25 Yıllık İdareci Ve Öğretmen MEHMET GÜLSEVER ile…
Değerli Okurlar!
Eylül ayı, eğitim ve öğretimin başlandığı ay olması itibarıyla dergimize “ÖĞÜTEN DEĞİL, EĞİTEN MÜFREDAT” konusunu dosya olarak ele almayı uygun gördük. Konu müfredat olunca elbette röportaj için başvuracağımız kişi de alanında tecrübeli ve deneyimli biri olmalıydı.
Nitekim dergimizin kıymetli yazarlarından Mehmet Gülsever Hocamız, bu teklifimizi bizi kırmayarak kabul etme nezaketini gösterdi. 25 yıllık tecrübe, idarecilik ve eğitimci olarak hocamızın tespitleri bizler için önemliydi. Bu vesileyle sizleri bu güzel röportajla başbaşa bırakırken hocamıza ayrıca teşekkür ediyoruz.
Hocam sizi tanıyabilir miyiz?
1969 Diyarbakır doğumluyum. İlk orta ve lise tahsilimi Diyarbakır’da yaptım. Diyarbakır İmam Hatip lisesi mezunuyum. 1989 yılında Dicle Üniversitesi Sınıf Öğretmenliği bölümünden mezun oldum. Aynı yıl öğretmen olarak atandım. Daha sonra Anadolu Üniversitesi Türkçe bölümünü bitirdim. Yaklaşık 25 yıldır okul yöneticisi olarak çalışmaktayım. Evli ve 5 çocuk babasıyım.
Hocam yıllardır eğitim camiasının içinde yer alan bir öğretmen ve idareci olarak eğitim sistemi ve müfredatındaki sorunlar hakkında ne dersiniz?
Eğitim ilk insanla başlayan ve günümüze kadar değişip gelişerek gelen insanlık tarihinin en önemli sürecidir. Tarih boyunca eğitimde önde olanlar geride kalan topluluklara hâkim olmuşlardır. Bilgi, insanın ve insanlığın en büyük silahıdır. Bu hususta İslam tarihi, ilm-i irfan ile birleştirerek dünyaya yön ve şekil vermede en iyi örnektir.
Eğitim evrensel bir nitelik taşıyor olmasına karşın, yerel renk ile boyanma gibi bir mecburiyeti de vardır. Oysa bizde 3 Mart 1924 tarihli ve 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat yasası ile birlikte eğitim, tamamen batılılaşmış bir toplum inşa etme sürecine dönüştü. Harf devrimi ile birlikte toplumun geçmişi ile bütün bağları koparıldı. Adeta kör ve sağır bir toplum oluşturuldu. Gayrimüslim okulları hariç Osmanlı’dan kalma tüm okullar kapatıldı. Din eğitimi aşamalı olarak 1950’lere kadar tamamen yasaklandı. Anayasanın değişmez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez ilk üç maddesi eğitim sistemini ve müfredatını tamamen tahakkümü altına almış ve batılılaşma anlayışını kalıcı kılmıştır. İlk üç maddede devletin ve devletin tanzim edeceği vatandaşın biçimini ve sınırlarını tanımlıyor: “Dili Türkçe’dir, laiktir, Atatürk milliyetçiliğine bağlıdır”. Dolayısıyla ilk düğüm yanlış bağlanınca sonrasını düzeltmeniz mümkün olmuyor.
Hazırlanan bütün müfredatlar laik, ulusalcı ve batıcı olmak zorunda olmuş. Bu da yerellikten uzaklaştırmıştır bizi. Kültür ve inancından uzaklaşan bir müfredat, halkın tüm kesimleri ile kavgalı olmuştur. Halk, cebri yöntemler dışında hiçbir değişimi kabullenmemiştir. Son 20 yıla kadar neredeyse sabit, hantal, ezberci, batıcı bir müfredat ile yol alınmıştır. Son 20 yıldaki değişimler ile müfredat ağırlıklarından kısmen kurtulmuş ise de sistemin ayağına pranga olan laiklik, ulusalcılık ve batıcılık pek yol aldırmamıştır. Bu sistem ve müfredat, Müslüman halkımızın üstüne oturmayan dar deli gömleği gibi olmuştur. Orasından burasından sökülünce de dikiş tutturmaya çalışılmış ancak sistem ucube bir birey yetiştirme dışında bir şey üretmemiştir. Son 20 yılın gerek İslami eğitim alanındaki gelişmeleri gerekse bilimsel yaklaşımlardaki gelişmeleri, değeri olmakla birlikte çok yetersizdir.
Karma eğitim için ne dersiniz?
Karma eğitim dayatması da belirttiğim gibi toplumu Batılılaştırma çabasının en önemli parçası olmuştur. Yüzyılın pedagojik yanlışı olarak görüyoruz. Yanlışı üzerinde Batılılarca yazılmış onlarca makale ve araştırmanın olduğu karma eğitimden Batı önemli oranda vazgeçmekte ve isteğe bağlı kız ve erkek okullarının önünü tamamen açmaktadır. Özellikle ergenlik döneminde karma eğitimde öğrenmeye odaklanmak; mahcubiyet, alaya alınma, beğenilmeme kaygıları ile birlikte çok zorlaşıyor. Kız ve erkeklerin öğrenme süreç ve modellerinde özgünlük söz konusu. Bu da karma eğitimi oldukça sakıncalı kılıyor. Karma eğitim bu veçhiyle bizatihi fırsat eşitliğini zedeliyor. Maalesef laiklik paranoyasıyla da karma eğitim dayatılıyor. Haddi zatında karma eğitim inanç ve kültürümüzle bağdaşmayan bir eğitim modelidir.
Eğitim sistemi nesli değerlerine bağlı yetiştiriyor mu?
Az önce de belirttiğimiz gibi sistem tamamen Batı hayranlığı ve özentisine odaklanmıştır. Sistemin zihin kodları bu olunca bırakın değerlerine bağlı bir nesil yetiştirmek, değerlerini reddeden aşağılayan mankurt kafalar yetiştirmiştir. Bugün yaşadığımız keşmekeşin temelinde değerlerimizi hatırlatan bir adım atıldığında cin çarpmışa dönmüş bu kafaların çıkardığı yaygara yatmaktadır. Eğitimin özgünlüğü ve yerelliğinden hep bahsettik. Kendimize ait olması ve yerli olması evrenselliğini zedelemez bilakis katkı sunar. Bizde ise ismi dışında hiçbir yerelliği yoktur. Aynı zamanda evrensel nitelik de taşımıyor. Bu da Batıya şeklen benzeyen içi boş nesiller yetiştirmekten başka bir işe yaramadı.
Mesleki eğitim ile ilgili görüşünüz nedir?
Mesleki eğitim toplumların kalkınmasında, sanayi ve teknolojinin gelişmesinde en önemli ayak ve direğidir. Çok özendiğimiz batılı toplumlarda mesleki eğitime gitme oranı %70’lerdedir. Bu oranın da %70’i üniversiteye gitmeden mesleğe atılmaktadır. Hem genç yaşta iş sahibi olup hayata atılmakta hem de üniversite mezunu işsizler ordusuna su taşımamaktadır. Bizde bu oran %35 civarındadır.
Sanayinin iş kolları ile işbirliği bakanlık desteği ile birleştirilip eğitim gideri ve istihdam garantisi sağlanırsa, bizde de mesleki eğitimde ciddi iyileşmeler sağlanır. İşkur’da şu an 500 bin kalifiye eleman talebi var ve karşılanamıyor. İşsizlik oranı da yüzde 10-15’lerde. Ancak son Milli Eğitim Bakanı mesleki eğitimde çok iddialı ve önemli projelere imza atmaktadır. Sanayi kolları ile bu buluşma gerçekleşir, istihdam garantisi sağlanırsa ve her gelen Bakan’la sil baştan bir süreç başlanmazsa mesleki eğitim, ciddi mesafeler kat eder.
Eğitim sürelerimizin uzunluğu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Eğitim sürelerimiz dünya standartlarındadır. Ancak bu süreyi doğru ve dolu değerlendirme problemimiz var. Yani aynı sürede dünyanın başkaca çocukları bize kıyasla daha donanımlı ve nitelikli yetişiyorlar. PISA(Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) sıralaması da bunu gösteriyor. OECD ülkeleri arasında en alt sırayı almaktayız.
Oysa iddiamız büyüktü. Geçmişe sünger çekerek muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkacaktık. Osmanlı yıkılma aşamasında bile dünyanın sayılı ülkeleri arasında idi. Son yıllarda muhafazakar iktidarların çabasını da çıkarırsanız, dünyanın çok gerisinde kaldığımız apaçık ortadadır. Teknolojide dünyanın gerisindeyiz. Üretimde dünyanın gerisindeyiz. Ahlak ve dürüstlükte olukça gerideyiz. Ekonomide çok gerideyiz. Eğitime dair bir modelimiz ve müfredatımız yok. Buna karşın gelişmiş tüm ülkelerin isimleri ile anılan bir model ve müfredatları var. Biz de habire paralar harcayıp sözde uzmanlar göndererek oradakileri buraya motamot uygulamaya çalışmışız. Ancak kendi gömleğimizi dikmeyi hiç akıl edememişiz. Ne Batı olabilmişiz ne de kendimiz kalabilmişiz. Ortada bir ucube olarak kalmışız. Sistemin yüzyıllık bütün bu geri kalmışlığının hesabını vermesini bir yana bırakın artılarını hanesine eksilerini İslam’a ve Müslümanlara çıkarması da başkaca bir Alicengiz oyunu olsa gerek.
Hocam bütün bu sistemler problemlerde çözüm önerileriniz var mı?
Türkiye Osmanlı bakiyesi kendine özgü bir ülke. Çok dilli çok kültürlü bir yapısı var. Dolayısıyla bütün bu çeşitliliğe cevap verecek kendine özgü ve özgün bir eğitim sistemini inşa etmek zorundadır. Sosyal ve kültürel katmanlarıyla tamamen kavgalı bir model başarılı olamaz. Bunun önündeki en büyük engel de yasal ve anayasal dayatmadır. Anayasa değişmedikçe tek dilli tek tipli, laik, Kemalist, Batıcı bir çizgiyi aşamazsınız ki nitekim aşılamadı. Ancak mevcut sistemde bile revize edilecek iyileştirmeler ciddi manada sağlanabilir. Eğitimin en temel direği öğretmendir. Sistem, okul, donatım, teknoloji arkasından gelir. Elbette öğretmenlere sonsuz saygımız var. Ancak nasıl ki herkes marangoz veya spora yatkın olamaz, işte öyle de herkes öğretmen olma vasıflarını taşımayabilir. Dolayısıyla ta liseden başlayarak akademik kriterler de esas alınarak öğretmen olma vasfını taşıyan bireyler tespit edilmeli ve öğretmen okullarına yine ciddi ve akademik elemelerden geçilerek alınmalı. Arkasından mezun oluncaya değin hatta öğretmen olduktan sonra bu pedagojik yeterlilik ve performansları ölçülmeli. Yeterli olmayanlar başkaca memuriyetlerde istihdam edilmeli. Siz mutfağa hangi malzemeleri koyarsanız koyun, iyi bir aşçı yoksa iyi bir yemek yemeniz mümkün değildir. Mâlum medrese sisteminde öğrenci, öğretmeni seçerek bu problemi minimize ediyordu. Tabi bunun için 10-20- yıllık değişmeyen planlamalar yapılmalı ve öğretmen ekonomik doygunluğa mutlaka kavuşturulmalıdır.
Okullar ekonomik olarak güçlü ve daha bağımsız olmalı. Okullar üzerinden devlet adeta bütün vatandaşlarına bağış adı altında dileniyor. Bu da okulu velinin bağışına mahkum hale getiriyor. Bu zincir yönetici-öğretmen-veli ilişkisini ciddi manada zedeliyor.
Müfredat sahadan gelen veriler ışığında yenilenmeli, manevi ve yerli olmayan unsurlarından mutlaka arındırılmalı ve elbette bu referanslarına bağlı kalmak kaidesi ile günün ihtiyaçlarına göre sürekli revize edilmeli, yenilenmeli.
Okul- toplum ilişkisi çok daha güçlü ve gönüllü hale getirilmeli. Bunun için de maddi kaygılardan uzak okul-veli küskünlüğünü gideren bir modelin temel taşları atılmalı. Tabi en önemlisi bize ait ve ismimizle anılan manevi ve kültürel zenginliğimizden beslenen, ilmi ve fenni gelişmişliği bir o kadar önemseyen bir sistemin inşa edilmesi lazım. Bir sistemimiz olsun ki her gelen Bakan, sil baştan yapmak zorunda kalmasın. Üzerine biraz daha koysun. İyi niyetle de olsa dikiş tutmayan her deneme yeni Bakan’la sil baştan yapılıyor. Deneme tahtasına döndü çocuklarımız. Elbette bu bir anda olmaz ama başlamadan da yol alınmaz.
Sınav kaygısı mutlaka minimize edilmeli. Bu da demin belirttiğimiz öğretmen yetiştirme sisteminden çıkmış öğretmenlerle mümkün olur.
Sağlam bir denetim ile adil ve ciddi bir yönetmelik ile eğitim aşamalı olarak ve devlet destekli olarak özelleştirilmeli. Her öğrencinin devlete ortalama yıllık maliyeti olan 20 bin TL ile bu dönüşüm fazlasıyla sağlanabilir. 550 öğrencilik bir okulun devlete maliyeti 11 milyon TL. ortalama bir hesap ile 5,5 milyon liraya aynı okul, özel sektörde çok rahat ikame edilir. Ve çok daha büyük başarı elde edilir. Üstelik özel sektöre kiralanacak binalar da başlı başına bir gelir kaynağı olur.
-Kıymetli hocam, bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.
-Bu fırsatı bana sunduğunuz için ben teşekkür ederim.
İnzar Röportaj/Söyleşi