Zahiren, zulmün ve işgalin demir pençeleri arasında izzet ve şeref ile direnen, kâmilen sabreden Gazze’nin yegâne dayanağı mânen havf ve recâ arasında kurduğu mükemmel dengedir. İfrat ve tefritten uzak, itidal üzere yürüdüğü istikamet Gazze’yi cümle ümmet için bir ders-i azam bir lider-i muazzam eyledi.
Havf ve recâ, dünyevileşen insanların ve hassaten vehn’e müptela olmuş ümmetin muvazenesini bozduğu ümit ile korkudur. Gelecekten sürekli tedirgin olmak veya sorumsuzca ‘an’ı harcamak… Yetersizlik ve yetkisizlik buhranlarına saplanmak, gayesiz, gayretsiz bir şekilde esen her rüzgar ile savrulup durmak… Bu ikisi için ifrat ve tefrit etmek insanı sömürülebilir bir metaa dönüştürür. İsyan bataklığında veya ifsat çukurunda boğulmak…
Beşer meta olmaktan kurtulmak istiyorsa bu ikisinin tam orta yerinde durmalı hem de sürekli. Bunlar beşerin iki kanadı olacak. İşte bu iki kanat ile beşer insan olur, insanlığa ulaşır. Beşerin sağlıklı bir şekilde kemale ermesi için fıtrî reaksiyonlar, itici iki güç, otokontrol sağlayan iki adet mekanizma. Ehem ve elzem. Bunlar dengeli ve ahenkli olmalı. Aklın ve imanın muktezası da bunu gerektirir. Ne az ne de fazla. Bu dengeyi sağlamak ve sürdürmek için elbette ki İslam gerekir, iman gereklidir.
Ruh-u insan imtihan rüzgârına maruz kalacak olgunluğa eriştiğinde kalbî kararsızlıklar, akli karar değişkenliği başgösterir. Cevelan eyleyen bu iki dalgaya kapılmamak ve sahil-i selamete ermek için havf ve recâ’nın tam orta yerinde kalmak gerekir.
“Allah’ın azabından emin olmamak ve rahmetinden ümit kesmemek.” Rahman ve Rahim olan Allah (celle celallühü) aynı zamanda hem Gaffar’dır hem de Cebbar. Allah'ın azabından korkmak[1] ve rahmetinden de ümitvar olmak…[2] Bu dengeli hâl beşeri, insan eder; imtihan sahasına sükûnet ve sürur indirir ve insanı kulluk zirvesine çıkarır.
Adeta Fihriste-i Kur’an hükmünde bulunan Sure-i Fatiha havf ve recâ’nın sırrını da içinde barındırır.
Rabb-i Rahman’a hamd ile başlayarak Kadir-i Mutlak’ı en güzel surette sena eder Recâ.
Malik-i yevmuddin ihtarıyla bize bir ders-i havf verir.
Sadece Allah için ibadet eder ve sadece Allah’tan yardım dilenir, bir ders-i recâ var. Aynı zamanda Sırat-ı müstakime hidayet talebinde de. Gazaba uğrayanlardan ve sapmışlardan olmama duası da bir ders-i havftır.
Evet, istemekte recâ, istianede havf vardır.
Bu sure-i Fatiha misal fihriste-i izzet ve şeref olan cihad-ı Gazze bize havf ve recâ’nın dengeli hâlinde inkişaf edecek olan tüm erdemlerin numuneciğini barındırmaktadır.
Mutlak şer şebekesi olan Siyonist işgal çetesine karşı yetmiş yıldır ve özelde on dört aydır direnen Filistin halkı ve Ehl-i İzze olan Ehl-i Gazze işte bu kulluk zirvesinde bulunmak ile ayakta kalıyor, kalabiliyor.
Evlatlarını, eşini, annesini, babasını, kardeşlerini bir gecede şehid veren o müşfik ananın “Allah’ım! Yeter ki sen razı ol. Ben Senden ve Senden gelen her şeye razıyım.” Rızaya erememe endişesi… Bu ancak ve ancak havf’ın mükemmel hâliyle açıklanabilir.
Bir şehrin enkaza ve moloza dönüştürülmüş ürkütücü hâlinin tam orta yerinde, evsiz-barksız, susuz-gıdasız ve her an üzerine yağacak bombaların endişe ve kaygısı altında; genç-ihtiyar, hanım-erkek, küçük büyük demeden binlerce hafız yetiştirmeye çabalamak ve asla pes etmemek… Bir an bile olsa Kur’an-ı Azim’i elden bırakmamak! Bu nasıl bir azimdir, bu nasıl bir iradedir ve bu nasıl bir sebattır? Subhanallah!
Yediden yetmişe tüm insanların kalbine kut ve gıda olan o ab-ı hayat, korku ve ümit arasında denge kurabilmenin sırrına ermek ile bitmez ve tükenmez bir saadet-i deruniye dönüşmekte.
Ailesinin cenazelerini kan revan içinde taşıyan gencin, haykırarak; “Bizi paramparça etseniz de parçalarımızı göğe savursanız da vallahi ve de billahi zafer bizimdir. Ey Siyonist vahşiler sonunuz elbet yakındır.” ümidini tüm hücrelerinde hissederek söylemesi recâ’nın en dengeli hâlini yaşıyor oluşudur.
Dünyanın sessizliği ve gayretsizliği Gazze’nin gayrısında tüm umutları yok etmişken, Ebu Ubeyde’nin asrımıza damgasını vuran şu sözü; “Biz yardımı ancak Allah’tan isteriz. O da kimi layık görürse onu vesile kılar. Zulme sessiz kalan bilsin ki, Allah onu bu zafere layık görmemiştir.” Kulluğun zirvelerinde asrımızı temaşa edişinin bir sonucu olsa gerek. Bu da havf’ın ve de recâ’nın kemal derecesinde inkişafıyla olabilir.
Zaten recâ’sı mükemmel olanın havf’ı da mükemmel olur. Çünkü ikisi birbirini dengeleyen iki kefedir. Biri az ise diğeri çok. Biri kâmil ise diğeri de kâmil. Mutedil olmak bu dengenin yakalanması ve korunması ile elde edilebilir.
Allah Azze ve Celle’nin rızası dışına çıkmanın korkusu… Şeytana kanmanın, kandırılmanın, nefse, hevese, dünyaya yenik düşmenin, kin ve kibre kapılmanın ürkütücü endişesi içinde olmak, havf ile var olmak.
Rabb-i Rahman’ın rızasına erişebilmenin, huzur-u ilahide kabul görmenin, mükâfata ve ödüle layık görülebilmenin ümidiyle yol yürümek, recâ ile var olmak.
Evet, Gazze misal; içinde bulunduğun hâl ve ahval ne olursa olsun havf ve recâ kanatlarıyla Rabb-i Rahman’ın rızasına, cennetine erişebilir olduğunun bilinciyle sebat etmek..
Gazze bize havfın bir yönüyle de hiç korkmamak olduğunu, recânın ise bir yönüyle gerçek manada korkabilmek olduğunu bize bir ders-i azam olarak öğretti.
Kork o recâ’dan ki seni havf’sız bıraka
Umutlan o korkudan ki seni recâ’ya ulaştıra
Recâ ile havf ile Gazze erişmekte rızaya
Sahip çık havf’ına, kıymet ver recâ’na
Anla tılsım-ı Gazze’yi, sarıl sırr-ı Fatiha’ya