اَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَۙ ﴿١﴾ وَوَضَعْنَا عَنْكَ وِزْرَكَۙ ﴿٢﴾ اَلَّـذ۪ٓي اَنْقَضَ ظَهْرَكَۙ ﴿٣﴾ وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَۜ ﴿٤﴾ فَاِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْراًۙ ﴿٥﴾ اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْراًۜ ﴿٦﴾ فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْۙ ﴿٧﴾ وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ ﴿٨﴾
“Senin kalbini açıp genişletmedik mi? Belini büken yükünü üzerinden kaldırmadık mı? Ve senin şanını yüceltmedik mi? Demek ki zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Evet, doğrusu her güçlüğün yanında bir kolaylık var. O halde önemli bir işi bitirince hemen diğerine koyul. Ve yalnız rabbine yönel. (İnşirâh Sûresi 1 - 8)
Ruhumuzun daraldığı, eziyet gördüğü, hem kadim düşmanlar hem de satılmış hainler tarafından kuşatıldığımız bu zamanda… Ama aynı zamanda Allah (celle celalühü)’nün kendi katından bir ruhla desteklediği basiret sahibi büyüklerimizin büyük müjdelerin gizlendiğini belirttikleri bu zamanda hem ruhumuzu hem kalbimizi hem de aklımızı -ve hatta nefsimiz dahil- teskin eden, tereddütlerden uzak mutmain olmasını sağlayan yegane rehber Kur’an-ı Kerim’in; فَاِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْراًۙ ﴿٥﴾ اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْراًۜ ﴿٦﴾ (Öyle ise muhakkak her zorluk/darlık/sıkıntı ile beraber bir kolaylık vardır.) ayeti ışığında bir konu hazırlamaya niyet ettik; anlaşılan o ki bu ayet-i kerime ancak surenin tamamıyla beraber gerçek manada anlaşılabiliyor. Zira Sure-i Celile’nin de işaret ettiği gibi zorluk/sıkıntı/darlıkla beraber olan kolaylık/rahatlık/genişlik kavramının işaret ettiği en büyük hakikat, İslam’a göre kurulu olmayan dünya nizamını İslam lehine değiştirmekle kendini mesul gören sorumluluk sahibi davetçinin sırtına yüklenen ve onun belini büken yükün kaldırılmasıdır. وَوَضَعْنَا عَنْكَ وِزْرَكَۙ ﴿٢﴾ اَلَّـذ۪ٓي اَنْقَضَ ظَهْرَكَۙ ﴿٣﴾ (Biz Senin belini büken yükü Senin sırtından almadık mı?)
Bu da yani belleri büken yükün kaldırılmasının en güzel şekli de her türlü ağırlığı, her türlü baskıyı hafifletecek, göğüs germesini sağlayacak zamanın fırtına gibi esen belalarını göğsünde dindirecek geniş bir yüreğe/göğse Allah (celle celalüh) tarafından genişlik verilmiş bir yüreğe sahip olmak iledir. اَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَۙ ﴿١﴾ (Senin kalbini/gönlünü açıp genişletmedik mi?)
Hz. Ali (radiyallAllahu anh); “Mümin Allah(celle celalüh)’tan musibetsizliği dilemez, zira böyle bir hal muhaldir. Ancak musibetlere karşı dayanma gücü vermesini Allah (cella celalüh)’tan diler.” derken ayet-i kerimede işaret edilen her zorluk/darlıkla beraber olan genişliğe/ferahlığa işaret etmektedir. Şehid Rehber Hz. Ali (radiyallAllahu anh)’nin işaret ettiği bu hakikatin bir mertebe daha iddialı olan ama müminler arasında seçkin bir zümrenin olması gereken makamı işaret ederek şu ifadeleri kullanır; “Dava eri zorun talibi olmalıdır.” Aslında bu ifadeleri kullanırken, zorluklardan arındırılmış bir hayatın dava eri için ne kadar da tehlikeli olduğuna işaret eder ve şu söylemiyle sarih bir şekilde ifade eder; “Konfor düşkünlüğü dava eri için ölümcül bir hastalıktır.” Dava eri kolay olana değil zora taliptir, olmak durumundadır. Konforlu, lüks bir hayatı değil zorun hamili mücadele hayatına taliptir. Ama bu hakikatle beraber o zorla beraber mutlaka bir kolaylığın var olduğunu da bilir ve bu hakikati müşahede etmeyi Allah (celle celalüh)’tan diler. Aslında Allahu Teala’nın her zorlukla beraber bir kolaylığı var ettiğini bilir.
Üstad Bediüzzaman’ın; “Kâinatın iki ciheti var—aynanın iki vechi gibi: Biri mülk, biri melekûtiyet. Mülk ciheti ezdadın cevelangâhıdır. Hüsün-kubh, hayır-şer, sağîr-kebîr gibi umurun mahall-i tevarüdüdür. Onun için vesait ve esbab vaz edilmiş, ta dest-i kudret zahiren umur-u hasise ile mübaşir olmasın. Azamet, izzet öyle ister. Hakikî tesir verilmemiş; vahdet öyle ister.” Sözleri ile işaret ettiği hakikat budur.
İşte davetçi Allah’u Teala’dan dilekte bulunurken bu hakikati müşahede etmeyi diler. Zira dava erlerinin belini büken zorluk, mesuliyet ve yükümlülükler vardır. Bu zorluk ve sıkıntılarla muhatap olan davetçinin bu sorumluluk altında belini doğrultabilmesinin, çökmemesinin en etkili ve güzel yolu Allah’ın kendisine bahşetmiş olduğu kalp genişliğidir.
Kalbin genişliğini sağlayan unsurlar da çeşitlidir. Neticeye/zafere ulaşmanın yolunun musibetlere göğüs germekten/direnmekten geçtiğini bilmek… başarıyı netice veren güç unsurlarının sadece ekonomik veya askeri güçle sınırlı olmadığını bilmek… zaferin kalabalık ve teçhiz edilmiş asker kalabalıklarıyla değil savaş sanatını en güzel şekilde bilip uygulamaktan geçtiğini bilmek…
Bu liste uzatıldıkça uzatılabilir ama bu listenin tamamının toplamı Allah için olmak, Allah için yaşamak ve Allah ile sürekli hemhal olmak hakikati ile kıyası dahi yapılmaz.
Unutulmamalıdır ki zafer/başarı sünnetullah ile eşgüdüm halinde olanların ulaşabildiği/elde edebildiği bir meyvedir. Bunun için de sünnetullahı bilip ona göre hareket etmek, ona göre tavır belirlemek, duruş sergilemek davetçi için olmazsa olmazdır.
Sünnetullah’tan bihaber yaşayan veya sünnetullahın gereklerine uyum sağlamayan en hafif rüzgarda dahi savrulmaktan kurtulamaz. Ama sünnetullahı bilip ona göre hareket eden en çetin kasırgaları bile mahir bir denizcinin ustalığıyla rahatlıkla atlatır.
En nihayetinde dar-ı dünya bir sıkıntı, bir zorluk diyarıdır. Ama iman, hidayet, ihlas denilen ne güzellik varsa hepsi de bu sıkıntı dünya ile beraber vardır.