Nisâ Sûresi (74 - 76)
فَلْيُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ يَشْرُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا بِالْاٰخِرَةِۜ وَمَنْ يُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَيُقْتَلْ اَوْ يَغْلِبْ فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً ﴿٧٤﴾
وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَاۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِياًّۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَص۪يراًۜ ﴿٧٥﴾ اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۚ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُٓوا اَوْلِيَٓاءَ الشَّيْطَانِۚ اِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَع۪يفاً۟ ﴿٧٦﴾
“O halde, dünya hayatını âhiret karşılığında satanlar Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.” (74)
“Size ne oldu da Allah yolunda ve "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!" diyen çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” (75)
“İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise bâtıl dava uğrunda savaşırlar. Şu halde şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphe yok ki şeytanın planı (tuzağı) daima zayıftır.” (76)
Yazımıza mazlumların Rabbi, sahibi ve hamisi olan Allah’a hamd ile başlayalım. O Allah (celle celalüh) ki kendisi ile mazlumun yardım feryadı arasına bir perde koymamıştır. Zulmün ebter olmasının, zalimlerin ömürlerinin uzun olmamasının nedenlerinden biri de budur.
Size ne oluyor ki ayet-i kerimesi her ne kadar ilk bakışta müminlere yönelik bir yerme içeriyor gibi anlaşılsa da yüzeysel bakıştan sıyrılıp derin tefekkürle incelendiği zaman, aslında müminlere büyük bir sorumluluk tevdi edildiğini ve bu büyük sorumluluk gerekçesi ile büyük bir makam verildiği görülecektir. Bu da yeryüzünde özellikle zayıf bırakılmış zulüm altında inleyen kadınların, çocukların ve dahi ister beli bükülmüş ihtiyarlar olsun isterse de biyolojik olarak güç sahibi ama gerçekte gücü elinden alınmış erkekler olsun mazlum insanların feryatlarını cevapsız bırakmama, onlara adaletli bir yaşam sunma makamıdır.
Savaş gibi can pazarının kurulduğu bir meydana müminin koşarak gitmesini sağlayacak iki ana unsur vardır ve bu her iki unsur da kalbî’dir. Diğer insanları savaş meydanına başka unsurlar sevk edebilir. Savaşmayı kârlı sayacağı için gidebilirler savaşa diğer insanlar. Hamaset onları canlarından bile geçecek şekilde tahrik edebilir. Şeytani arzular veya nefsani dürtüler diğer insanları savaş meydanına sürebilir. Ama müminin sadece kalbi eylemleri savaş meydanına koşarak gitmesini sağlayabilir.
- Eğer bu savaş Allah yolunda ise; iman eksenli bir savaş ise… Allah’ın kulları ile Allah’ın dini arasında var olan engelleri ortadan kaldırmak amacıyla başlatılan bir savaş ise…
- Herhangi bir coğrafyada ellerindeki devasa güç tarafından zehirlenip kendilerini dev aynasında görenler zayıf bırakılmış insanlara zulüm ediyorlarsa… Ve zayıf bırakılanlar ellerini Rabb-i Rahim’e açıp O’ndan yardım dileniyorlarsa… Gözleri belki doğru dürüst tanımadıkları Rablerinden gelecek bir kurtarıcının yolunu gözlüyorsa… Hele bir de bu zayıf bırakılmışlar anne, bacı, eş veya kız evlat vasıflarını haiz kadınlar ise ya da insanlığın en masum hatta yeryüzünde dolaşan melekler diye tabir edilen kız veya erkek çocuklar ise… Veya gücü kendisinden çekilmiş, çaresizlik zincirleri ile bağlanmış bir erkek ise…
Bu durumlardan herhangi biri bile meydana gelmişse mümini savaş meydanına koşmaktan alıkoyacak bir şey yoktur. Bu iki sebebin birleştiği durumlarda ise savaş meydanına ulaşamamak mümin için en acı ölümlerden bile daha elemli olur. Ayet-i kerimede geçen “size ne oluyor ki” ibaresi aslında bu gerçeğe, olması gereken duruma işaret ediyor.
Ayet-i kerimenin Müslüman davetçilerin eğitimine yönelik dikkat çektiği bir başka unsur da; mümin bir insana iş gördürme yöntemi hakkındadır.
Davetçiler Kur’an-ı Kerim’in “tefekkür etmez misiniz” “akletmez misiniz” benzeri terimler dolayısıyla neredeyse “akılcılık” düşüncesine tutulma gibi duruma düşmüşler. Oysa bu tür terimlerin kullanıldığı ayet-i kerimeler incelendiğinde bunların daha çok genel anlamda insanları muhatap aldığı görülecektir.
İnsan sadece akıldan ibaret bir varlık değildir. Gönül dediğimiz kalb tarafı var. Ruhu var. Bedenin temsilciliğini yaptığı hayvani yönü var. Ve en son alimlerimizin “Allah’ın sırrı” diye tabir ettikleri ve açıklamaktan aciz olduklarını itiraf ettikleri yönü de var insanın… akıl insanı harekete geçiren bu unsurlardan sadece bir unsurdur. İnsanın hepsi değildir akıl…
İslam mektebinin tedrisinde uzun yıllar geçirmiş, ruhu, kalbi, aklı, duygu ve düşünceleri hatta hevesleri dahil İslam’ın terbiyesi ile eğitilmiş bireylerin, toplumların bu güç unsurları yokmuş gibi davranılamaz ya da bu unsurlar mümini Allah rızası dışındaki amaçlara sevk edebilir koruma refleksi ile hareket edilip görmezden gelinemez.
Söz konusu durumun ehemmiyet ve ağırlık derecesine göre bazen bu unsurların hepsi harekete geçirilmek durumunda kalınabilir. Bazen insanın hayvani yönü akıldan bile daha iyi iş görebilir. Hayvani bir özellik olan öfke akılla beraber kullanıldığı zaman muazzam neticeler, faideler elde edilebilir. Bu, gözden kaçırılmaması gereken bir durumdur.
Şu an Gazze’deki savaş şeriat-ı garra’nın cihadın ve savaşın amacı olarak belirttiği tüm unsurları içeren bir savaştır. Yeryüzünün tüm zalimlerinin yıllardır zayıf bırakmaya çalıştıkları mümin bir topluluğa karşı başlattıkları bir kırım ve kıyım savaşıdır. Milyonlarca kadın ve çocuk her an ellerini göğe açmış Rablerinden kendilerine sahip çıkılması için ihlasane yalvarıyorlar. Tek farkları memleketlerinden çıkarılmayı değil ölümüne direnmeyi tercih ediyorlar ki kanaatimce bu, yardımlarına koşulmayı daha fazla icap ettiriyor.
Bir mümin bu etkenlerin birleştiği bir savaşa duyarsız, umarsız kalamaz… hangi engel veya engeller imanına karşı kendisine yardım etse bile imanına galebe çalışamaz. Bir müminin imanı bugün, kendisine ve tüm engellere rağmen bir yol bulup bu cepheye bir şekilde el uzatmasını sağlar.
Son olarak;
İslam ümmetine bir sorumluluk yüklenmişse bu sorumluluğu ve bu sorumluluğun tüm gerekliliklerinin yerine getirilmesi vacipler dairesi içindedir. Nasıl ki namaz için abdest farz ise yeryüzünde zayıf bırakılmışların feryadına icabet etmek için gerekli hazırlıkları yapmak da aynı şekilde farzdır. Ümmet hangisi olursa olsun farziyetlerinden tek bir tanesini bile terk ettiği zaman bunun bedelini ağır bir şekilde öder. Bugün ümmet olarak eli kolu bağlı, yüreklerimizde acının en tarifsiziyle cezalandırılıyorsak bu, farzlarımızı yerine getirme konusunda gereken hassasiyeti göstermememizin karşılığıdır.
Allah (celle celalüh) tüm yükümlülüklerimizi yerine getirmeyi sağlayacak iman, ihlas, gayret ile güç ve kudreti ümmetten eksik etmesin.