kimseye zulmetmedim. Emanete hıyanet etmedim... Benim için Rabbimin rızası her şeyin üstündedir."
Esma (radiyallahu anha) "Umarım ki sabr-ı cemil üzere bulunurum. Allah’ım Abdullah'ımı sana havale ediyorum. Onun için takdir ettiğine razı oldum. Bana sabredenlerin sevabını ver.”
“Doğru yolda isen, ölümden korkma evladım!” diyerek cesaret verdi.
Abdullah, Gazze’nin gençlerine örnek olarak direnip ruhunu rabbine yükseltti. Abdullah’ın cenazesi günlerce darağacında kaldı.
İşte ey GAZZE! Dostlar arasında cenazesi günlerce darağacında kalan, Mekke’den o acıların duaya dönüştüğü Allah’tan başka kimseye umudu kalmayanların acısından biliyorum acını.
Seni acılarımdan bilirim ey ağlayan coğrafya, ey GAZZE!
İslam ümmetinin birliğini sağlamak, ümmetin arasındaki akan kanı durdurmak için geceyi gündüzüne katarak sana koşan dedem Selahaddin’den bilirim acılarını. Kaç gece uykusuz kaldığını, kaç dilbazı hangi zorluklar ile durdurmaya çalıştığını hangi bariyerleri nasıl zorlu badireler ile geçtiğini öğrendiklerimden bilirim acılarını ey GAZZE, ey ağlayan coğrafya!
Sen Gazze’sin, sen İzzetsin, sen Şerefsin.
Kürdistan’ın sarp dağlarından nefesimi almışım. Coğrafyamda dedelerimin acılarından bilirim acını ey GAZZE!
Prangalara vurularak ailesi ile beraber sürgüne mecbur edilmiş, ölümcül bir hastalığa yakalanarak ruhunu Mekke’de teslim ederken, “Beni annem Hz. Hatice’nin ayakların dibine defin edin ve oğlum! Seyyid Abdulkadir! Siz de memleketinize gidin” diyen Şeyh Ubeydullah Nehri’nin çektiklerinden bilirim acılarını ey ağlayan coğrafya, ey GAZZE!
Kemalist rejim onları derdest ettikten sonra İstanbul’da zorbalık ve eziyet ile Diyarbekir’e oğlu ile beraber getirilen ve sırf acı çeksin diye önce oğlu sonra kendisi darağacında şehit edilince “Zaten sizler yakma ve harap etme konusunda büyük bir şöhrete sahipsiniz. Burayı da Kerbela’ya çevirdiniz. Şunu biliniz ki dehşet ve insafsızca baskı ile şan ve şeref kazanılmaz.” diye haykıran Şeyh Ubeydullah Nehri’nin oğlu Seyyid Abdulkadir’in ve kırk altı direniş şehidinin şehadet diyarı, Diyarıbekir’den bilirim çektiğin acıları ey ağlayan coğrafya, ey GAZZE
Seni acılarımdan bilirim ey ağlayan coğrafya, ey GAZZE!
Çünkü ben, Şeyh Said-i Piran’ın, gurbette şehit edilen Rehber Hüseyin’in, dostların içindeki kalabalıklarda yalnız kalan cenazelerinden ve acılarından biliyorum acılarını.
Ama sen diren kurban olduğum ağlayan coğrafyam! Bugün sana bakıp sessiz kalanlar, beladan uzak durduğunu sananlar, kazanmadı. Sen kazandın. Gökten gelen haber böyle müjdeliyor.
“Sanma ki yaptıklarından memnun olanlar, yapmadıklarıyla övülmekten hoşlananlar, evet, sanma ki onlar azaptan kurtulacaklardır! Onlar için elem verici bir azap vardır.” (Ali İmran 188)
Kalbim ayakları altında olan GAZZE, sen diren kurban olduğum coğrafya! Kazanan sen olacaksın!
O rahatı yaşadığını sananlar, en fazla belki esaret içinde birkaç gün daha fazla nefes çekerler ebedi gibi hesap yaptıkları bu dünyada. Sonra elleri yanlarına sarkmış şekilde ölümle ahiret hesabına gelmek zorunda kalacaklar. İşte o gün ağlayan sen değil onlar olacaklar. Ve Allah’tan umudum, duam o ki beni de affederek senin yanına atacaklar.
Seni acılarımdan bilirim ey ağlayan coğrafya, ey GAZZE!
Bundan emin ol!
Yarın gülen ve kazanan sen olacaksın! Buna dair göklerden gelen müjde vardır. “Öyleyse cesaretinizi yitirmeyin ve üzülmeyin. Eğer gerçekten inanıyorsanız, mutlaka üstün gelecek olan sizsiniz.” (Ali imran 139)
Ey GAZZE!
Sen ağlayan bir coğrafya, direnen bir yüreksin. Yerin altını şehitler ile doldurdun. Ama göklerin yedi katında, izzet ve şerefin zirvesini kazanan bir meleksin.