Bu üçüncü ve bu konudaki son dersimizdir. Önceki iki sohbeti hatırlıyor olman lazım. Onlara geri dönmeyeceğim o yüzden. Başlıyoruz öyleyse:
Başarı ya da Başarısızlık Kimdendir
Biz inanıyoruz ki başarılı olmak ya da olmamak tamamen Rabbimizin takdir ve tasarrufunda olan bir meseledir. Ona değil, vazifemize odaklanmamız lazım. Vazifemiz, hizmettir, cihaddır. Lem’alar adlı kitabında Üstad diyor ki: “Tarik-i Hakkda çalışan ve mücahede edenler, yalnız kendi vazifelerini düşünmek lazım gelirken, Cenab-ı Hakk’a ait vazifeyi düşünüp harekâtını ona bina ederek hataya düşerler.” (1)
Doğrudur. Gerçekten hataya düşerler. “Bu kadar yıldır çalışıyorsunuz, çabalıyorsunuz; ama hala halkları ıslah etmediniz!” şeklinde sorulacak bir soru ne kadar basit ve içeriksiz bir soru olacak! İhvan Cemaatine sormuşlar: “Niye hala İslam Devleti kuramadınız?” diye. “Biz çalışmaktan ve imkân bulduğumuz ölçüde sebep ve vasıtalara sarılmaktan sorumluyuz. Neticeden mesul değiliz… Bütün işler değişmesi mümkün olmayan takdir-i ilahi ve sünnetullaha göre tecelli ve tahakkuk edecektir.”(2) demişler. Benzer bir soru merhum Mevdudi’ye de sorulmuş: “Ayetullah Humeyni İran’da devrim yapmayı başardı. Sen neden Pakistan’da devrim yapmayı başarmadın?” “Ben Allah’ın indinde gündelik bir işçiyim… Görevim, gündelik olarak yerine getirmem gereken işleri yapmak, karşılığında da malum ücreti almak. Binanın inşasına, şeklinin nasıl olacağına, ne zaman tamamlanacağına karışmak benim vazifem değil. Ya da tamamlanacak mı tamamlanmayacak mı karışmam. O benden nerede, nasıl ve ne zaman çalışmamı isterse, öyle görevimi ihlâsla yerine getiririm.”(3) şeklinde cevap vermiştir. Üstad da Celaleddin Harzemşah’ı örnek verir. Cengiz`in ordusuna karşı harbe çıkmak üzereyken Bakanları ve vatandaşları ona diyorlar ki; “Sen muzaffer olacaksın. Cenab-ı Hakk seni galip edecek.” O ise, bunlara şu cevabı vermiş: “Ben Allah’ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım. Cenab-ı Hakk’ın vazifesine karışmama, muzaffer etmek veya mağlup etmek Onun vazifesidir.” (4) insanların davete icabet etme noktasında ağır davranışları, ilgisiz kalışları karşısında ümitsizlik içinde kendisine gelen bir talebesine de şu dersi verir: “Vazifemiz, hizmettir. Muvaffak olmak, insanlara kabul ettirmek, Cenab-ı Hakk’ın vazifesidir. Biz vazifemizi yapmakla mükellefiz.” (Tarihçe-i Hayat)
İşte Aziz kardeşim! Başarılı olmak ya da olmamakla ilgili mukadder sorunun cevabı bu şekilde ortaya çıkmış oldu. Elimizde cüz-i ihtiyari var. İrademiz, gücümüz çok sınırlı. Vazifemiz ise, tamamen belli edilmiş ve bize kaldırabileceğimiz kadar yük yüklenmiştir. Şu halde biz gücümüz oranında tedbir ve donanımımızı tedarik etmek ve sadece Allah rızası için malum vazifemize odaklanmakla mükellefiz. İnsanlara İslam’ı götürecek ve imanı ilan edeceğiz, tebliğ edeceğiz. Fakat insanlar kabul ederler, etmezler, o ayrı bir iş. O Allah’ın işidir. “Sen sevdiğin insanı hidayete erdiremezsin. Fakat Allah dilediği kimseye hidayeti nasib eder.” (5) ayet mealidir. Yine “Resule düşen tebliğ/ulaştırmadır.”(6) bu da ayet meali. Vazifenin sınırları da bunlar içinde yazılmıştır.
Böylece, insanların hidayetine vesile olursak ne mutlu bize. Daha fazla çalışarak hamd ve şükrümüzü ziyadeleştiririz. Fakat vazifemizi hakkıyla yerine getirmemize rağmen, insanların ilgisizlik, duyarsızlık ve teveccühlerindeki zayıflık devam ederse, bu da bizim şevkimizi kırmaz, ümitsiz olmaz ve hizmetlerden gevşemeyiz. Biz vazifemizi kusursuz yapmaya devam ederiz; aynı aşk ve heyecanla. Okudukların aklına getir; Nice peygamber gelip geçmiştir ki içlerinden bazılarına bir elin parmağı kadar insan ancak tabi olmuştur.
Kuvvet, Hakk ve İhlâstadır
Son olarak diyeceğim ki, hizmetteki başarılarımızı ne kuvvetimizi kendimizden bilmememiz, şahsımıza bağlanmamamız lazım. Çünkü kimse bilmese bile biz kendi zaaflarımızı, acizlik ve fakirliğimizi iyi biliyoruz. Nefsimiz bunu ikrar etmemize yol vermezse bile, akıl ve vicdanımız itirafla meşgul. Şu halde, içten, samimi ve dürüst olalım. Gerçekten davanın büyümesi ve hizmetin inkişafı bizim şahsımızdan değil, Hakk’tan ve ihlâstandır.
Üstadın sözü: “Evet, kuvvet haktadır ve ihlâstadır. Haksızlar dahi, haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlâs ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar.”
Buna delil olarak Üstad kendi hizmetini gösteriyor. Diyor ki; yirmi seneden fazla kendi memleketimde ve İstanbul’da ettiğimiz hizmet-i ilmiye ve diniyeye mukabil, burada (Isparta/1934) sizinle, yedi-sekiz senede yüz derece fazla edildi. Hâlbuki kendi memleketimde ve İstanbul’da, burada benimle çalışan kardeşlerimden yüz, belki bin derece fazla yardımcılarım varken, burada ben; yalnız, kimsesiz, garib, yarım ümmi, insafsız memurların tarassudat (gözetim) ve tazyikat(baskı)ları altında, yedi-sekiz sene sizinle ettiğim hizmet, yüz derece eski hizmetten fazla muvaffakiyeti gösteren manevi kuvvet, sizlerdeki ihlâstan geldiğine kat’iyyen şüphem kalmadı…”(7)
Üstadın kendi hizmeti için verdiği bu yerinde ve doğru örneği, biz kendi hizmet tarihimize tatbik ettiğimiz zaman da aynı hakikati göreceğiz. Burada da Hakkı ve ihlâsı göreceğiz. Yokluklar içinde, kimsesizlikler içinde, baskı ve sıkıntılar altında bir hizmetin verildiğine Allah da şahid, melekleri de şahid ve şahid olabilen herkes ve her şey şahiddir. 2000’li yılların o zorlu yılları ise bütün bütün şahiddir. Bu andan itibaren söz fazla gelecek. Dolayısıyla Allah yolunda kâmil bir ihlâsla hizmet, büyük bir hadisedir.
Rabbimizden, kendi yolunda kâmil bir ihlâsla ve tam bir teslimiyetle mücahede eden salih kullarından eylesin bizleri ve tüm kardeşlerimizi deyip seni Allah’a emanet ediyorum.
Muhammed Şakir / İnzar Dergisi - Ocak 2012 - 89. Sayı
KAYNAKLAR:1- Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, On Yedinci Lem’a, Üçüncü Nota, İhlâs nur neşriyat
2- Mustafa Meşhur, Davet yolu üzerine sorular, sh:63, Vahdet
3- Hamira Mevdudi, Babam Mevdudi, sh:96. Mana
4- Nursu, a.g.e
5- Kur`an-ı Kerim, Kasas; 56. Ayet. (Tam meali): Sen, sevdiğini doğru yola eriştiremezsin, ama Allah, dilediğini doğru yola eriştirir. Doğru yola girecekleri en iyi O bilir.
6- Kur`an-ı Kerim, Maide, 99. Ayet (Tam meali): Peygamberin görevi sadece tebliğ etmektir. Allah, sizin açıkladıklarınızı da gizlediklerinizi de bilir.
7- Nursi, Lem’alar, Yirmi Birinci Lem’a, Üçüncü Düsturunuz, İhlâs nur Neşriyat
Muhammed Şakir