Kendilerini şirkten tevhide, sapıklıktan hidayete, karanlıktan nura kavuşturmak için gönderilen peygamberlerine, yani Allah’ın en seçilmiş kullarına, İblis’in Hz. Âdem’e (Aleyhisselam) karşı geldiği gibi kibirlenerek karşı gelmiş, iftiralar etmiş ve hatta kendi peygamberlerini öldürmüş… Bu kadarıyla da yetinmeyip hidayete tabi olanları sürekli delalete çağırmış, diğer insanların hak ile buluşmasına da engel olmuş aykırılar, aşırılar, Yahudiler...
Tevhidten koparak şirke, hidayetten kaçarak sapıklığa, nurdan uzaklaşarak karanlığa, güzelden yüz çevirerek çirkine, iyilikten vazgeçerek kötülüğe duçar olmuşlar.
Hz. Musa’nın (Aleyhisselam) ölümünden sonra Yahudilikte “ahbar” denilen bir dönem başlamıştır. Bu dönemden günümüze kendilerince dini sadece bilginler anlayabilir perdesiyle nefsi ve sinsi bir yol oluşturmuşlar. Dini anlama ve kavrama konusunda halkın hiçbir yetkisi yoktur. Bu sayede Tevrat’ı istedikleri gibi anlama, yorumlama hatta yazma yetkisini bilginlerine vermişlerdir. Kur’an-ı Kerim bilginleri “Rab” edindiklerinden bahseder. Beşer olanları “Rab” edinip kendisinden olmayan tüm beşerleri ise köle, börtü, böcek olarak kabul etmek! Ne yaman çelişki, ne büyük bir gaflet…
Evrensel olan kendi dinlerini tahrif ederek beşeri ihtiraslarının kurbanı etmiş ve yalan yanlışlarla mistik bir aldatıma indirgemişlerdir. Bilerek bozdukları inançları onlar için ırkçı, kindar, kibirli, hukuksuz ve bağnaz bir kültürün oluşmasıyla neticelenmiştir. Hz. Musa’ya (Aleyhisselam) indirildiğini beyan eden ve beş kitap olarak kabul edilen Tora’nın (Tevrat) dâhil olduğu Tanah (Yazılı Edebiyat)’ın dışında Mişna ve Gemera’dan oluşan Talmud (Sözlü Edebiyat) gibi tahrifler yığını yapay kutsallar türetmişlerdir.
Kur’an-ı Kerim, Yahudilerin, kutsal kitap metnini veya manasını bozdukları (tahrif)[1], kelimeleri başka kelimelerle değiştirdikleri (tebdil)[2], bazı bölümleri gizledikleri (kitman)[3], ağızlarını eğip bükerek (leyy)[4] metni anlaşılmaz veya yanlış anlaşılır hale getirdikleri ve kendilerine verilen kitabın bir kısmını unuttukları (nisyan)[5], hakkı batıl ile karıştırarak bile bile gerçeği gizledikleri (lebs)[6] net bir şekilde anlatılmaktadır.
Fitne ve fesat tohumlarını eken bu yönleriyle tarih sahnesine ilk olarak çıktıkları M.Ö. 1500 yıllarından yani Hz. Musa (Aleyhisselam) döneminden günümüze kadar çok az bir süre zarfı dışında sürekli bozgunculuk yapmışlardır. Hz. İbrahim’in (Aleyhisselam) torunu olan Hz. Yusuf ile Hz. Musa arasında geçen yaklaşık 400 yıllık bir zaman diliminde, Firavun yönetiminde sürekli köle olarak yaşamışlardır. Hz. Musa (Aleyhisselam) önderliğinde kısa bir süre hürriyetlerine erişseler de hakka karşı sorumsuz ve duyarsız oluşlarından tekrar kendi peygamberlerine karşı çıkmış, iftiralar etmiş ve bazı peygamberlerini öldürecek kadar sapıtmışlardır.
Yahudiler (İsrail oğulları) için M.Ö. 1000’li yıllarda Hz. Davut (Aleyhisselam) ile başlayan ve Hz. Süleyman (Aleyhisselam) ile devam edem 400 yıllık bir hürriyet dönemi olur. Bu dönem vaat edilmiş bereketler, topraklar dönemidir. Bu dönemde de hakka karşı sorumsuz ve duyarsız oluşları, bencil ve kibirli durumları tekrar baş gösterdiğinden gerisin geriye eski hallerine dönmüşlerdir. Babil Kralı Nebukadnezar Yeruşalim’i fethetmesi, yakıp yıkması ve Hz. Süleyman’ın inşa ettirdiği mabedi yıktırması sonucu İsrailoğullarının tümünü Babil’in ücra köşelerine dağıtmasıyla, sürgün etmesiyle sonuçlanmıştır. Vaat edilmiş topraklar dışında bir ömür sürgün hayatı.. Daha sonra Pers İmparatorluğu döneminde az da olsa geri dönüş, Büyük İskender ve Roma döneminde de bir eyalete evriliş gerçekleşmiştir. Roma’ya karşı ayaklanmaları sonucu M.S. 70 yılında isyanları bastırılıp tekrar mabetleri yıkılarak dünya çapında tekrar sürgün edilmişlerdir. Bu tarihten sonra hiçbir dönem bir ve beraber yaşamayı başarmamış, bir devlet veya benzeri bir birliktelik kuramamışlardır.
Fitne, fesat ve bozgunculukları neticesinde tarihin her döneminde özellikle de dağınık, bölük, pörçük oldukları son 2000 yıl içerisinde yaşamaya çalıştıkları sürgün yerlerinin tümünde istenmeyen, sevilmeyen bir millet olmuşlardır. Bu durum aşırı derecede bir aşağılık kompleksinin oluşmasına neden olmuştur. Zamanla bu komplekse karşın telafi ve müdafaa amaçlı bir üstünlük kompleksi geliştirmişlerdir. Oluşturulmak istenen üstünlük kompleksi için yalan, yanlış motivasyonlar, özellikle de tahrif edilmiş kutsal(!) metinler geliştirmişlerdir. Bunların başında dini motifler gelmekle birlikte efsaneler, arz-ı mevud, kutsal ırk vb. hezeyanlar gelmektedir. Aşırı derecede ırkçı, kindar ve kibirli oluşlarının altında aslında bu yetersiz, yeteneksiz, sevgisiz, ezik oluşları yatar.
Nesilden nesile aktarılan hurafe ve tahrifler ile kendilerini diğer tüm milletlerden, insanlardan üstün görmüşlerdir. Her konuda aşırıya kaçtıkları gibi hem aşağılık hem de üstünlük komplekslerinde de akıl almaz derecede aşırıya kaçmışlardır. Kendilerini seçilmiş ırk, tanrı evladı, üstün insanlar olarak görmüş ve diğer tüm insanları kendileri için birer hizmetçi, birer köle olarak kabul etmişlerdir. Bunun yanında dünyanın en ezilmiş, en mazlum milleti olduklarını da söylemekten geri durmamışlar.
Aşağılık kompleksi ile üstünlük kompleksinin sıralı ve aşırı haline Yahudi kompleksi diyebiliriz. En büyük zulmünü, ‘ben mazlumum’ diye haykırdığı zamanlarda işlemeyi uygun gören akıl almaz bir inanışa sahip vicdansız üreten bir inanca dönüştürmüşler Yahudiliği.
Bu yapay ve yanlış inanış tarih boyunca güçlenerek süregelmiştir. Günümüzde de kendi dışındakileri değersiz, hayvan, köle vb. manalara gelen Goyim terimini kullanırlar. Goyimlerin iki seçeneği vardır: Ya sınırsız bir şekilde Yahudilere hizmet edecekler ya da yok edilecekler. Üçüncü bir yol yoktur. Goyimler börtü, böcek gibi istenildiği anda öldürülebilir canlılardır. Çünkü insanoğlu İsrail oğullarına hizmet etmek için yaratılmıştır. Bununla birlikte güç ve iktidar olan bir goyim’e bir ömür kölelik de yapabilirler. Asırlar boyu bir kişilik karmaşası içinde zulme uğradıkları dönemlerde bile sürekli zulmetmiş ve sürekli zalimlerle iş tutmuşlardır. Bu yetersiz ve kişiliksiz oluşlarını bastırmak için iki şeye taparcasına sarılmışlardır. Para ve güç… Yahudilerin her dönem tapındıkları putları olmuştur.
Tarih boyunca işledikleri günah ve cürümler, çıkardıkları fitne ve fesatlar, yaptıkları hile ve desiseler, bozdukları söz ve anlaşmalar, ihanet ve ikiyüzlülükleri kalplerinin katılaşmasına hatta taşlaşmasına yol açmıştır. İnsanî olan vicdan ve empati duygularından tamamen yoksun kalmışlardır. Dahası vicdansızlıklarıyla, diğer insanlara karşı işledikleri zulümleriyle övünür olmuşlar. Güç elindeyse işledikleri zulümler ‘kutsal zulüm’, güçsüz iken zalimlerle iş tutmak ‘kutsal birliktelik’, işledikleri cürüm ve cinayetler ise onlar için ‘kutsal terörizm’ olmuştur.
Bu nedenlerden dolayı hiçbir zaman insan gibi davranamamışlardır. Her an fitne, bozgunculuk, anarşi ve terör besleyiciliği yapmışlar. Bu yaptıklarına da kutsal kılıflar giydirerek ibadet eder gibi binlerce vahşete imza atmışlardır. Sonuç olarak; hep yakmışlar, hep yıkmışlar, hep katletmişler ancak hep kendileri yenilip, kaybedip yepyeni sürgünlere mecbur kalmışlar.
[1] ( el-Bakara, 2/75.)
[2] ( el-Bakara, 2/59; el-A’râf, 7/162.)
[3] ( el-Bakara, 2/42, 140, 146, 159, 174; Âl-i İmrân, 3/71, 187.)
[4] ( Âl-i İmrân, 3/78; en-Nisâ, 4/46.)
[5] ( el-Mâide, 5/13; el-A’râf, 7/53.) (Not : Nisyan “unutma” ilahi kitabı tarih boyunca koruyamama, birçok kısmını zayi etme anlamına gelebileceği gibi, hükümlerini uygulamama, buyrukları doğrultusunda hareket etmeme şeklinde mecazi anlama da gelebilmektedir. )
[6] ( el-Bakara, 2/42; Âl-i İmrân, 3/71.)