Siyonistleri destekleyen iktisadi kuruluşları boykot etmek çok mu önemsiz? Evet, diyen biri varsa ya dünyadaki gelişmelerden habersizdir ya da akıldan yana sorunludur. Zira siyonistlerin mallarını boykot etmek, siyonisti kalbinden vurmaktır, onun tanklarını yakıtsız, teröristini mermisiz, fabrikasını üretimsiz, kasasını boş bırakmaktır.
Madde olmadan Yahudi sadece bir hiçtir. Koca bir hiç! Çünkü onun bütün varlığı maddedir. Yahudiler, eskiden madde ile yaşıyorlardı, sonra madde ile dünyanın tepesine çıktılar ve şimdi madde ile biz Müslümanları katledip Filistin’e tamamen hâkim olmaya çalışıyorlar.
Diğer taraftan bakalım: Ellerindeki madde alınsa Yahudiler, Filistin’e hâkim olamayacaklar. Dünyanın tepesinden inecekler ve sonra, insanlığa yaptıkları kötülüğün bedelini ödeyecekler! Bunu yapmak çok mu önemsiz? Asla! Ama çok basit olduğu muhakkak! Hepimizin kolay katılabileceği ve katılması gerektiği başlı başına bir cihad!
1920’li yılların başlarında Rus istilasından dönen bir alim, “Evlatlarım! Bundan böyle cihad iktisadidir, cihad iktisadidir, cihad iktisadidir!” diye seslenmiş de o gün ne dediği tam anlaşılmamıştır.
Yahudiler ve Madde
En az iki yüzyıldır Yahudi için madde, haşa her yerde onun hazır ve nazır tanrısı gibidir, onun hamisi, onun makamlardaki merdiveni, dünya ile dalga geçmesinin mutlak sağlayıcısıdır. O, madde ile vardır ve maddesiz de yoktur.
Şöyle ki:
Tarih Miladi on dokuzuncu yüzyılın ortalarına doğru aktığında Yahudiler, 1789’daki Fransız İhtilali’ne rağmen hâlâ bir hiçtiler. Gettolarından çıkıp sosyal ve siyasal nizam içinde yer almak için “Ben Hristiyan oldum!” demek zorundaydılar. Nitekim Karl Marks’ın babası da avukatlık mesleğini dahi icra etmek için öyle demişti.
Marks, onun bu sahtekârlığı sayesinde biraz olsun rahatlamıştı. Siyonizm fikrini ortaya atan ilk kişi olan Moses Hess’in babası ise inat etmiş ve Mosses, Marks’a göre dezavantajlı kalmıştı. İkili yanlarına Engels diye birini de aldılar. Engels, kafaya aldıkları protestan bir fabrikatör çocuğuydu, her şeyi paradan ibaret zanneden bir ahmaktı, diğer ikisi ise birer şeytan.
Yahudiler, o güne kadar sınırsız hazineler biriktirmişlerdi, paraları ile saraya kadar çıkabiliyorlar, saraylarda her tür pis işi görebiliyorlar ama sarayda oturmak onlara yasak gibiydi. Sokakta kendi kimlikleriyle görülünce aşağılanıyor, kimi zaman yüzlerine tükürülüyorlardı. Zira adları hep kötülükle anılmıştı, nerede bir savaş ve fuhuş ekonomisi varsa içindeydiler. Para kazanmak için her şeyi tüketenin insanlık nezdinde hiçbir değerleri yoktu. İnsanlık, bu türlerden hep tiksiniyordu.
Marks ve arkadaşları Yahudileri bundan kurtaracak bir dünya tasavvur ettiler. Sonuçta şu yolu buldular: Yahudi’nin yaşam kaynağı madde olduğuna göre, insanlığın hepsi maddeye kul köle olursa Yahudi, bütün insanlığın kılavuzu olur, gettosundan kurtulur, insanlığın sarayına çıkar!
Öyleyse öyle bir dünya kurulmalıydı ki en büyük değer madde olmalıydı. İnsan, madde için çalışmalı, insanlık sadece madde ile ölçülmeliydi. İnsanlar, davranışlarının motivasyon kaynağı olarak sadece maddeyi bilmeli, maddeye karşı hiçbir kutsalı tanımamalıydı. Dolayısıyla insanlık, madde için bütün kutsallarını satabilmeliydi. Bu, hiç kuşkusuz bir madde yarışı başlatırdı.
Yahudi kökenli biri olarak Marks’ın bireyleri doğrudan etkileme şansı zayıftı. Marks, Avrupa’da Endüstri Devrimi ile birlikte köylünün yerini alan ama köylüye göre dahi daha sefil bir hayat yaşayan işçi sınıfının zafiyetine seslendi. “Esas olan üretimdir, emektir!” diyerek işçileri daha çok kazanma ve aynı zamanda siyasal sistem içinde yer alma yarışına sokacak fikirler öne sürdü.
İşçiler sefalet içinde böyle bir açılıma muhtaç olunca Marks’ın fikirleri tuttu. Lâkin günün sonunda işçiler sistemin hâkimi olamadılar ama Yahudiler, Batı’nın hem kapitalist hem sosyalist kanadında, tabiri caizse Hristiyan zindanından çıkarak sistemin tepesine çıktılar.
Her nedense (!) Marks’ın sebep olduğu işçi isyanı Yahudi kapitalistlerin tahakkümündeki Batı Avrupa ve Amerika’da hiç etkili olmadı. Marks, sadece Alman ve Rus kapitalizmini yerle bir etti. Onu Çin kapitalizmi izledi. Böylece küresel ölçekte üretim Yahudilerin eline geçti.
Düne kadar itilip kakılan Yahudiler, sosyalizm sayesinde Rusya ve Doğu Avrupa’da Lenin’in şahsında tarihte ilk kez “imparator” olurken Batı Avrupa ve Amerika’da da Yahudi tüccar, sistemin efendisi oldu. Nihayetinde Yirminci yüzyılın sonunda sosyalizm de yıkıldığında Yahudi tüccar, küresel güç konumuna çıktı. Artık hükümetler ve büyük şirketler, onun önünde eğiliyor, üniversiteler dahi kabul görmek için bilgiyi onun dilediği gibi üretiyorlardı. Yahudi, insanlığın efendisi (!) oluvermişti.
Üstelik Marks’ın “Üretim/emek kutsaldır!” hikayesi de artık bitmişti. Artık üreten değil, tüketen kutsanıyordu. Kişi, tükettiği kadar yüceldiğine inanıyor, tükettikçe daha çok öne çıkıyor ve saygı görüyordu. İş o noktaya vardı ki insanlar, artık fabrikalarını değil, villasındaki lüks yaşamı teşhir ederek ünlenmeye başladılar. Bu yönde sahte medya fenomenleri bile türedi.
Mesele şudur: Ticaret Yahudi’nin elinde ve kişiler tükettikçe Yahudi’nin kasasına para aktarıyorlar. Tüketim yarışı kızıştıkça insanların cebindeki para, bir hortumla aktarılırcasına Yahudi’nin kasasına geçiyor.
Yahudi, o para üzerinden artık sadece devletlerin yönetimlerine değil, aynı zamanda halkların zihinlerine dahi hükmetmektedir.
Devletler ve büyük şirketler; Yahudilerin tahakkümündeki bankalardan kredi; medya organları onlardan reklam alabilmek için Yahudi’nin önünde el pençe divan duruyor. Halklar, Yahudilerin dünya üzerindeki tahakkümüne inandırılmış, Yahudilerle mücadele edenlerin refahı sürdüreceklerine kuşku ile bakıyor.
İnançsızlaşan, değerlerini yitiren insan, mutluluğu tüketmekte görüyor, tüketemeyince mutsuzlaşacağını, hiçleşeceğini düşünüyor. Ona daha çok tüketim imkânı verecek olanın ardına düşüyor ve koşuşturma onu Yahudi’nin köleliğine götürüyor.
O hâlde bu kölelikten kurtulmanın ilk adımı, hayatı sadeleştirmek, kendimizi aşırı tüketimden korumak, başkalarıyla tüketim yarışına girmekten vazgeçmektir. Rabbimiz, Mescid-i Aksâ’nın kutsiyetini ifade eden İsrâ Sûresi’nde “Saçıp savuranlar (müsrifler) şeytanın kardeşidir.” (İsra Sûresi, 27) buyuruyor.
Bu ilahi fermanın İsrâ Sûresi’nde olması tesadüf olabilir mi? Daha ne kadar mucizeye “tesadüf” deme cehaletinde bulunacağız.
Hayır, aşırı tüketim Yahudi’yi güçlendiriyor; Yahudi’nin güçlenmesi, insanlığın köleleşmesi, Müslümanların katli ve Mescid-i Aksâ’nın esareti demektir. Buna hizmet, şeytanın kardeşliği değil de nedir?
Bir an önce hep birlikte tövbe edip şeytanın kardeşliğinden istifa etmeli, ihtiyacımız olmayanı almama iradesine, yüceliğine, insanlığına ve İslâmî şuuruna terfi etmeliyiz.
Bu mahiyette, Yahudi’den asla almayacağız ki teröristi silahsız kalsın da Ebû Ubeydelere esir düşsün, tankı mermisiz kalsın Gazze’ye yürümesin, uçağı yakıtsız kalsın ki çocuklarımızın, hastalarımızın, yaşlılarımızın üzerine bomba yağdırmasın. Kasaları boş kalsın ki kimse onlardan para alıp insanlık onurunu ayaklar altına almasın. Fabrikaları işlemesin ki kimse kendisini onlara muhtaç hissetmesin. Nihayetinde Yahudi, gettosuna dönsün ki insanlık nefes alsın!