İlahi rahmetin Müslümanları çepeçevre kuşattığı ve feyz-i ilahinin doruklara çıktığı oruç ve Kur’an ayını, Kadir Gecesi’nin içinde bulunduğu gün ve geceleri yaşadık. Rabbimiz, bizi Ramazan ayının feyiz ve bereketinden istifade edenlerden eylesin ve inşallah istifade etmişizdir. Zira geçen bereketli zamanlar, Rabbimizin bizlere lütfettiği imkânlardı. Eğer verilen imkânları layıkıyla değerlendirmemişsek elimize geçen fırsatları kaçırmış oluruz.
Bayramını ve kendisini geçirdiğimiz Ramazan ayına bir daha kavuşur muyuz bilmeyiz. Lakin kazandığımız hasletleri Müslümanların ve İslami hizmetin yolunda en güzel şekilde göstermeliyiz. Bela ve musibetler kapımızı çalmadan hazırlıklı olmak durumundayız. İslam düşmanlarının sürekli, “Allah’ın nurunu söndürmenin” hesabında olduklarını unutmamalıyız. Dünyanın birçok yerinde ve İslam coğrafyalarında Müslümanlara yapılanları unutmayın. Bunun için ne yapılması gerekiyorsa yapmaktan ve ne harcanması gerekiyorsa da harcamaktan geri kalmayın.
Ramazan bitti deyip asla gevşeklik göstermemeliyiz. Aynı hızla ve aynı tempoyla hizmetlerimize ve ibadetlerimize devam etmeliyiz. Şu ayet-i kerimeyi her zaman hatırlayarak bir ceht içerisine girmeliyiz: “Rabbinizden bir bağışlanmaya ve genişliği göklerle yer kadar olan cennete koşuşun!” Hayırlı amellere ve Rabbimizin mağfiretine doğru son hızla koşmalıyız ki, ebedi istirahatgâh olan cenneti hak etmiş olalım. Eğer ahiretle ilgili yapmamız gereken işleri ihmal ederek dünyada rahatının peşinde olur ve daha çok dünya nimetlerinden faydalanmanın telaşında olursak –Allah korusun– Rabbimizin bizden yüz çevirmesine ve ahirette O’nun azabına müstahak olabiliriz.
Dünyanın bir mücadele alanı, Allah’a kul olma mekânı ve Allah’ın izniyle Firdevs cennetlerini kazanma yeri olduğunu unutmamalıyız. Onun için Ramazan ayında yaptıklarımızın bir devamı olarak özellikle şu hususlara dikkat etmeliyiz:
-Ramazan ayında teravih namazlarını kıldık, çoğunlukla camilerimizde mukabelelere iştirak ettik, beş vakit namazımızı cemaatle kılmaya çalıştık. Bundan sonra da –önemli mazeretler dışında– camiyi asla aksatmamalıyız. Mümkün mertebe beş vakit namaz olmak üzere diğer birçok hayırlı işlerimiz için camileri mesken edinmeli ve oranın bereketinden istifade etmeye çalışmalıyız. Orada elde edilecek sevabın başka yerlerde elde etmenin mümkün olmadığı hepimizin malumudur. Hem üstelik Rabbimiz, camilerde eda edeceğimiz amellere karşılık, yirmi yedi derece hatta daha fazlasıyla –inşallah– sevap verecektir. Allah (Cellle Celaluhu)’ın lütfuyla eğer Müslümanlar camileri bırakmaz ve orayla olan bağlarını güçlendirirlerse Rabbimiz, Müslümanları aziz edecektir. Onun için camiler bizim ev ve iş yerimizden sonra üçüncü adresimiz olmalı, oranın sevabından mutlaka istifade etmeliyiz.
-Ramazan ayı boyunca sahura kalkıp seher vaktinin o feyiz ve bereketinden istifade etmeye çalıştık. Bu alışkanlığımızı daim kılmalıyız. Özellikle her kardeşimiz, bu vakti mümkün mertebe tüm aile fertleri ile beraber Kur’an okuma, ibadet ve dua ile ihya etmelidir. Mücadele yolunda zorluklarla boğuşan kardeşlerimize elimiz ulaşmıyorsa, bari bu mübarek vakitte dualarımızla onlarla beraber olduğumuzu göstermeliyiz. Duaların en müstecap olduğu zamanlardandır seher vakti. Rabbimize yalvarıp yakararak bu zamanı değerlendirmeli, Müslümanların zafer elde etmeleri ve izzet bulmaları için dua etmeliyiz. Bunu kendimize daimi bir virt yapmalıyız. Kalkamadığımız zamanlarda ise zeval vaktine kadar aynı virdimizi tekrar ederek aynı sevabı elde etmeye çalışmalıyız.
-Şevval ayındaki altı gün, Arefe günü, Tasua ve Aşura günleri, eyyamı bîd ve her haftanın Pazartesi ve Perşembe günleri, bizim oruçla olan randevu günlerimiz olsun. Bu sünnet oruçlarını da mümkün mertebe ihmal etmeyelim.
-Ramazan ayında Kur’anla olan beraberliğimiz daha bir sıklaştı, bu konudaki canlılığımız daha bir pekişti. Bu alışkanlığımızı daim kılmalıyız. Günlük bir cüz Kur’an tilavetimizi sürdürmeli ve bunu virt haline getirmeliyiz. Defalarca çeşitli vesilelerle Kur’an’ı, eksiksiz ve yanlışsız okumak için lazım olan tedbirleri almamız gerektiğini ve bunun en doğru yolu da iyi bilen birisinin yanında okuyup onun icazetini almak olduğunu hatırlatıyoruz. İnşallah bu tavsiyemizi yerine getirmek için gerekenler yapılmaktadır, yapılacaktır.
-Bizim istek ve arzumuz tüm kardeşlerimizin Kur’an’ı okurken en azından yüzünden anlamını bilecek şekilde Arapça öğrenmesidir. Kur’an’ı anlamamak, kadın ve erkek Müslümanlar için hoş görülmez bir eksikliktir. Bunu telafi etmeliyiz. Bazılarımız bu imkânı ellerinden kaçırmışsa bile çocuklarımız ve kardeşlerimize bu imkânı sunmak için büyük bir çaba içerisine girmeliyiz.
-Anlamını anlasak da anlamasak da Kur’an’ı bolca okumalı ve herkes imkânları dâhilinde ezberini yapmaya çalışmalıdır. Bunu bir program dâhilinde yapmanın yanı sıra, arabada, sokakta, iş yerinde ve yürüdüğümüzde Kur’an okuma ve ezberi ile meşgul olalım. Özellikle genç ve öğrenci kardeşlerimizin devamlı virdi olsun. Kur’an ile meşgul olduğumuz bu süreçte okuduklarımızı veya ezberlediklerimizi bir tefsirden de okumalıyız. Okuduğumuz ve ezberlediklerimizin mutlaka tefsirini de okuyalım.
-Kur’an, hadis ve sünnetten ayrı düşünülemez. Hadis olmadan Kur’an’ın anlaşılması ve hakkıyla yaşanılması mümkün değildir. Hadislere/sünnete de aynı şekilde büyük ehemmiyet vermeli, Kur’an/tefsir dersimize mutlaka hadis dersini de ilave etmeliyiz. İmkânlarımız ölçüsünde hadisleri de anlamaya ve ezberlemeye çalışmalıyız.
-Eğer Kur’an ve Hadis’i iyi öğrenip anlamaz ve hayatımıza nakşetmezsek faydalı ve bereketli Müslüman bir davetçi olamayız. İslami istikametimizi muhafaza etmek ve bu istikamet üzerinde daim olmak, Kur’an ve Sünnete sımsıkı bağlanmakla mümkündür.
Viladet-i Nebi Münasebeti ile
“Muhakkak ki Allah ve melekleri, o peygambere salât ederler. Ey iman edenler! (siz de) O’na salât edin ve (O’na) teslimiyetle selam verin!” (Ahzab: 56)
“Allah’ım! Efendimiz Muhammed’e, Onun al ve ashabına, bize Senin rızanı kazandıracak ve Onun üzerimizdeki hakkını edaya vesile olacak salât ve selam eyle”(Âmin)
Ne yüce bir zattır ki bütün yüceliği, azameti ve kudreti ile bizzat Allah’u Teâlâ O’na salât ediyor. Ne büyük bir makamdır ki pak ve muti’ melaike O’nun için rahmet diliyor. Ne tarifsiz bir derecedir ki âlemlerin Rabbi, Müminleri O’na salât ve selam eylemeye davet ediyor. Hz. Muhammed Mustafa(sallallahu aleyhi ve sellem)’nın zatının yüceliğinin en büyük delillerinden biridir bu ayet-i celile…
Bu ayet-i celile karşısında Müminin heyecana gelmemesi düşünülemez. Bir anlık düşünün. Bir tarafta Rabb’ül alemin (Cellle Celaluhu), öbür tarafta bu alemlerin içinde küçücük bir mahluk olan insan. Bir tarafta ezel ebed sultanı, Baki, Razık, Malik olan Allah (Cellle Celaluhu); öbür tarafta basit bir sudan yaratılmış, fani, merzuk, memlük olan insanoğlu. Ve bütün yüceliği ve azameti ile beraber Allah’u Teala bizleri sevgili Habibi (salallahu aleyhi ve sellem)’ne salat ve selam eylemeye davet ediyor. Bu davete muhattab olmak en büyük şeref ve nimetlerden biridir. Bu davete icabet kişiyi esfel-i safilinden çıkarıp ala-yı illiyyin’e doğru yol aldırır.
Selat ve selam; fani olan beşerin, Baki olan Allah ((Cellle Celaluhu)’ın davetine icabetidir.
Selat ve selam; kendi başına bir anlam ifade etmeyen harfin (insan) bir isme (Allah (Cellle Celaluhu) bağlanarak anlam ve değer kazanmasıdır.
Selat ve selam; sıfır mahiyetindeki beşerin bir olan Allah’a bağlanıp değer ifade etmesidir.
Selat ve selam; Hz. Resuli Ekrem ile birebir muhatab olmaktır.
Selat ve selam; Rabbimizin, Resulünün (salallahu aleyhi ve sellem) şahsından hepimizi şereflendirdiği bir kurtuluş reçetesidir.
Kurtubi şöyle der; “Allah’ın salatı, Onun rahmeti ve rızası demektir. Meleklerin salatı, dua ve istiğfar manasındadır. Ümmetin salatı ise dua ve Onun emrine saygı göstermek demektir. (Kurtubi, 14/232)”
Savî ise şöyle der: “Meleklerin ve Müminlerin Peygamber (salallahu aleyhi ve sellem)’e salat etmelerinin hikmeti onları bununla şereflendirmektir. (Savî Haşiyesi, 3-287)
“Allah’ım! İlmindeki varlıklar sayısınca, ezelden ebede kadar Efendimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’e, O’nun al ve ashabına selat ve selam eyle”(amin)
Salat ve selam bu derece yüce bir değere sahipken elbette ki salt dille tekrarlanan bir lafızdan ibaret değildir. Salat ve selamın mübarek lafzının dille tekrarı çokça değerli olmakla beraber, lafzın içindeki lüb mahiyetindeki mana kavranıp gereği yapılmadıkça salat ve selam kast edilen manayı ifade etmiş olmaz. Şimdi biraz bu mana üzerinde duralım:
Hz. Resul-i Ekrem de ümmetinden kendisine salat ve selamda bulunmasını istiyor. Üstad Bediüzzaman’ın ifade ettiği gibi Peygamber (salallahu aleyhi ve sellem)’in bizlerden kendisine salat etmemizi istemesi büyük bir ihlas dersidir. O yüce Peygamber (salallahu aleyhi ve sellem), bizler için çektiği onca sıkıntı ve meşakkate rağmen hidayetimize vesile olmasına karşılık bizden şahsı için salat etmemizi istiyor. Yani bizden, kendisi için Allah (Cellle Celaluhu)’a yalvarmamızı ve O’nun için rahmet ve rıza dilememizi istiyor. Hz. Peygamber (salallahu aleyhi ve sellem) sadece Allah (Cellle Celaluhu)’ın rızasına taliptir. Onu (Cellle Celaluhu), razı etmek içindir tüm hayatı. Sadece Ona (Cellle Celaluhu), müteveccihtir. Vefat ettikten sonra da geride kalan ümmetinden Rabbinin rızası ve rahmeti için dua etmelerini yani salat etmelerini istiyor.
Hz. Muhammed Mustafa dahi Onun (Cellle Celaluhu), rızası ve rahmetine müteveccih ise, bizlerin başka yönlere müteveccih olmamız abestir. Namazımızın, ibadetlerimizin, hayatımızın, ölümümüzün tek bir gayesi olmalıdır. O da Allah (Cellle Celaluhu), rızasıdır.
Selam ise; güven vermektir. Birisine selam vermek “Senin hukukuna riayet edeceğim. Benden sana zarar gelmez” anlamındadır. Peygamberimize verdiğimiz selam da aynı şekilde; “Ya Resulallah! Senin hukukunu koruyacağım. Sana karşı olan görev ve sorumluluklarımı yerine getireceğim. Üzerimdeki hakkını eda edeceğim” anlamındadır.
Hz. Resul-i Ekrem’in mübarek viladetlerinin kutlandığı şu günlerde bu manaları doğru idrak etmeliyiz. Bu yüce davete icabet etmeli, O yüce zata, manasının idraki içinde bol bol salat ve selam eylemeliyiz.
Allah’ım! Efendimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’e, aline, ashabına salat ve selam eyle. (Amin)
Madem ki salat Nebi-yi Ekrem (salallahu aleyhi ve sellem)’den, bizlere bir ihlas dersidir. Selam ise O’nun hukukuna riayet edeceğimize dair verdiğimiz bir sözdür. O halde halisane bir niyetle Peygamberimiz (salallahu aleyhi ve sellem)’e karşı olan görev ve sorumluluklarımızı düşünmeli ve bu sorumluluklarımızı yerine getirmek için bütün gücümüzle çalışmalıyız.
Bizzat Peygamberimizin yaptığı gibi Allah (Cellle Celaluhu)’ı razı etmek için çokça çaba sarf etmeliyiz. İki Cihan Serveri risalet ile görevlendirildikten sonra Müminlerin annesi Hz. Hatice’ye “Mada’n Nevm (uyku vakti geçti artık) ya Hadiceh” demiş ve o günden sonra dur durak bilmeden, rahata meyletmeden, gecesini gündüzüne katarak çalışmış, Rabbini razı etmeye uğraşmıştır. Bütün uğraşı hayat kurtarmaktı. Bir insanın hidayet olup ebedi hayatının kurtulması O’nun (salallahu aleyhi ve sellem) için dünya ve dünya içindeki her şeyden daha hayırlıydı. Rabbini razı edecek en makbul ibadetlerden biri olan tebliği, risaletinin de asıl amacıydı. Bunun için defalarca Ebu Cehilllere, Ebu Leheplere, Ebu Süfyanlara, Utbelere, Şeybelere İslam davetini götürmüş ve hidayet olmaları için uğraşmıştır. Kendisi ömrünün sonuna kadar gece gündüz demeden çalıştığı gibi bizlerden de kendi dinine aynı ciddiyetle sahip çıkmamızı istiyor.
Bu durumda Peygamberimiz (salallahu aleyhi ve sellem)’e karşı başta gelen görevlerimizden biri O’nun davasını insanlara götürmektir. O’nu ve O’nun şahsında davasını insanlara tanıtmaktır. İslam’ı tebliğ etmek, ayet, hadis ve siyeri nebi (salallahu aleyhi ve sellem) ile sübut bulan bir farizadır. Bu uğurda bizim de “Mada’n Nevm…” deyip tam bir ciddiyet ile çalışmamız gerekmektedir.
Dikkat edilirse bütün çalışmalarımız bir noktaya çıkıyor. O da bire bir insanlara Hz. Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’ın dinini tebliğ etmektir. Geriye kalan basın yayın, siyasi ve sosyal oluşumların hepsi bu amaç için birer araçtır. Peygamberimiz (salallahu aleyhi ve sellem) ve bütün peygamberlerin tebliğ metodu, insanlara birebir dinlerini tebliğ etmek şeklinde gerçekleşmiştir.
Her kardeşimiz, motor görevi gören bu merkezi metodla bireysel olarak birebir insanlara ulaşmalıdır. Kadın, erkek, genç, ihtiyar, köylü, şehirli, okullu, medreseli kısacası bütün Müslümanlar bu hizmette birebir görevli ve müstahdemdirler. Peygamberimizin mücadele metoduna bakıldığı zaman bu durum birebir görülecektir.
Peygamberimiz (salallahu aleyhi ve sellem) dünyaya teşriflerinin kutlandığı şu günlerde O’nu (salallahu aleyhi ve sellem) tanıtmak için hepimiz çok çalışmalıyız. O’nu anmak, Ona bağlılığımızı bildirmek için çokça gayret göstermeliyiz. Ulaşabildiğimiz eş, dost akraba vs. kimi bu kutlu kervana katabiliyorsak katmalıyız. Ulaşabildiğimiz halde, ihmal ettiğimizden dolayı Nebevi sevgi atmosferinden mahrum olan insanlardan sorulacağımız gerçeğini unutmamalıyız. O’nun sevgisi ile meydana çıkmak, O’nun sevgisinden bir nebze payidar olmak belki de hidayet güneşinin kalplerde doğmasına vesile olacaktır. Ve unutmamalıyız ki bir kişinin hidayet olması bizim için dünya ve dünya içindeki her şeyden daha hayırlıdır. Tebliğ ve ilgilenmelerimiz için mübarek viladet programları bir başlangıç olmalı ve devam etmelidir. Bu şekilde Rabbimiz bizden amellerimizi kabul buyursun. Ve Hz. Peygambere karşı mahcup etmesin. (Amin)
“Ey Resulüm! O gün her ümmet içinde, üzerlerine kendilerinden bir şahid çıkaracağız, seni de bunların (ümmetinin) üzerine şahid getireceğiz…” (Nahl, 89)