اِذَا جَٓاءَ نَصْرُ اللّٰهِ وَالْفَتْحُۙ ﴿١﴾ وَرَاَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ اَفْوَاجاًۙ ﴿٢﴾ فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُۜ اِنَّهُ كَانَ تَوَّاباً ﴿٣﴾
Allah’ın yardımı gelip fetih gerçekleştiğinde; Ve insanların akın akın Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde; Rabbine hamdederek şanının yüceliğini dile getir ve O’ndan af dile; şüphesiz O, tövbeleri çok kabul edendir. Nasr Sûresi (1 - 3)
Hayatın sürprizlerle dolu bir hakikat olduğunu bariz bir şekilde bir bütün halde ifade eden bir sure-i celile... Sürpriz de aslında iç içe geçmiş zıtlıkların beklenmedik bir anda insanın karşısına çıkmasıdır. Belki de kaderin cilveleri diye tabir edilen şeylerdir. Hayatı anlamlı kılan, yaşamı donuklaşmaktan kurtaran unsurlardır da aynı şekilde… En mükemmel zafere erişilen anın ecelle karşılaşılan an olması ya da tam tersi…
İbn-i Abbas’tan -Allah hem kendisinden hem de babasından razı olsun- rivayet ediliyor.
“Hz. Ömer, hilafeti döneminde beni ashabın büyüklerinin meclisine hep yanında götürürdü. Ben o zamanlar henüz genç idim. Bu durum ashaptan bazılarını rahatsız ediyordu ve bunu dile getirmeye de başlamışlardı. Bir gün Emirülmümin istişare için toplanmış ashabın büyüklerinin meclisine kendisiyle beraber katılmam için hazırlanmamı söyledi. Söyleyiş tarzından bu katılımın diğer katılımlardan farklı olacağını tahmin etmiştim. Hazırlandım, beraber ashabın büyüklerinin toplandığı meclise katıldık. Halife Ömer meclise dahil olur olmaz daha oturmadan ashaptan Nasr Suresi hakkında fikirlerini sordu. Kimileri zaferden sonra tesbih ve istiğfarla meşgul olunması gerektiğini emir buyuran bir suredir dedi, kimisi de sustu. Sonra bana dönerek; “sen bu konuda ne düşünüyorsun ey genç” diye sordu. Ben, onlardan farklı düşündüğümü ve Nasr Suresinin Efendimiz (s.a.s)’in dünyadan göç vaktinin geldiğini haber verdiğini söyledim. Hz. Ömer “Vallahi ben de senin söylediğinin dışında bir şey bilmiyorum” dedi. O günden sonra artık meclislere beni beraberinde götürmesine itiraz eden olmadı.”
Sure-i celile açık açık Allah’tan zafer ve fetih gerçekleştiği ve insanların, dava edindiğiniz Allah’ın dinine dahil olduğunu gördüğünüz anda yapılması gereken tesbih, tahmid ve istiğfarı Efendimiz’e ve Onun şahsında Ona veraset eden dava erlerine emir buyuruyor ama aynı zamanda ölüm vaktinin geldiğini de haber veriyor. Ölüm vaktini haber vermesi yorumlanarak verilen bir mana değil çünkü Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin tefsirinde zahir mana ancak külli kaidelerle ters düştüğü zaman yoruma başvurulur.
Üç ayetten müteşekkil olan kısacık sure-i celile mükemmel başarıyı, en ideal zaferi tanımlıyor ve bir dava erinin bu mükemmel zaferden sonra nasıl hareket etmesi gerektiğini açıklıyor. Zira;
نَصْرُ اللّٰهِ (Allah katından olan zafer) meydan muharebesinde düşman ordularının dağıtılıp yenilgiye uğratılmasını,
الْفَتْحُۙ (Fetih) kazanılan muharebenin ardından daha önce davetçiler üzerine kapalı olan bir beldenin kapılarının ardına kadar açılmasını,
وَرَاَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ اَفْوَاجاًۙ (insanların akın akın Allah’ın dinine dahil olmaları) da davete icabeti, daha önce sana kılıç çekenlerin sana omuz vermesi, seninle beraber aynı safta kılıç sallamalarına işaret ediyor.
İşte sure-i celilenin işaret ettiği bu mükemmel zafer Mekke-i Mükerreme’nin fethi esnasında tahakkuk etmiş bir zaferdir. Zaferi en mükemmel zaferdir zira savaş uzmanlarının hemen hepsi; “en mükemmel zafer hiç savaşılmadan kazanılan zaferdir” görüşünü savunan savaş sanatı uzmanı Sun Tsu’nun görüşü üzerinde müttefiktirler. Savaşılarak kazanılan zaferlerin yan etkileri mutlaka vardır. Savaşta öldürülmüş insanların akrabalarının kin bağlamaları yaygındır, sana belki boyun eğerler ama seni kabul etmeleri uzun zaman ister ve çoğunlukla bu gerçekleşmez. Buna benzer daha bir çok yan etkisi var savaşılıp kazanılan zaferlerin… şehirlerin viraneye döndürüldüğü, insansızlaştırıldığı günümüz savaşlarının hiçbiri biz Müslümanların nazarında zafer değildir. Fetih asla değildir. Belki işgaldir. İşgaller de eninde sonunda direniş hareketleri ile uğraşmak zorunda kalmışlardır.
İslam’ın zaferden yegane amacı beldelerin kapılarının İslam davet ve davetçilerine açılmasıdır. Bu amacı netice vermeyen her zafer Müslümanların nazarında kısırdır. Meyvesiz bir ağaçtır. İşte Mekke zaferi kutsal beldenin kapılarının ardına kadar İslam’a ve Müslümanlara açıldığı bir fethi netice vermiştir. Fethin üzerinden daha bir gün bile geçmeden sayılı bir kaç kişi hariç bütün Mekke ahalisi İslam saflarına katılıp Müslüman oldular. İşte bu da insanların Allah’ın dinine akın akın dahil olmalarıdır.
İşte bu mükemmel zaferden sonra yapılması vacip olan eylem; Allah’ı tesbih etmek, Allah’a hamd etmek ve çokça istiğfarda bulunmaktır.
Fahreddin er-Razi Tefsir’ül-Kebir’inde şu nüktelere değiniyor;
Allahu Teala Duha Suresi 5. Ayette;
وَلَسَوْفَ يُعْطِيكَ رَبُّكَ فَتَرْضَىٰ (Yakın bir zamanda Rabbin sana verecek ve sen bundan razı olacaksın) buyurduktan sonra, şüphe yok ki bu i’ta’yı gün begün artıracaktır, yüreğin ferah gönlün mutmain olsun. Çocukken seni ebabil kuşları ile destekleyen Rabbin Bedir’de kuşlar yerine melekler ile destekledi. Bugün ise senin öz vatanın, beldeler içerisinde sana en sevimli olan beldenin kapılarını ardına açtı. Hem de sakinleri vatanlarından kaçıp mülteci durumuna düşmeden. Tam aksine dün seni yerinden yurdundan çıkaranlar bugün senin en sarsılmaz destekçilerin durumuna gelerek senin öz yurdunun kapılarını sana açtı. Biz sana öz yurdunu bir virane olarak değil tam aksine tıpkı çıkarıldığın gün gibi sakinleriyle beraber senin için fetih beldesi kıldık.
Bu büyük i’ta’ya erişmesinin hikmetlerini açıklarken de şu ifadelere yer veriyor Fahreddin er-Razi;
“Bir önceki surede sen;
يأَيُّهَا ٱلْكَـٰفِرُونَ لاَ أَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَ (ben sizin ibadet ettiklerinize ibadet etmem) demek suretiyle sen lisanınla Bana(dinime) yardım ettin bugün ise kendi zati yardımımı gönderiyorum, Sen kalbinin Mekkesini tevhid ordularına açtın, Biz de Sana Mekke’nin fethini hediye ettik, Sen her şeyinle benim ubudiyetime ve itaatime girdin, Ben de kullarımı akın akın senin emrine amade kıldım.” Aslında Fahreddin er-Razi mükemmel zafer için yapılması zorunlu olan şartları sıralıyor bu açıklamaları ile…
Tesbih, tahmid ve istiğfar eylemleri hakkında ise şu açıklamalarda bulunuyor;
“İşte Sen Sana verdiğim bu üç hususa şahit olduktan sonra benim huzuruma şu üç ibadetle gel ki daha yücelesin, daha çok sevilesin; nusretime tesbih ile; fethime tahmid ile; insanların Müslüman olmasına ise istiğfarla ile karşılık ver. Nusrete Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ederek karşılık ver. Zira bazıları (Allah’a muhafaza) Allah’ın nusretini zorunlu bir hak gibi algılayabiliyorlar.
Fethime hamd ile karşılık ver, zira hiçbir nimetin karşılığı hamdin dışında bir şeyle verilmez.
İnsanların İslamlaşmasına ise istiğfar ile karşılık ver. Allahu Teala’nın;
وَٱسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَٱلْمُؤْمِنَـٰتِ (Kendi günahların için de mümin ve müminelerin günahları için de isitğfarda bulun) kavlinden murad edilen budur. Yani kalbin, insanların sana tabi olmaları dolayısıyla alacağı lezzet -ki buna “Cah” sevgisi deniliyor- dolayısıyla hem kendin hem de sana tabi olanlar için istiğfarda bulun.
Nasr suresinin nüzulü ile ilgili ağırlık kazanan görüş Veda Haccı sırasında nazil olduğudur. Buna rağmen Hz. Rasulullah (s.a.v) ayetin tam emir buyurduğu gibi davranmış. O, devesinin üzerinde sakalı devenin eyerine değecek şekilde öne eğilip mütevazi bir şekilde Mekke’ye girmiş. Kabe-i muazzamaya bu hal üzeri giriş yapmış ve Kabe’de iki rekat namaz kılarak hamdini izhar etmiştir. Kendisine yapılan bütün haksızlıkların üzerine çizip kendisinden beklenildiği gibi kerim bir şekilde onlarla muamele etmiş ve onlar için bağışlanma dilemiştir. Böyle bir önderin sancağının altına girmeye sadece ruhunu şeytana alenen satmış müfsitlerden başka kimsenin itirazı olmaz. Karşı direniş hareketi oluşturmaya dair vesveseyi şeytan dahi vermeye çekinir. İşte buna mükemmel zafer denir.
Mehmet Zeki Ergin
Mehmet Zeki Ergin