On sene önce Ekim ayında, Suriye’nin Kobani (Ayn el-Arab) şehrinde gelişen olaylar bahane gösterilerek, dış güçlerin parmağıyla oynanan oyun, Türkiye’nin Doğu, Güneydoğuillerinde sahnelendi. HDP Merkez Yürütme Kurulunun aldığı kararla insanlar sokağa inmeye çağrıldı.
Türkiye, Suriye gibi karıştırılmalı, kan gölüne dönüştürülmeliydi. PKK/HDP dünden buna hazırdı. Emniyet içindeki karanlık yapının (FETÖ) ipi zaten dış güçlerin elindeydi. Yerleşim yerlerine günlerce yapılan silah ve militan takviyesi tamamlanmış, sıra yalan üretme, iftira atma, aklı başkalarının tekelinde olan insanları galeyana getirip sokaklara çıkarmaya gelmişti.
Diyarbakır’ın Koşuyolu Parkında sahneye çıkan HDP İl Başkanı Zübeyde Zümrüt: “Sadece Diyarbakır’da 400’e yakın dernek üzerinden IŞİD çetelerine destek verildiğini biliyoruz” diyerek İslami sivil toplum kuruluşlarını hedef göstermiş, eş zamanlı olarak İslami sivil toplum kuruluşları saldırıya uğramıştı.
Fitne uyandırılmışken, satılmışlardan tahrik edici konuşmalar gelmeye devam etti. Yakılan ateşe selam çakan İmralı, 6 Ekim’de şöyle beyanat verdi: “Çözüm için 15 Ekim’e kadar biz bekleriz. Gelen heyetlerle dediklerimizi aktarırız, ondan sonra da yapacağımız bir şey kalmaz.”
Bu açıklamadan da anlaşıldığı gibi 6-8 Ekim olayları kapsamlı bir kalkışmaydı, hele heleiki üç günlük sokağa çıkma provası hiç değildi. Bunca hazırlık, sokakları serseri insanlarla doldurma, şehrin ana caddelerine kadar yolları her 100-150 metrede bir barikat kurup kapatma, her yeri yakıp yıkma faaliyeti 6 Ekim’de başlatıp 8 Ekim’de bitirmek için yapılmadı. Ancak oklar dindar Kürt halkına çevrilince işin gidişatı, rengi değişti.
Kürt halkı dinine düşkün bir halktır. Her şeye “Ya Sabır” der; ama İslami nişanelere, medreselere, Kur’an kurslarına, İslami sivil toplum kuruluşlarına, camilere, hatta sakallı, sarıklı, tesettürlülere saldırı olunca orada “Dur” der ve ne pahasına olursa olsun, hayâsızca akımların önüne geçer.
Dindar Kürt Halkı sokağa çıkınca çakallar 8 Ekim’e kadar sokaklarda ancak tutunabildiler. Hepsi çil yavrusu gibi saklanacak delik aradı. Mahmut Enez’i, sırf sakallı olduğu ve yanındaki eşi tesettürlü olduğu için Diyarbakır Sur İlçesinde katletmenin ne anlama geldiğini onlara belleten dindar Kürt Halkı oldu. Oysa Mahmut Enez’in hiçbir İslami camiayla bağı, bağlantısı yoktu, kendi halinde dindar bir insandı.
7 Ekim günü, akşama doğru, kurban eti dağıtan Yasin ve arkadaşlarının vahşice katledilmesinin nasıl bir gerekçesi olabilirdi ki! Oysa bu gençler, Kobani’den sürülmüş, mağdur olmuş insanların da kapısına kurban etini götürmekle meşguldü. Vahşice, sadistçe katledildiler bu gençler, zira sadece öldürmekle yetinilmedi. Linç etmek suretiyle, kıstırılan evde kuşatılan bu gençlere her ulaşan serseri takımı sadist ruhlu yaratıklar, Budist’çe, ellerinde ne varsa vurmaya başladılar. Bıçak, satır, sopa, taş, demir, silah… Binanın üçüncü katında parçalanan bedenlerden kimini balkondan aşağı attılar, kimini merdivenlerden sürükleyerek aşağıya kadar götürdüler. Bu da yetmedi, cesetlerin üzerinden arabayla geçip ezdiler; yetmedi, cesetlere benzin döküp yaktılar, yetmedi, biraz önce arabasıyla Yasin’in kafasını ezip asfalta yapıştıran kadın, yanan cesedin etrafında döne döne zılgıt çekmeye başladı. Onu gören serseri takımı, cesedin etrafında kol kola girip oynamaya başladı… İşte, izzetine düşkün, dinine bağlı, İslami gelenek ve göreneklerini gözeten şerefli Kürt Halkı, o gün bu vandallığa geçit vermedi. Bu vahşet sahnelerinin tekrarlanmasının önüne geçti. 8 Ekim günü olaylar bıçak keser gibi kesildi…
O gün emniyet içindeki karanlık yapı (FETÖ) hiçbir yardım çığlığına ses vermedi, polis göndermedi, vahşetleri durdurma adına bir icraatta bulunmadı. Sokakları tamamıyla bu serseri gruplara bıraktı. Yeri geldi, yetkili beyefendi, “Ben polisimi sokaklara gönderseydim zayiat verirdim” demeyi de ihmal etmedi. Bu açıklamasında da anlaşıldığına göre sokaklar bilinçli vandallara bırakıldı, katliamlar için önleri açıldı.
Bu girişim, 15 Temmuz 2016 askeri darbenin ön provasıydı. Belki de askeri darbenin kendisiydi. O gün sokaklar iyice karışacak, ölümler ve katliamlar arttıkça artacak, hükümet işlevsiz hale getirilecek, ‘Kaybolan anayasal düzenin tekrar tesisi için’ denilip darbe hazırlığı içinde olanlar sokağa ineceklerdi. Nasıl olsa her iki grubun da ipi Amerika’nın elindeydi. FETÖ’ye ne verilecek, PKK/HDP’’ye nereler peşkeş çekilecek Amerikan’ın cömertliğine kalmış bir şeydi. Ülke karışmışken ne kadar bölünüp parçalansa o kadar iyi olacak, o zaman yenilip yutulması çok daha kolay olacaktı.
Bu derin hesabı yine dindar Kürt Halkı önledi. Darbe sadece iki yıl gecikmiş oldu. PKK/HDP yine ağababalarının vermiş olduğu vazifeyi yapamamış, yüzüne gözüne bulaştırmıştı. Artık tek kurtarıcı FETÖ kalmıştı. Darbe hazırlıkları hız kesmeden devam etti. Çalışmalar çok gizli yürütülüyordu. 6-8 Ekim rövanşı iki sene sonra yapılacaktı. 15 Temmuz 2016 günü PKK/HDP mensuplarının elleri tetikte, evlerinden çıkmış sokak başlarında, her gördüğüne sırıtarak içindekini dışa vurup işin darbeciler lehine sonuçlanmasıyla birlikte yine sahne almapozisyonunda bekliyorlardı. Nasıl olsa darbe yapanlar, onlarla 6-8 Ekim kalkışmasında ortaklık yapanlardı. Ortak, ortağın külüne muhtaçtı. O gün onlar yardım etti, bugün yardım etmek bu tarafın boynunun borcuydu. Hani belki de Amerika onların 6-8 Ekim başarısızlığını görmezden gelip buradan onlara göz kırpabilir, onlara da bir pay bir hisse verebilirdi. Nasıl olsa Amerika, onlara kalk dese kalkacak, otur dese oturacak kıvamda emir beklediklerini iyi biliyordu. Ancak 6-8 Ekim’de de 15 Temmuz’da da halk kazandı, satılmışlar kaybetti. Her ne kadar kimi canlara mal olsa da kalbimiz yansa da…