İnzar Dergisi-Mehmet Emin Özmen
Son Peygamberin mesajı Mekke’de yankılandığında, bu sese Kureyş’te bulunan köleler veya halkın en garibanları diyebileceğimiz kişiler kulak kabarttılar. Bilal, Habbab, Zinnire Hatun gibi Kureyş’in köleleri; gerek bu statüde kalmaya devam edenler, gerekse de sonradan azatlı olanlar, yani kimliksiz, kimsesiz, yalın ayaklılar, yeni dini kabule daha çok yanaşıyorlardı.
Hatta bu durum İslam dininin, bahsettiğimiz garibanların sırtında yükseldiğine dair söylemlere zemin oluşturmuştur. Ancak realite hiç de öyle değildir.
İslam Peygamberi Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem), zulme karşı idi ve haksızlığa tahammül edemiyordu. Kureyş’te en çok bahsi geçen köleler zulme uğradığından, Peygamberin söylemleri onlara cazip geliyordu. Toplumda hiçbir statüleri olmayan bu insanlara Hz. Peygamber, özgür bireyler kadar değer veriyordu.
Dolayısıyla kendilerine bunca değer veren, hakları hususunda hassas olan bir Peygamberin söylemleri, onların hoşuna gidiyordu ve Müslüman oluyorlardı. Ama bu durum İslam devriminin köleler tarafından gerçekleştirildiği anlamına gelmiyordu. Ya da bu din sadece yalın ayaklı garibanların dini değildi.
Nitekim o zamanın esnaf kadınlarından biri olan Hz. Hatice (radiyallahu anha), Müslüman olanların ilki vasfını kazanmıştı. Yine dönemin önemli tüccarlarından olan Hz. Ebubekir (radiyallahu anh), hakeza ilk Müslümanlar arasında idi.
Son Resul, Kureyş’in bütün baskı ve şiddetine rağmen görevini layıkıyla yapma uğraşısı içindeydi. Kendisine hakaretler ediliyor, ashabı işkenceden geçiriliyordu. Ancak dava devam ediyordu.
Nübüvvetin altıncı yılında, olumsuz başlamasına rağmen olumlu biten bir olay yaşandı. Ebu Cehil bir gün, Hz. Muhammed’e (sallallahu aleyhi vesellem) hakaretlerde bulundu. Peygamberimiz mukavemet ile ilgili herhangi bir emir almadığından gereksiz bir münakaşaya girmemek için cevap vermedi. Son derece üzgün olarak evinin yolunu tuttu.
Olaya şahit olan Abdulah bin Cudan’ın azatlı cariyesi yaşananlardan etkilendi. Bir süre sonra Peygamberimizin amcası ve aynı zamanda sütkardeşi Hamza’nın avdan döndüğünü gördü.
Hemen önüne atladı: “Kardeşinin oğlu Muhammed'e, Ebûl-Hakem bin Hişâm (Ebû Cehil) ile arkadaşları tarafından yapılanları görmüş olsaydın dayanamazdın” dedi.
Bakışları keskinleşen Hamza, öç almak üzere ondan yaşananları anlatmasını istedi. Olayı baştan sona anlatan kadına, teyit edercesine “Sen bu olaya bizzat şahit oldun mu?” diye sordu. “Evet” cevabını alınca artık kuşkusu kalmamıştı. Hemen Kâbe’ye yöneldi. Ebu Cehil ve o cahil topluluk orada oturuyordu.
Elindeki yayı ile Ebu Cehil’in kafasına indirdi. Kafası yarılan Ebu Cehil’in etrafındakiler, Hamza’ya müdahale etmek istediler. Ama o buna; “Doğrusu ben, kardeşinin oğluna çok çirkin bir şekilde sövüp saymıştım.” diyerek engel oldu.
Aslında Ebu Cehil’in maksadı başkaydı. O, Hamza gibi bir yiğidi İslam’a kaptırmak istemiyordu. Fakat yaşananlardan sonraki süreç, isteğinin tersine gelişti. Hamza “Ben de yeğenimin inancını paylaşıyorum. Onun söylediklerini söylüyorum. Gücün yetiyorsa ona yaptıklarını bana da yap” dedi ve bir süre sonra evine çekildi.
Hamza, o sinirle Müslüman olduğunu söylemişti ama hala şüpheler içerisindeydi. Geceyi tereddütler içerisinde uykusuz bir şekilde geçirdi. Kalbinin mutmain olması için Allah’a yalvardı.
Şeytan kendisine vesveseler vermeye devam ediyordu: “Sen, Kureyş’in seyidisin. Atalarının dinini terk ediyorsun. Bunu yapacağına, ölmen senin için daha hayırlıdır.”
Sabah ilk iş olarak yeğeninin evine vardı. Üzülmemesini, Amr b. Hişam’dan intikamını aldığını söyledi. Aralarında önemli bir yaş farkı olmadığından dolayı akran sayılan amca ile yeğen baş başa idi. Yeğen amcasını dinliyordu.
Sonunda amca, yaşadığı tereddütlerden bahsetti. Yeğeni, amcasına vaaz ve nasihatte bulundu. Dinledikleri Hamza’nın kalbine tesir ediyordu. Düşünceleri yavaş yavaş tereddütlerden arınıyordu.
Daha önce dil ile söylediği kelimelerin kalp ile tasdikinin zamanı gelmişti. Nitekim öyle oldu. Amca tamamen İslam dairesine girdi. Çünkü yeğeninin sözlerini selim bir kalp ile dinleyenlerin kaçacak başka bir yeri yoktu.
Hz. Hamza’nın Müslüman olması, o günkü şartlarda İslam dini için büyük bir destekti. Müslümanlar açısından moral kaynağıydı. Onun İslam’a girişi, sadece Kureyş’ten önemli bir aileye mensup ve hatta bu aileden biri olan Hz. Muhammed’in (sallallahu aleyhi vesellem) amcası olması açısından değil, ileride komutan olacak düzeyde askeri kabiliyete sahip bir kişiliğe sahip olduğundan dolayı önemliydi.
İslam tebliği artık o toplumun güçlüleri olarak görülen kişilerine ulaşıyor, gönülleri yeni dine ısınıyor ve Müslüman oluyorlardı. Sıra Hattab’ın oğlu Ömer’e gelmişti. Onun Müslüman olması İslam tarihi açısından bir dönüm noktası olacaktı.