لِلْفُقَـرَٓاءِ الْمُهَاجِر۪ينَ الَّذ۪ينَ اُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَاَمْوَالِهِمْ يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَاناً وَيَنْصُرُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَۚ ﴿٨﴾
وَالَّذ۪ينَ تَبَوَّؤُ الدَّارَ وَالْا۪يمَانَ مِنْ قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ اِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ ف۪ي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِمَّٓا اُو۫تُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌۜ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَۚ ﴿٩﴾
وَالَّذ۪ينَ جَٓاؤُ۫ مِنْ بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّـنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا الَّذ۪ينَ سَبَقُونَا بِالْا۪يمَانِ وَلَا تَجْعَلْ ف۪ي قُلُوبِنَا غِلاًّ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا رَبَّـنَٓا اِنَّكَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟ ﴿١٠﴾
(Bu gelirler) Allah’ın lutuf ve rızâsının peşine düşerek Allah’a ve resulüne yardım ederlerken yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan yoksul muhacirlerin hakkıdır. İşte onlar dosdoğru kimselerdir.
Onlardan önce bu yurda yerleşmiş ve gönülden inanmış olanlar, kendilerine göç edip gelenleri severler, onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar; ihtiyaç içinde olsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin bencilliğinden korunmayı başarırsa işte kurtuluşa erecekler onlardır.
Bunların ardından gelenler de "Ey rabbimiz" derler, "Bizi ve bizden önceki iman etmiş kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde iman edenlere karşı kötü bir düşünce ve duyguya yer bırakma. Rabbimiz! Kuşkusuz sen çok şefkatlisin, çok merhametlisin." (Haşr Sûresi 8 - 10)
Başta olan istikamet üzere ise arkadan gelenlerin yolunu şaşırma ihtimali yoktur, rehber edindiklerinin talimatlarına uydukları sürece… Kaynak berraksa dere istendiği yerden bulanıklaştırılsın eninde sonunda su berraklaşacaktır.
Selef-i salihin diye bir tabir var İslam külliyatında ve bunların sertacı da tartışmasız ve ihtilafsız Efendimizin sohbet halkasıyla müşerref olmuş, Ona yoldaş olmuş, yüküne omuz vermiş ve herkesten daha ziyade Onun mesajını anlamış, emir ve nehiylerinin sınırlarını kavramış sahabe-i kiram efendilerimizdirler.
Herkes bilir ki ne kendilerinden önce ne de kendilerinden sonra böyle bir topluluk ne görüldü ne de duyuldu. İnsanlığın o zirve noktasına özenen, ona gıpta ile bakan çok taifeler oldu. O topluluğun izini takip ederek o yüce mertebelere tırmanmaya çalışan çok gayretkeş oldu, çok yol kat ettiler, çok menziller aştılar, çok büyük mükafatlara nail oldular ama o yüce topluluğa erişen bir topluluk kendilerinden sonra asla yeryüzünde görülmedi.
İşte konumuzun başına aldığımız ayet-i kerimeler sahabe-i kiram efendilerimizin eşsiz meziyetlerinden bazılarından söz ediyor. Ama sadece bu meziyetler bile onların o mütevazi eşsizliğini anlamak için kafidir.
İbn-i Abbas (radiyallAllahu anhüma) anlatıyor;
Hz. Rasulullah (s.a.v) Beni Nadir’in hezimete uğratıldığı gün Ensar’a şu hitapta bulundu. “Eğer dilerseniz yerinizden yurdunuzdan ve mallarınızdan muhacir kardeşlerinize bir pay verir ve Beni Nadir’den elde edilen ganimetlerden pay sahibi olursunuz; dilerseniz de yeriniz yurdunuz ve mallarınız sizlerin olsun ama ganimetleri muhacir kardeşlerinize bırakırsınız.” Hz. Rasulullah (s.a.v)’in bu teklifine Ensar, mürüvvetlerine yakışır şu cevabı verdiler. Ki bu cevabı Ensar’dan başka verecek bir topluluk yoktur.
“Ya Rasulallah! Biz yerimizi yurdumuzu ve de mallarımızı seve seve muhacir kardeşlerimizle paylaşır ve ganimete de dokunmayız. Onu sen muhacir kardeşlerimiz arasında pay edersin.”
İşte bu cevabı Allah azze ve celle şu ayet-i kerime ile yüceltmiş.
وَالَّذ۪ينَ تَبَوَّؤُ الدَّارَ وَالْا۪يمَانَ مِنْ قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ اِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ ف۪ي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِمَّٓا اُو۫تُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌۜ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَۚ ﴿٩﴾
Onlardan önce bu yurda yerleşmiş ve gönülden inanmış olanlar, kendilerine göç edip gelenleri severler, onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar; ihtiyaç içinde olsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin bencilliğinden korunmayı başarırsa işte kurtuluşa erecekler onlardır.
Üstad Seyyid Kutub (rahimehullah) bu ayet-i kerime içinden şu iki nokta üzerinde özellikle duruyor.
Mehmet Zeki Ergin
- وَالَّذ۪ينَ تَبَوَّؤُ الدَّارَ وَالْا۪يمَانَ مِنْ قَبْلِهِمْ (Onlar ki (medine) diyarını ve imanı daha önce yurt edinenler)
- وَلَا يَجِدُونَ ف۪ي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِمَّٓا اُو۫تُوا gibi (onlara (muhacirlere) verilenlerden dolayı da kalplerinde hiçbir kaygı hissetmezler)
- Onlar sadece Allah’ın lütuf ve rızasının peşine düşmüş olan kimselerdir
- Onlar bunun Allah’a (dinine) ve Rasulüne (görevini ifa etmede) yardım etmede olduğunu bilip ona göre davranan kimselerdir.
- Ve bundan dolayı yerlerinden yurtlarından çıkarılıp dünyalıklarından uzaklaştırılmış gerçek sıdk ehli kimselerdirler.
- Bizler nankör değil tam aksine kadirşinas halefleriz;
- وَلَا تَجْعَلْ ف۪ي قُلُوبِنَا غِلاًّ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا “kalplerimizde iman edenlere karşı kötü bir düşünce ve duyguya yer bırakma”
Mehmet Zeki Ergin