Günümüzde insanın beslenme (yeme içme) sıklığıyla duygu ve düşünce değişimi, ne kadar yediğiyle zindelik arasında sıkı bir ilişkinin olduğu psikolojik olarak kabul edilmiştir. Beslenmenin yaşam kalitesini son derece etkileyen bir faktör olduğunu kabul etmeyenimiz yoktur.
Bize yaşam nimetini bahşeden Hayy-ı Kayyum olan Rabbi Rahman, yaşamın temelini teşkil eden beslenmeyi de en uygun ve en güzel bir şekilde çok yönlü olarak dizayn etmiştir.
Vücudun büyümesi, yenilenmesi ve çalışması için gerekli olan besin öğelerinin her birinin yeterli miktarda alınması ve vücutta uygun şekilde kullanılması durumu yeterli ve dengeli beslenme deyimi ile açıklanmaktadır.
İnsan hem maddi ve hem de mânevi yönü bulunan komplike bir canlıdır. Ulvî seciyelerle donatılmış mümtaz bir varlıktır.
Beslenme denilince aklımıza evvela midemiz gelmektedir. “Hiçbir kişi, midesinden daha tehlikeli bir kap doldurmamıştır.”[1] Hadis-i şeriften anlaşılacağı üzere doldurulması gereken başka kaplarımız veya başkaca midelerimiz de olmalı. Evet, hem aklımızın hem kalbimizin, hem vicdanımızın ve hem de ruhumuzun birer mide-i mânevisi vardır.
Akıl bir mide-i mânevidir, onun kut ve gıdası hakikati tefekkür ve manaları kavramaktır. Kâinat sofrasında sunulan sayısız nimetleri düşünmek ve bu ikramların asıl nedenini idrak etmektir.
Ruh bir mide-i mânevidir, onun gıdası elbette ki iman ve ibadetlerdir. İslam sofrasında sunulan… Müzik ruhun gıdasıdır demek ruhsuzluktur.
Kalp bir mide-i mânevidir, onun gıdası zikrullahtır. Kur’an-ı Kerim sofrasında sunulan muhabbet-i İlahiyedir ve Hubb-u Muhammed’dir (Sallallahu Aleyhi ve Sellem). Bu muhabbet ve de bu sevgi ile beslenen kalp her daim Allah’ı anarak olgunlaşır, nurlanır.
Vicdan bir mide-i mânevidir, onun gıdası iyi niyettir. İyiye, güzele, temize yönelim yeteneğini kaybetmemek için iman ve İslam sofrasında sunulan evrensel ahlak ilkeleri ve kişisel özellikleriyle örtüşen tüm mânevi dinamikler barındıran insaniyet besinleri.
Bu ve diğer mide-i mânevilerimizi madden besleyen, fiziki manada aktif eden ve çalışması için gerekli kuvveti üreten bizim maddi midemizdir. Bu nedenledir ki yiyip içtiklerimiz sadece bedenimizi değil mânevi tüm sistemimizi etkileyecek derecede önemlidir.
Nasıl ki midemizin beslenme aralığı, beslendiği gıdaların içerikleri ve beslenme miktarı bedeni sıhhatimizi direk etkilemekte ise aynı şekilde besinlerin helal veya haram oluşu direk olarak mide-i mânevilerimizi çok yönlü etkilemektedir.
Helal ve harama, tayyibât ve habisâta dikkat edilmeksizin beslenen beden, insanda var olan ulvî seciyeleri köreltir, sarsar, muvazenesini bozar ve dahası yok olmasına neden olur. Batı uygarlığının özellikle Müslümanlara karşı hadsiz, hukuksuz ve de acımasız tepkileri yanında ‘mahsur kalan bir kediye gösterdiği şefkat ve gayret’; işte bu muvazenenin bozulmasından başka bir şey değildir. Bugün insanlığı zalimlere, canilere karşı harekete geçiremeyen kalp ve vicdan, ruh ve akıl maalesef bundandır. İnsanın insan için vahşi bir kurt olduğunu benimserken doğanın korunması gerekliliğini savunmak tam manasıyla insaniyet terazisini tamamen bozmak olsa gerek.
Haram besinler akıl midesinin düşünmek ve idrak etmek nimetlerinden yoksun kalmasına, kâinat sofrasında bulunan hakikatleri anlamamasına neden olduğu gibi nefsin süfli fikirleriyle, çağın ve batının aldatıcı görüşleriyle adeta bedene ekstra bir bela olmakta. Bununla da yetinmeyerek ebedi bir felakete neden olabilmektedir. Aynı şekilde haram besinler kalbi zikrullahsız bırakarak kararmasına neden olur. Aynısı ruh ve vicdan için de geçerli…
Günümüzde bedenen sıhhatli ancak aklen, vicdanen, ruhen ve hatta kalben hastalıklı insanların hatta insanlıktan çıkmış nice zekiler, nice bilginler, nice psikologlar, nice liderlerin varlığı nasıl açıklanabilir ki? İşte bunlar maddi midelerinden alacakları kısa ve sıradan zevkler için diğer tüm mânevi midelerinden alacakları ebedi ve eşsiz lezzetleri feda eden asıl eblehlerdir.
İnsanın iradesini kontrol altında ve teraziyi sürekli dengede tutması, kararlılık bilinci ve vicdan idrakini oluşturması, insaniyet ve İslamiyet yolundan ödün vermemesi için helal ve harama dikkat etmesi gerekir.
İyilik ve ibadet, tefekkür ve güzellik, insaf ve merhamet, erdem ve şefkat seciyelerini sürekli canlı ve zinde tutması ve bunların muvazenesini bir an bile bozmamasını istiyorsa insan, midesine doldurduklarının mânevi mahiyetine elbette ki önem vermelidir.
Bu mahiyetin Müslümanlar için düstur-u asliyesi helal ve haram gıdalardır. Bunu Peygamber efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle açıklamaktadır:
“Helal Allah'ın kitabında helal kıldığı şeyler, haram da Allah'ın kitabında haram kıldığı şeylerdir. Hakkında hüküm belirtmediği hususlar ise sizin için affettiği şeylerdir”[2]
“Size verdiğimiz rızıkların temizlerinden yiyin, bunda aşırı gitmeyin ki gazabımı haketmeyesiniz. Gazabımı hak eden kimse muhakkak mahvolur.”[3]
Sevgili Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de "Ey insanlar! Allah’tan (celle celaluhu) (hakkıyla) sakının ve rızkınızı güzel yoldan isteyin. Hiç kimse (Allah’ın kendisine takdir ettiği) rızkı (geç de olsa) elde etmeden ölmeyecektir. Öyleyse Allah’tan (hakkıyla) sakının ve rızkınızı güzel yoldan isteyin. Helâl olanı alın, haram olanı terk edin!" Rızık bellidir artıp azalmayacak sadece onun mahiyeti yani helal veya haram oluşu değişecek. Buna da insanın kendi iradesi hükmediyor.
İslam Hukuku’nun belirlemiş olduğu ahkâm, helal ile haramın, hayr ile şerrin, adalet ile zulümatın, şirk ile tevhidin, temiz ile pisin arasını ayıran net sınırlardır. Bu sınırların delilsiz, hüccetsiz veya nefsi-keyfi bir şekilde genişletilmesi evvela Allah Azze ve Celle’nin hakkını (hududullah) çiğnemek gibi büyük bir hadsizlik(küfür), daraltılması ise evvela kulun hakkını (hududu'l-ibad) çiğnemek gibi büyük bir haksızlık olur. Evet, bu nedenledir ki tüm beşeri sistemler hem hadsizlik ve hem de haksızlık kaynağı olagelmişlerdir.
Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), "Öyle bir zaman gelecek ki, kişi, malını helâlden mi yoksa haramdan mı elde ettiğine bakmayacak!" herkes hadsizlik ve de haksızlık edecek. Hem kendine hem nesline ve hem de çevresine… İslam ümmetinin içinde bulunduğu acziyet ve meskenet zindanının en sağlam parmaklıkları işte bu hadis-i şerifte belirtilmektedir. Maddi mide için mânevi mideleri boşaltmak dahası zehir ve cürümlerle doldurmak! (Allah’ım bizi bu zindandan kurtar.)
Bu ahir zamanda Müslümanın mi'râcü-l kalbe (kalbin Allah ile olması, düşünen kalp) erişmesi için yapması gereken en mühim vazifesi elbette ki hadsizlik ve de haksızlık etmemektir. Hem kendine, hem bedenine, hem ruhuna, hem kalbine ve hem de vicdanına…
Bunu da ancak ve ancak helal-haram sınırına riayet ederek elde edebilir.
Dikkat!
“Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun? (Dolaştılar, ama ibret almadılar). Çünkü gerçekte gözler değil, göğüslerdeki kalpler (kalp gözleri) kör olur.”[4]