İnsanlık tarihinde kavimlerin yaşam öyküleri veya tarihleri anlatılırken bu kavimlerin tarih sahnesindeki mücadeleleri ile var olmuş veya yok olmuşlardır. Var oluş ve yok oluşları da insanlık için tarihi ibretler ve dersler niteliğinde miras olmuşlardır. Tarih, insanlık için bir önceki nesillerin bir sonraki nesillere bırakılan mirasıdır. Bugüne kadar gelmiş bugünden sonra da bu miras kalmaya devam edecektir. İnsanlık tarihinin mirasını en iyi dinler tarihi ve o dinin bir tarih yazmasında etki ve katkısı olan peygamberler ile yeryüzünde yasa koyması için Allah tarafından gönderilen kutsal kitaplardır.
İnsanlık tarihini gelecek nesillere güçlülerin ve galiplerin yazmış olduğu tarihi metodolojisi ile değil; tarafsız, yansız, iyiyi kötüden, zalimi mazlumdan, hakkı haksızlıktan ayırıp tarafsız bir şekilde anlatan vahiy metinleri olmuştur. Yine son din ve son vahiy kaynağı olan Kur’an-ı Kerim ezilmiş, zulme uğramış, küçük düşürülmüş mazlum kavimlerin tarihi serüvenlerini anlatırken tarih felsefesi açısından, tarihin meydana getirdiği insan psikolojisi açısından çözümlemeler sunarak anlatır.
Kur’an-ı Kerim’ de Allah Teala, İsrailoğullarının azgınlığı ve taşkınlıklarının yanında zulme uğramışlıklarından da bahseder. Ve o zulme uğramış topluluklara birçok peygamber göndermesine rağmen onların pek azı mü’min ve muvahhid olarak tarih sahnesindeki yerlerini almışlardır. Nitekim bunlardan Kur’an-ı Kerim bahsederken olayın felsefi tarih yönünü insani açıdan psikolojik tahlillerinde ele alarak şöyle bahseder… “Peygamberleri onlara “Allah size Tâlût’u hükümdar olarak gönderdi” dedi. “Biz hükümdarlığa ondan daha lâyık iken ve ona servet bakımından bir zenginlik de verilmemişken onun üzerimize hükümdarlığı nasıl olur?” dediler. Peygamber “Allah onu sizin için seçti, kendisini ilimde ve bedende daha güçlü kıldı” dedi. Allah mülkünü dilediğine verir ve Allah (zât ve sıfatlarında) sınırsızdır, her şeyi bilir.” (Bakara, 247)
İnsanlık tarihi geçmişte olduğu gibi bugün de insanlık için sorun ve problem teşkil eden israiloğullarının azgın, doyumsuz ve tarihi safsatalar ile oluşturdukları din anlayışları ile yeryüzünde fitne fesat çıkartarak, mazlum ve mustaz’af bir halkı topyekûn bir soykırıma maruz bırakarak Firavun’un misyonunu üstlenerek sırf Musa Kelimler doğmasın diye israiloğullarının doğan tüm erkek çocuklarını doğar doğmaz katlediyordu. Bugün de israiloğulları Firavun’un çocuk katletme psikolojisini benliklerine yerleştirerek erkek – kız çocuğu fark etmeksizin katlediyor. Zalim, varisi olduğu zalimi zulümde geri bırakarak daha doğmamış çocukları katlediyor.
Buna karşın Talut’ un ordusu direniyor. Elinde imkanlar olmamasına rağmen mustaz’af bir konumda Calut’ a karşı, Davut gibi sapan ile en güçlü savaşlarını ortaya koymaktadırlar. Korkmadan, Allah’a isyan etmeden tıpkı Talut ve Davut’ un itaatkârlığı ile var olma savaşını veriyorlar. Savaş hukukuna riayet etmeyen, çocuk ve kadın katili israiloğullarına direniyorlar. Çocuk ve kadınları katleden katilleri cezalandıran izzetin, şerefin, var olmanın savaşçı mirasçılarıdır onlar.
Filistinli savaşçılar ve Filistin halkı tarihin tekerrürü ile iki şekilde imtihan ediliyorlar. Hz. Musa kıssasını birebir yaşayarak; erkek, kız çocuklarının ve kadınlarının yahudi katillerce öldürülmesi... Buna karşın bir de aynı dinin mensupları olan kardeşleri…
Filistin halkını, Yusuf’un kardeşlerinin onu kuyuya atarak ölüme terk etmesi gibi Müslüman idarecilerce terk edildiler.
“Dediler ki: “Ey Mûsâ! Orada zorba bir topluluk var, onlar oradan çıkmadıkça biz oraya asla giremeyiz. Ama oradan çıkarlarsa biz hemen gireriz. Korkanlar arasından Allah’ın kendilerine lütufta bulunduğu iki (yiğit) adam şöyle dedi: “Kapıdan üzerlerine hücum edin; oraya girdiğiniz an artık kesinlikle siz galipsiniz. Eğer müminler iseniz ancak Allah’a güvenin.”İsrâiloğulları, “Ey Mûsâ! Onlar orada bulundukları sürece biz oraya asla girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız!” dediler. Mûsâ, “Rabbim! Ben kendimden ve kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum. Artık bizimle bu yoldan çıkmış kavim arasında sen hükmet” dedi.” (Maide, 25)
Aksa Tufanı ile birlikte Yusuf’un varisleri Filistinli mücahidler, Yusuf’un kuyusundan çıkarak savaş meydanında, Calût ve ordusuna karşı ayrıca onları terk eden din kardeşlerine ithafen dediler ki…
“Câlût ve askerlerinin karşısına çıkınca da “Rabbimiz! Bizi sabırla donat, bize sebat ver ve inkârcı topluluğa karşı bize yardım et!” diye niyazda bulundular.” (Bakara, 250)
Bu duanın psikolojisi ile fıtratları ve benlikleri Rahman’a teslim olmuş savaşçı bireyler olarak Calût ordusuna ve dünya müstekbir firavunlarının en gelişmiş ölümcül silahlarına karşı aylardır savaşıyorlar. Calut’un alnını ve böğrünü defalarca sapan taşları ile dağlayıp öldürdüler. Fakat Yusuf’un kardeşlerinin ihaneti gibi, din kardeşlerinin bu savaşta onları yalnız bırakmaları ihanetini bir türlü üzerlerinde atamıyorlar. Asıl galip iken yenilgiye uğradıkları taraf, kendi din kardeşlerinin onları kuyuya atıp terk etmeleri oldu.
Nasıl Yusuf kuyudan çıktı ise, Talût nasıl Calût ordusunu yenilgiye uğratıp tarih sahnesinde var oldu ise inşallah Filistinli Mücahidler de azgın çocuk katili Firavun varisi Yahudileri tarihi sahnesinden sildikleri gün; kardeşleri olarak biz onlardan nasıl af ve merhamet dileyeceğiz… hangi yüzle…