وَمَا كَانَ الْمُؤْمِنُونَ لِيَنْفِرُوا كَٓافَّةًۜ فَلَوْلَا نَفَرَ مِنْ كُلِّ فِرْقَةٍ مِنْهُمْ طَٓائِفَةٌ لِيَتَفَقَّهُوا فِي الدّ۪ينِ وَلِيُنْذِرُوا قَوْمَهُمْ اِذَا رَجَعُٓوا اِلَيْهِمْ لَعَلَّهُمْ يَحْذَرُونَ۟ ﴿١٢٢﴾
Bununla beraber müminlerin hepsinin toptan savaşa çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminden bir grup dinde yeterli bilgi sahibi olmaya çalışmak ve seferden dönen topluluklarını uyarmak üzere geride kalmalıdır. Umulur ki sakınırlar. (Tevbe Sûresi 122)
Her eğitim-öğretim sisteminin yakın hedefleri ve bu yakın hedef doğrultusunda şekillenen uzak hedefleri vardır. Türk milli eğitim ve öğretiminin temel hedefi, 1739 sayılı kanunda şu şekilde özetleniyor:
“Atatürk inkılâp ve ilkelerine ve Anayasanın başlangıcında ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlâkî, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan; insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan millî, demokratik, lâik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek;”
Görüldüğü gibi eğitim ve öğretimin temel amacı ya da felsefesi hakim düzenin politik inancını benimsemiş, içselleştirmiş ve bunu davranış haline geliştirmiş bireyler, yurttaşlar yetiştirmek.
İslam eğitim ve öğretim sisteminin de elbette felsefesi, yakın ve uzak hedefleri vardır elbette. Eğitim tarihinin serüveni konusunda uzmanlığım yok ama büyük ihtimal eğitim ve öğretimin felsefe sahibi olması, disiplinler rehberliğinde hedef bireyler yetiştirme projelerinin geliştirilmesinin İslami eğitim felsefesinden esinlendiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Yukarıya aldığımız ayet-i kerime İslam eğitim-öğretim felsefesinin yakın ve uzak hedeflerini konu alan ayet…
لِيَتَفَقَّهُوا فِي الدّ۪ينِ وَلِيُنْذِرُوا قَوْمَهُمْ اِذَا رَجَعُٓوا اِلَيْهِمْ لَعَلَّهُمْ يَحْذَرُونَ۟
“Ta ki dinde fakih(derin ve dakik bilgi sahibi) olsunlar ve kendilerine döndüklerinde kavimlerini uyarsınlar diye, umulur ki sakınırlar”
Görüldüğü gibi İslami öğretim sisteminin temel amacı; dinde derin ve dakik bilgi sahibi olmak ve bu derin bilgi ile kavimlerini Allah’ın hudutlarını çiğnemekten sakınmalarını sağlamak amacıyla uyarmak…
Rivayetlerde bu ayet-i kerime nazil olur olmaz Hz. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Mescid-i Nebevi’nin bitişiğine bir çardak(Arapça “Saffa” olarak tabir edilir) kurmuş ve ilimle meşgul olmak isteyenlerin burada barınabileceğini ifade etmiştir. Böylelikle İslam’ın ilk öğretim kurumu Suffa Medresesi bu şekilde kurulmuştur. Bu uygulama Hz. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin vahyin hayata uyarlanmasında ne kadar büyük ve pratik bir projeci olduğunu göstermesi açısından da güzel bir örnektir.
Müslüman alimler daha sonraları ilimleri tasnif ederken bu hedefi göz önünde bulundurarak tasnif etmişlerdir. Dinde fakih olmaya yardımcı olan ve insanların uyarılmasına yardımcı olan ilimleri dini ilimler diğer ilimleri ise dini olmayan ilimler kategorisinde değerlendirmişlerdir. Ve bu tasnifte göze çarpan en büyük özellik dini bilimler kategorisine alınan bilimlerin çoğunluğunun sosyal bilimlerden oluştuğu hakikatidir. Tabiri caizse Müslüman alimler insanlarla ilgili olan ilimlerle daha çok uğraşmalarını istemişler Müslüman bireylerden…
Ayet-i kerimenin tefsiri ile ilgili açıklamalara geçmeden önce şu hakikati dillendirmek yerinde olur kanaatimizce; “Dini ilimler kategorisine alınmayan ilimlerin uğraşılmayacak ilimler olarak algılanması doğru değildir. Sihir gibi uğraşılması küfür olan bir ilim hakkında bile; bu işin hakikatini öğrenmek ve zararlarından korunmak maksadıyla sihir gibi bir ilim bile öğrenilmelidir, hakikatini dillendiren seleflerimiz kesinlikle dini ilimler kategorisinin dışında bırakılan ilimlerle uğraşılmasın demez. Belki en kötü ihtimalle ehem mühim sıralamasından söz edilebilir.” Bir de dini ilimler kategorisinin dışına itilen ilimlerin çoğunluğu tasnifin yapıldığı dönemlerde bilimsel gerçeklerden çok safsataların toplamı mahiyetinde olan ilimlerdi. Tasnifin şekillenmesinde bu hakikatin de büyük etkisinin olduğu unutulmamalıdır. Bilimin bu kadar ilerlediği bu zamanda Allah’ın sanatının derinliği, Allah’ın kudretinin sonsuzluğunun ispatının en büyük delillerinin dini ilimlerden sayılmayan, fenni ilimler olduğu gerçeğini göz önünde bulundurduğumuzda seleflerimizin bugün bir tasnif yapmış olmaları halinde çok az ilmi dini olmayan ilimler kategorisinde bırakacaklardı, iddiasını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bu ayet-i kerimenin sebebi nüzulü ile ilgili Fahreddin er-Razi İbn-i Abbas’tan (radiyallahu anhüma) şu rivayeti nakleder; “Hz. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gazveye çıkacağı zaman geride sadece münafıklar ile özür sahibi Müslümanlar kalırlardı. Tebük seferi dolayısıyla Allahu Teala’nın münafıkların sıfatlarını açıklamasından sonra müminler; ‘Allah’a and olsun ki bundan böyle ne bir gazveden ne de bir seriyeden geri kalacak değiliz’ dediler. Bundan sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir seriye göndermeye dursun, bütün ashab iştirak etmek için seferber olurdu. Öyle ki bazen Medine’de Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin yanında kimse kalmazdı.” Dolayısıyla bu esnada inen ayetlerin yazımı, hükümlerinin herkese duyurulması konusunda sorunlar yaşanırdı. İşte ayet-i kerime buna binaen nazil oldu.
Cihad İslam’ın zirvesidir, hadisi ve benzer çok sayıdaki hadis-i şerif ile çok sayıdaki ayet-i kerime cihad makamının yüceliğini bizlere göstermiştir. Ama şu bir hakikattir ki, alimlerin mürekkeplerinin şehidlerin kanlarıyla tartıldığı/eşdeğer görüldüğü bir medeniyettir İslam medeniyeti… Böyle bir medeniyet destanlar yazan savaş kahramanlarının alimlerin nur saçan kalemlerini gölgelemesine müsaade etmez. Bu hikmete binaen Allahu Teala;
وَمَا كَانَ الْمُؤْمِنُونَ لِيَنْفِرُوا كَٓافَّةًۜ (Müminlerin topyekûn savaş için seferber olmaları doğru değildir) diyor. Bilakis;
فَلَوْلَا نَفَرَ مِنْ كُلِّ فِرْقَةٍ مِنْهُمْ طَٓائِفَةٌ لِيَتَفَقَّهُوا فِي الدّ۪ينِ (Dinde derin ve dakik bilgi sahibi olsunlar diye her fırkadan bir taifenin geri kalması gerekli değil mi?)
Ta ki;
وَلِيُنْذِرُوا قَوْمَهُمْ اِذَا رَجَعُٓوا اِلَيْهِمْ
(Kavimleri savaştan kendilerine döndüklerinde onları -Allah’ın hükümleri ve şeriatı hakkında- uyarsınlar)
Belki bu sayede;
لَعَلَّهُمْ يَحْذَرُونَ (umulur ki -Allah’a karşı gelmekten/Allah’ın hükümlerine muhalif hareket etmekten- sakınırlar.)
Savaş kadar insanları kendi atmosferinin girdabına alıp onları gark eden başka bir vakıa yoktur. Ölüm ve öldürmenin sürekli yanı başında durduğu, en yakın arkadaşlarının parçalanarak korkunç bir şekilde can verdiği, asaletten yoksun düşmanın her türlü yöntemi mübah sayarak en acımasız sahneleri sana yaşattığı savaş atmosferi mücahidi öyle bir cenderenin içine sokar ki belli bir süre sonra mücahidin hakikatlerinin savaşa hükmetmesi yerine savaşın gerçekleri mücahide hükmetmeye başlar. Eğer mücahid ısrarla uyarılmazsa bir savaş makinasına dönüşmekten kendine kurtaramaz. Bu yüzden sürekli olarak mücahidi sakinleştirecek, onun sivrilen uçlarını törpüleyecek ve kilitlendiği Allah’ın rızasına erme hedefinden şaşmasını önleyecek uyarıcılara ihtiyaç vardır. Bu da Allah’ın dininde fakih olmak için irfan deryalarını mesken edinmiş İslam alimlerinin elleriyle ancak olabilecek bir şeydir. Mücahid ancak bu telkinler ve istikamet üzeri tutulma seanslarıyla savaşın girdabına kapılmaktan sakınıp kendi olarak kalabilecek.
Ayet-i kerimenin siyak ile sibakına bakıldığı zaman şöyle bir ince nükteye parmak bastığını günümüz şartlarının tefsiri sayesinde görebiliyoruz.
Konunun başına aldığımız ve İslam’ın talim/öğrenim sisteminin felsefesini izah eden ayet-i kerimeden önceki ardışık çok sayıdaki ayet savaştan ve savaşın hükümlerinden söz etmektedir. Aynı şekilde söz konusu ayetten hemen sonraki ve ardından gelen daha bir çok ayet aynı şekilde savaştan ve savaşın hükümlerinden söz etmektedir. Kanaatimizce ayet-i kerime İslami öğrenimin savaşın ortasında dahi olunsa terk edilemez, es geçilemez ve geciktirilemez bir mesele olduğunu işmam ettirmeye çalışıyor.
Allah’ın dini hakkında derin bilgi sahibi olacak eğitim kurumlarını tekrar inşa ve ihya etme dileğiyle…
Mehmet Zeki Ergin
Mehmet Zeki Ergin