Helâldeki haramdan kastım, özü helâl olup olması gerektiği kullanılmadığnda kişiyi harama götüren şeylerdir.
Haramlar; daimî ve süreçsel diye de iki türe ayrılabilir. Daimî haramlara “haram liaynihi” denir ki bunlar malumdur. Haram ligayrihi sınıfı içinde yer alan süreçsel haramlara en gündemdeki misal ise boykotlu malları almaktır.
Söz konusu mallar genellikle özü itibariyle haram değildir. Dolayısıyla tüketicinin onları kullanmak, yemek, içmek gibi bir alışkanlığı vardır. Alışkanlık ise insan üzerinde güçlü bir tahakküm kurabilmektedir.
Mü’minin domuz eti ve alkollü içecek misali süreçsel olmayan açık bir harama çoğu zaman meyli dahi olmaz. Mü’min, onlarla imtihanı baştan aşmıştır. Oysa özü itibariyle helâl olmakla birlikte Yahudilerin Müslümanları öldürmelerine destek niteliğinde olduğu için alınması haram olan bir yiyecek ve içeceği almamak, içinde bulunduğumuz süreçle ilgili bir imtihandır.
Mü’min, bu imtihanı kazanmak için alışkanlıklarını yenme iradesini göstermek durumundadır. Nefsi, yani beşerî yanı, onu söz konusu içeceğe doğru itecek, ona o tadı hatırlatacak ve iradesi, buna karşı koyacaktır. İkisi arasındaki mücadele özellikle alışkanlığın derinleştiği kişilerde keskin bir imtihana yol açar. Helâl olanı, koşullar gereği haram bilmek ve o haramdan sakınmak, nefsi zorlar. Bir de boykotlu firmaların fiyatları düşük tuttukları düşünülürse insan daha da zorlanır. Gerçek şuur sahipleri, işte bu tür haramlardan da kendilerini sakındıranlardır. Onlar, bu haramlardan sakınmakla aynı zamanda bir davaya sahiplenmekte ve o davanın sevabına ortak olmaktadır.
Bir haramın toplum şuurunda yer edinmesi kolay değildir. Nitekim İslam, şaraba alışık Arapları ondan sakınmak için tedrici bir yol izlemiştir.
Günümüzde özü helâl ama süreçsel olarak haram sınıfına giren eylemlerin de terki hiç kolay değildir. Bu eylemleri fırsat bilip topluma İslam’ı ulaştırmak, onlardan sakındırma üzerine toplumda bir şuur inşa etme yoluna gitmek gerekir.
Genel olarak mü’min, harama doğrudan bulaşmaz, haramı helâl yönde yorumlayarak yer. Faiz, çokça yorumlanan haramlardan biridir. Faize göz dikenler, farklı yollara giderek onu helâlleştirme yoluna gitmişlerdir. Boykotlu malları almakla ilgili bu tür yollar dillendirilmektedir. Takva ehline düşen, yorumun öne çıktığı durumlardan sakınmak; yorumu harama giden bir yol olarak bellemektir. Aksi hâlde haramda helâl arayarak açık harama düşer.
Helâldeki haramın en tehlikeli türlerinden biri ise hiç kuşkusuz israftır. İsraf, geçmişin dünyasında helâlde ölçüyü kaçırarak harama düşmeyi ifade dene bir tutumdu. Bugün ise israf, ondan çok daha fazlasını ifade eder.
Günümüzün dünyasında ekonomi, Yahudi’nin pençesinde kıvranmaktadır. Yahudi uygarlığı ise bencil olduğu kadar kötülük üzere kuruludur. Bu yüzden bu uygarlık, insanı aldatmayı, ondaki malı ondan hileyle almayı maharet saymaktadır. İnsanı tahkir ederek almak, çok esfel hırsızların hâlidir. Esfel hırsız, mal sahibini ne kadar aldatarak ondan bir şey alırsa kendisini o kadar maharetli bilir ve yaptığı işten zevk alır. İşte Yahudi de çağın insanını aldatarak ona bir şey kabul ettirmeyi ya da onun elindekini almayı büyük bir maharet saymakta ve bundan keyif almaktadır.
Yahudi’ye bugünün dünyasında o keyfi yaşatan en öndeki unsurlardan biri ise tüketim felsefesidir. Denebilir ki Yahudi, bütün uygarlığını insanlığa tüketim felsefesini kabul ettirerek oluşturmuştur ve tüketim felsefesi çöktüğünde Yahudi uygarlık da çökmeye mahkumdur.
Tüketim felsefesi, kişinin yaşamını tüketimle anlamlandırması, tüketimi kutsaması, ihtiyacı aşan bir tüketime yönelmekten zevk almasıdır.
Günümüzde “alışveriş hastalığı” denerek kısmen mazur görülen tüketim felsefesi, kişileri sürekli israfa yönlendirir. İsraf, helâl olanın tüketiminde aşırıya gitmektir. Dolayısıyla helâlde harama düşmektir.
Öte yandan tüketim felsefesinin alıcılar açısından “alışveriş hastalığı” diye tanımlanması, biraz da yerindedir. Zira başka bir adlandırmayla “müsrifçilik” diye ifade edebileceğimiz bu felsefe, onu oluşturanlar için bir ideoloji gibi iken alıcılar için içsel bir sapma olarak değerlendirilecek kadar bir şehvet türüdür. Müsrifçilikte arzular, akla galip gelir: kişi kendi inanç, fikir hatta çıkar evreninden uzaklaşarak salt arzularını tatmin için alım ve tüketime yönelir.
Müsrifçilik; ustalıklı bir hırsızlık yöntemidir. Mal sahibinin uyuşturularak ondaki varlığın gözleri önünde çalınması şeklinde bir hırsızlık… Hatta mal sahibi, malının çalınmasından keyif alabilmektedir. Modern hırsız olarak kapitalist Yahudi, tüketicinin inanıcını, fikrini, algılarını, alışkanlıklarını değiştirerek onu bu gülünç duruma getirir.
Söz konusu mal olunca bu bize çok uç gibi gelebilir. Öyle değildir. Meseleyi giyim üzerinden anlamaya çalışalım: Normal bir Anadolu insanı, biri uzaktan dahi hanımına, kızına baktı diye onu vurmaya kalkışabilir. Oysa aynı şahsın; fikir ve algıları değiştirilerek hanımı ve kızının kadınlı erkekli plajlarda bulunmasına izin verdiği bilinen bir hâldir. Söz konusu şahıs nasıl ki kızının en müstehcen şekilde giyinip törenlere katılmasından “gurur” duyuyorsa fikir ve algıları değiştirilmiş tüketici de çok harcamaktan gurur duyabilmektedir.
Onun ihtiyaç duygusu da ihtiyaç hiyerarşisi de tamamen değişmiştir. O, gerekli olmayanı gerekli gibi hissediyor ve gerekli olanları normal bir sıralamaya tabi tutmuyor. Onun alım gözleri tamamen ekranlarda, reklamlara, tanıtıma bakıyor ve onun değerlendirme kriterleri, tamamen bulunduğu sosyal çevre ve sokaktadır. Ekranlar, onu tüketime yönlendiriyor ve sosyal çevresi, onun tüketimine bakarak ona yöneliyor, ona saygı duyuyor. Ekranlar, onu nesneleştirirken sosyal çevresi onu malı kadar değerli görüyor hatta onu putlaştırabiliyor.
Günümüzün dünyasında kölelik yok, deniyor. Ancak açıkça “tüketim köleliği”nden söz edilebiliyor. İnsanlar tüketirken farkında olmadan bir köle gibi çalışmak ve kapitalizme para yetiştirmek durumunda kalıyorlar.
Helâlde harama düşmenin kolay olması, çağın ideolojisi tüketimle buluşunca varlıklı insanın kendisini ondan alıkoyması, başlı başına bir direniş niteliği kazanmaktadır. Ne yazık ki pek çok önder şahsiyet dahi, bu direnişte imtihanı kaybetmiştir. Oysa bugünün dünyasına bu imtihanı kaybetmek, başka imtihanlardaki kazanımları dahi heba edebilmektedir. Zira bu imtihan kazanmayan, daimî ve süreçsel imtihanı birlikte kaybetmiş, çağın tağutlarına karşı direnişte yenik düşmüştür.
Meselenin çağla ilgili süreçsel boyutu düşünüldüğünde ise “Müsrifler şeytanın kardeşidir.” (İsrâ Sûresi, 27) ayet-i kerimesinin mucizevi yanı da keşfolunmaktadır. Söz konusu ayet-i kerimenin İsrâ Sûresi’nde yer aldığı da düşünüldüğünde Kur’an’ın mucizevi yönü bir kez daha anlaşılmaktadır. Yahudiler bu çağın şeytanları gibidir ve israfa düşen, onlara şu veya bu şekilde destek olabilmekte, dolayısıyla onların kardeşi konumuna düşebilmektedir. Yoksa böyle bir izah metnin çok mu uzağında?