“Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.”[1]
Biz Müslümanlar; hiçbir konuda, hiçbir meselede ve hiçbir işte gönlümüzün istediği veya sadece maslahatımızın gereği gibi bir söylem ve davranış içine giremeyiz. Hiçbir zaman ve hiçbir yerde, herhangi bir iş ve konuda hissi, nefsi ve duygusal davranma hakkına sahip değiliz ve davranamayız. Bazen bize ağır da gelse, hoşumuza gitmese bile, İslam dairesi içinde tepki göstermekle sorumluyuz ve bununla yükümlüyüz. Normal faaliyet ve işlerimizde İslamî sorumluluk ve yükümlülüğe nasıl dikkat etmemiz gerekiyorsa; gördüğümüz ve göreceğimiz zulümler karşısında da karşılaştığımız, karşılaşacağımız haksızlıklar karşısında da aynı sorumlulukla hareket etmeliyiz ve davranmalıyız.
Allah’a iman etmek, imanın gereklerini, sorumluluklarını ve yükümlülüklerini yerine getirmek ve bu anlayışa sahip olmak, büyük bir nimettir. İnsanlara ve cinlere gönderilen, kendisinden sonra kıyamete kadar başka peygamber gönderilmeyecek olan Hatemü’n–Nebiyyin, Resulü’s–Sakaleyn Aleyhisselatu Vesselam’a ve O’na indirilene iman etme, Sünnetine tabi olma, emirlerine uyup neyhettiklerinden sakınma, yaptıklarını yaparak sakınmamızı istediği şeylerden de sakınmanın gerektiği anlayışına sahip olmak ve bu anlayış doğrultusunda hareket etmek, ölçüsü olmayan bir nimettir.
Bu nimet ve lütfa sahip çıkmanın sorumluluğu olduğu gibi beraberinde getirdiği birtakım sıkıntıları da vardır. Bu nedenle her İslam âlimi, her İslam davetçisi, bir yönüyle de olsa Peygamber Efendimiz Aleyhisselatu Vesselam’a varis olmak isteyenler, Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’ın sevgisine ve davetine talip olanlar; (Gazze’deki gibi) fiziki baskının/zulmün yanı sıra hakaretlere uğrayacağını, (basın yayın yoluyla da) iftiralarla ve karalamalarla yıpratılıp etkisizleştirilmek için her türlü olumsuz durumla karşılaşacağını peşinen kabul etmelidirler. Tevhid tarihi, bunun böyle olduğunu göstermiştir. Dolayısıyla bundan sonra da böyle olacağı bilinmektedir ve olacağı muhakkaktır.
Peki, İslam’ı kendisine dert edinen, Allah rızası ve İslamî yaşamın ihyası için çalışanlar, (direniş ehli ve Müslümanlar) bütün bunlarla karşılaşınca elini–kolunu bağlayıp hiçbir tepki göstermeden duracak mı yoksa ye’s ve ümitsizliğe kapılıp davasından vaz mı geçecek?
Elbette tepkisiz kalmayacak ve hiçbir şey yapmadan durmayacaklar. Durmaları da mümkün değildir zaten. Çünkü durmak, vazgeçmek, hatta gevşek davranmak kişiyi sorumluluktan kurtarmadığı gibi, belki vebal altına bile sokabilir. Dolayısıyla yere, zamana ve şahsa göre lazım olan ve gereken ne ise hikmetli bir şekilde ve İslam dairesi içinde tepki gösterilmelidir.
İşte burası bizim için çok mühimdir: (Soykırımcı israile ve İslam düşmanlarına) gösterilecek tepki gerek fiili, gerek sözlü, gerekse de yazılı her ne şekilde ve ne vasıta ile olursa olsun, kesinlikle hissi, nefsi ve haddi aşma olmamalıdır. Yapılan saldırılar çok zor ve tahammül edilmeyecek olsa bile, haddi aşma ve İslam dairesinin dışına çıkmaya müsaade yoktur.
Uhud Savaşı’nda, Hind ile Vahşi işbirliğiyle Hz. Hamza Radıyallahu Anh’uya yapılanlara çok fazla üzülen Resul-i Ekrem Aleyhisselatu Vesselam’ın, bu tahammül edilemez acıya rağmen şu ayet–i kerime’ye muhatap olması, bizim için de bir ölçüdür:
“Eğer ceza verecekseniz, size verilen cezanın misliyle ceza verin ve eğer sabrederseniz, and olsun bu, sabredenler için daha hayırlıdır.”[2]
Ceza verilse bile, ancak misliyle ceza verilebilir. Haddi aşmak, İslam ahlakında yoktur. Gerçek İslamî şahsiyete sahip olan Müslümanlar; öfkelerini, kin ve gazaplarını nefislerinin gösterdiği doğrultuda değil, ancak Allah rızası doğrultusunda kullanırlar. Savaş esnasında yere attığı ve cehenneme göndermek üzere kılıcını boğazına dayadığı esnada mübarek yüzüne tüküren Allah düşmanı müşriki, sırf işin içine Allah rızasından başka nefsin de karışmaması için öldürmekten vazgeçen Hz. Ali radıyallahu anh örneğinde olduğu gibi…
Tahammül sınırlarını aşan ve kabul edilemeyecek derecede ithamlar, karalamalar, jurnallemeler ve ispiyonculuklar kimden gelirse gelsin, elbette çok çirkindir. Ancak Müslüman olarak bilinenlerden gelirse veya bazı şer güçlerin, Müslüman olarak bilinenlerin ağızları ve imkânlarıyla, İslam’ı kendisine referans olarak kabul eden Müslümanlara karşı yapılırsa, çok daha tehlikeli, korkunç ve daha çirkindir. İslam düşmanları bunu Müslümanlara yapsa, bir yere kadar tahammül edilebilir bir yanı vardır. Zira o şekilde davranmakla, belki de görevlerini yerine getiriyorlar. Müslümanlar, bu durumda olanların cevaplarını, (günümüzde olduğu gibi) onların anlayacağı dille vermiş ve vermeye devam edecektir.
Peki, aynı şeyler bilerek veya bilmeyerek ya da bazı şer ve karanlık güçlerin de yönlendirmesiyle, Müslüman olarak bilinen ve tanınanlardan gelirse, gereken cevaplar verilmeyecek mi? Elbette verilecektir.
Allah’ın davası için her şeylerini (Gazze’deki onurlu Müslümanlar gibi) ortaya koyanlara yapılan saldırılara, ithamlara, ispiyonculuklara, karalamalara ve töhmet altında bırakma girişimlerine göz yumamayız ve sessiz kalamayız. İtidalli ve adalet ölçüleri içinde kendimizi, kardeşlerimizi ve davamızı savunacağız. Bu, İslamî bir sorumluluk ve meşru bir haktır.
Şahsi olarak bize taalluk eden bir mesele, bir konu varsa ve bundan dolayı İslam’a ve Müslümanlara bir zarar dokunmayacaksa, kendi payımıza sessiz kalabiliriz. Ama bir cemiyetin, bir cemaatin (yani Müslümanların) hakkı ve hukukuna dokunuyorsa; hikmetle, haddi aşmadan, İslam dairesi içinde ne yapılması ve nasıl yapılması gerekiyorsa yapmakla, bu doğrultuda var olan imkânları (maddi ve manevi) kullanmakla mükellefiz.
Rabbimizden temennimiz; şahsımızda İslam’a ve Müslümanlara yapılan saldırılara cevap verip tepki gösterirken imanımıza, ahiretimize ve davamıza zarar vermeye sebep olacak şeylerden korusun ve sakındırsın.
Onların yanlış yaptıklarını, yaptıklarının doğru olmadığını, İslamî kimlik ve şahsiyete yakışmadığını, İslam’da yerinin olmadığını, Müslümanlar arasında hüsn–ü zannın esas olması gerektiğini yazacağız ve anlatacağız.
Bu yanlışın içinde olanların üzerinde etkili olan ve olabilecek çevre ve şahsiyetlere; atılan bu iftiraların, çirkin ithamların, yapılan karalamaların ve Müslümanlara yakışmayan ispiyonların İslam’da yerinin olmadığını, İslam’a ve Müslümanlara fayda getirmeyeceğini, bundan ancak İslam düşmanlarının fayda görebileceklerini, bir zaman fayda görseler bile bundan kendilerinin de muhakkak bir şekilde zarar göreceklerini, en kötüsü de dünya ve ahiretlerini heba edebileceğini anlatacağız.
Bunu yapmamızın bir nedeni; bir kötülüğün, bir yanlışın önünü almak, saldırganları durdurmak niyetiyle olmalıdır.
Kendimizi savunma hakkını kullanırken, (sosyal medyada olduğu gibi) saldırganların üzerine ölçüsüz bir şekilde giderek ve çirkin taraflarını ortaya dökerek başka yönlerden İslam’a ve Müslümanlara zarar vermemeliyiz. Başka Müslümanların aleyhinde kullanılmak üzere kâfirlerin ve İslam düşmanlarının eline koz olabilecek zaaflarını ortaya dökmek de doğru olmaz.
Yapılan itham ve saldırılara cevap verirken, İslamî şahsiyetimize yakışmayan sözlerden, kelime ve kavramlardan sakınmak için (sosyal medya gibi platformlarda da)çok dikkatli ve hassas davranmalıyız. Bir yanlışı düzeltmeye çalışırken, benzer bir yanlışın içine düşmek; İslamî kimliğimize, şahsiyetimize ve duruşumuza yakışmayacaktır. Bu nedenle de zamanın ve şartların hesabını yaparak her şeyin hikmetle ve yerli yerinde olmasına dikkat edeceğiz İnşaallah.
Müslümanlara saldıranların maddi imkânları ve yolları (Gazze misalinde olduğu gibi) bizimkilerden daha fazla olabilir. Dış görünüşleri yani görünenleri bizi yıldırmayacak, gevşetmeyecek ve azmimizi kırmayacaktır inşallah. Zira netice; muttakilerin, Allah’ın hudutları içinde hareket edenlerin, haddi aşmayanların, adalet ölçüsüne dikkat edenlerin ve Allah’ın emirleri doğrultusunda hareket edenlerindir. Yani yapılan işgalci İsrail saldırıları dahil hiçbir kardeşimizin kalbine sıkıntı getirmesin ve azmini kırmasın. Hiç şüphesiz hileleri ve tuzakları onlara dönecektir. Hilekâr ve düzenbazların yaptıkları, ancak kendilerine zarar verecektir. Şimdi olmazsa bile gelecekte, onlar da ve herkes de böyle olduğunu görecektir.
Şunu herkes çok iyi bilsin ve inansın ki, düşmanlıkta ne kadar ileri de gitseler, ne kadar kötülük etmeyi arzulasalar, onlara karşı bize Allah yeter. Yeter ki, Allah’ın hudutlarını muhafaza edelim.
Rabbim, bizi hakka yöneltip kendisiyle adaleti ayakta tutanlardan eylesin! Âmin!
Allah’a emanet olun!