Şehitler, İslam davasının nadide çiçekleri…
Şehitler, hak yolun ölümsüz kahramanları…
Şehitler, iman davasının motoru, enerjisi ve dinamizmi…
Şehitler, imtihanın çileli ve mücadelenin zorlu güzergâhında fedakârlık, adanmışlık, vefa, diğerkâmlık ve cefakarlık numuneleri…
Şehitler, tanındıkça kendilerine imrenilen ve anlatıldıkça yolumuza aydınlık olacak öncü erler…
Şehitlerin her biri insanlığa kulluk, ahlak, edep, ilim ve hikmet bağlamında dört başı mamur birer örnektir.
Hayatları anlatılınca, mücadeleleri kaleme alınınca kelimelerin tarif etmede kifayetsiz kaldığı izzetli bir duruşun şahitliğini yapan şahit/şehitlerdir.
İslam davasını anlamaya, tanımaya ve uğruna çalışmaya çalıştığım yıllar…
12 Eylül darbesinin hemen sonrası… 1980’li yılların son demleri…
17 yaşındayım ve üniversite sınavına girişin ilk yılı…
İslam daveti için kitapevlerinin önemli işlev gördüğü günler…
Diyarbakır’da Balıkçılar’da bir kitapevinde oturuyoruz. Kitapevine bakan yaşça bizden büyük bir ağabey bize davetten ve davetçilerden etkili bir üslupla güncel örnekler sunuyor. Konuşmasının bitiminde “İster misiniz, bu anlattıklarımın somut bir örneği olan bir şehidin mezarına sizi götüreyim?” diye bir teklif sunmasın mı?
Kim istemez ki…
Ve Mardinkapı Mezarlığı’na doğru yola koyuluyoruz ve yanı başına vardığımız taşında “Şehit Şeyhmus Durgun” yazan mütevazı bir mezar durağımız oluverir.
Ölümlü dünya hayatını ölmeyen ölümsüzlükle taçlandıran bir hayat, kılavuzumuzun dilinden yüreğimizin derinliklerine “Ah şehadet bana da uğramaz mısın?” arzusuyla ve sonrası kendisiyle arkadaşlık yapılma saadeti nasip olan daha nice şehit…
12 Eylül darbesi hem öncesi hem sonrası Türkiye Müslümanları için zorlu bir süreç olmuştur. Müslümanlar, sağ sol ayrışması ve çatışmasına taraf olmadıkları halde iki tarafın tazyiklerine maruz kalmış ve saldırılarına uğramış. Darbe sonrası, davetçi Müslümanlar askeri vesayetin gadrine uğramış ve İslami camia içinde yer alan birçok Müslüman zindana atılmış. Metin Yüksel, Sedat Yenigün ve Hüseyin Kurumahmutoğlu gibi birçok Müslüman şehadet şerbetini içmiştir.
Şeyhmus Durgun, bu dönemde hayatı Müslümanca bir duruş ve İslam’a şahitlikle yaşamış bir dava öncüsüdür.
Şehit Şeyhmus, davet çalışmalarında çok aktif ve gayretli biriydi.
Beyoğlu’nun arka sokaklarında mütevazı bir evde oturan ve mütevazı bir kişiliğe sahip olan Şeyhmus Durgun, gençlere Müslüman sorumluluğu bağlamında bir ağabey olduğu gibi boykot, miting, duvarlara yazılar yazma, afiş asma ve davayı diliyle, kalemiyle anlatma gibi noktalarda öne çıkan sabırlı, kararlı ve gayretli bir davetçidir.
Şeyhmus Durgun, Diyarbakırlıdır. Gözlerini imtihan yurduna 1954’te açan Durgun, ilk ve orta eğitimini Diyarbakır’da tamamlar. İTÜ Makine Mühendisliğini kazandığı yıl Akıncı gençlik vasıtasıyla İslami dava ile tanışır ve davet çalışmalarına başlar. Öğrencilik yıllarında Fatih Vakıflar ve Yeşildirek Rüstempaşa Yurdu’nda kalır. Milli Türk Talebe Birliği’nin farklı çalışma organlarında görevler alır. Ve üstlendiği her görevi ‘sorumluluk, hikmet ve gayret bilinciyle yerine getirir. MTTB’nin yayın organları Çatı ve Milli Gençlik’te idarecilik yapar. İslam daveti, Müslüman davetçi, İslam düşmanlarının tutum ve yaklaşımı, ideolojik saplantılar ve etkileşim gibi birçok konuda yazılar yazar ve yayınlar.
Her dönemin mazlumlarının başında bir tehdit gibi duran ‘Demokles kılıcı’ türünden zulüm şekilleri, vasıtaları ve yasaları vardır. 12 Eylül dönemi Müslümanları için 163. madde bu kapsamda bir maddedir. Bu madde, şu şekildedir:
“Laikliğe aykırı olarak, devletin içtimai veya iktisadi veya siyasi veya hukuki temel nizamlarını, kısmen de olsa dinî esas ve amaçlara uydurmak amacıyla cemiyet tesis, teşkil, tanzim veya sevk ve idare eden kimse iki yıldan yedi yıla kadar ağır hapis cezasıyla cezalandırılır.”
Şeyhmus Durgun, 15 Nisan 1978 tarihli “Bu Böyle Biline” başlıklı yazısından dolayı 163. madde kapsamında gözaltına alınır, tutuklanır. Bu suçlama ile mahkemeye çıkarılan Durgun, beş yıl hapis cezasına çarptırılır. Önce Bayrampaşa, ardından Çanakkale Kapalı Cezaevi’nde kalan Şeyhmus Durgun, o günün hapishane şartlarındaki tazyiklere, baskılara maruz kalır. Hapishaneler, bir ıslah yeri veya cezasını tamamlama yerleri olmaktan ziyade yemek, oda şartları, idare yaklaşımı, gardiyan muamelesi yönüyle tam anlamıyla bir sindirme ve işkence yeridir. Şeyhmus Durgun hapishane şartlarını, günlerini, yaşadıklarını belirli aralıklarla yazdığı mektuplarda ve yazılarında dile getirir. Aşağıdaki cümleler, şehidin hapishane günleri ve sıkıntıları karşısındaki tavrı anlama yönüyle önemlidir. Bu satırlar, aynı zamanda nerede olursa olsun Şehid Şeyhmus Durgun’un bir şahit gibi yaşadığını gösterir:
“…Basında hak ve hakikati haykıranların en kısa cümlesi 163 gibi bir zulüm maddesiyle prangaya vurulur; Batı ve Batı'nın saçmalıklarının sistemleştirilmişi ideolojilere perçinlenmiş paçavra gazeteler gırla satılır; hayâ denen yüce mefhumdan en ufak bir payı olan birini bile utancından yerin dibine geçirecek derecede iğrenç ve sefil resimler boy boy sergilenir; tabii bu arada “toplumda seksüel eğitim ve öğretimin devletçe müesseseleştirmesi gereklidir” yaftasının taşınması da unutulmaz…”
“…İçeriye düşmeme sebep olan Çatı’daki yazıyı da o yıllarda yazmıştım. Mahkemesi epey sürmüştü. Nihayet 83’ün Mayıs’ında 6 yıllık cezayı geçirmek üzere İstanbul Sağmalcılarda hapis hayatımız başladı. Epey geçti. Hapisten çıkmaya 15 ay 3 gün kaldı. 86’nın Temmuz 28’inde dışarı çıkacağım. Anlayacağın pek bir şey kalmadı…”
“Uzun müddettir bir şeyler yazmadım. Hapishanenin halini tahmin edersin. Sıkıntı ve monoton bir akış günler boyu sürüyor. Bin bir türlü halimiz oluyor. İyisiyle, kötüsüyle... Burada aldığımız haberlerle uğraşıp duruyoruz. Sanırım, çıkışa kadar böylesi şeyler olup durabilir. Ne yapabilirim ki... Hayatım devam ettikçe çok şeyler yaşayacağım. Bu herkes için böyle... Güzel olan, hayatı iyi şeylerle geçirebilmeye çalışmak. Senin için, benim için.. Ve bildiklerimiz için... İnşaallah.. (cc)”
“…Anla artık!... Öğren artık!... Araştır artık!... Göster artık!... Bil artık!... Kavuş artık!.... Yap artık!... Sen anlamadıkça, Öğrenmedikçe, Araştırmadıkça, Göstermedikçe, Bilmedikçe, Kavuşmadıkça, kurtuluşu bekleme... Uyan, Müslüman uyan... Müslüman, uyan, uyan.”
Şeyhmus Durgun, cezaevi günlerinin bitmesine az kalan günlerde tahliye olmayı umarken Allah, onun için farklı bir takdir tayin eder: Şehadet
Öyle bir şehadet ki bir yönüyle o günün zalimlerinin zulmünü deşifre eden şahitlik, bir yönüyle Müslüman gençliğe örneklik olacak bir şahitlik… Durgun, Çanakkale Hapishanesi’nde zulme gönüllü köle olmuş gardiyanların eliyle faili meçhul bir cinayete kurban gider. Ve çok arzuladığı şehadet makamına Yusufi mekânlarda ulaşır. 23 Ekim 1985 Çarşamba günü şehid olan Şeyhmus Durgun, İslam düşmanlarının kirli komplolarının ve çirkin dezenformasyonlarından kurtulamaz. Şehidin naaşı, Çanakkale zindanlarının surlarından aşağı atılır ve intihar süsü verilir. Türkiye Müslümanları bu tür komplolara uzak değiller. Şehid Murat Bilik ve Cemal Tutar da aynı şekilde şehid edilmemiş miydi?
Şehid Şeyhmus Durgun, 29 Ekim 1985 Salı günü, yakınları ve sevenleri tarafından Diyarbakır’da ebedi istirahatgahına bir kapı hükmünde olan Diyarbakır Mardinkapı Asrî Mezarlığı’na defnedilir.
Şehidin yazıları tarihe iz düşsün ve unutulmasın diye son bir yıldır dergimiz İnzar’da ay ay yayınlandı. Böylece maneviyatta onu da yazarımız olarak görme bahtiyarlığına eriştik. Rabbim şehadetini makbul eylesin, uyanışa vesile kılsın. Amin