Gönül şimşeği çaksın, göz bulutu yağmur yağdırsın,
GELDİ ÜÇ AYLAR!
Cenabı Allah’ın tertemiz bir fıtrat üzere dünyaya gönderdiği insan, yeryüzüne gökten inan damla misali tertemiz pak ve berraktır. Yeryüzüyle temas eden su damlası nasıl kirleniyor, su olmanın berrak sıfatını yitiriyorsa insanoğlu da yeryüzüne geldikten sonra günahların kiriyle insan olma vasfını yitiriyor. Nitekim cennetten gelen Haceru’l Esved’in de ilk geldiğinde bembeyaz olduğu rivayet edilir. Ta ki günahkârlar, günah işleyen elleriyle O’na dokunana kadar. Kullarına rahmeti sonsuz olan Allah, günah kiriyle kirlenen kullarını temizlemek için onlara fırsatlar sunmuştur. Bu fırsatlardan biri de içinde “Ramazan Ayı ve Kadir Gecesi”nin de olduğu “Mübarek Üç Aylar”dır.
İnsanın mayasında var edilen ve Cenabı Allah’ın bir sınır koymadığı öfke, şehvet ve akıl gibi kuvvelerin doyumsuzluğu insanı günahlara sevk etmektedir. Günahın zahiri yönü tatlıdır. İnsana geçici bir haz verir. Ama ne acıdır ki geçici bir haz uğruna ebedi bir azabı göze alır. Kafir, mümin herkeste günah işlemeye meyil vardır. Kafir, inançsızlığı hasebiyle işlediği günahlardan dolayı bir korku hissetmez. Çünkü olmayan bir şeyden korkmanın bir anlamı yoktur. Kıyamet de yoktur onun için korkmaya gerek de yoktur. Mümin insan ise, inanmasına rağmen günah işler. Çünkü, bir harp meydanında harp eden iki ordu misali onun bedeni bazen Rahman’ın bazen de şeytanın ordularına teslim olur. Bedeninde şeytanın orduları galip iken günah işlemekten çekinmez. Ama şeytanın orduları geri çekilip bedeninde Rahman’ın orduları galip geldiğinde ise o günahı kendisi işlemesine rağmen kendi kendini kınar, gözyaşı döker. Bu onurlu bir davranıştır. Yaptığı günahı itiraf edip pişmanlık duymak ve gözyaşı akıtmak… Bundan dolayıdır ki, Allah (Celle celaluhu) Kur’an’da Nefsi Levvame’ye[1] yemin eder. Tıpkı bir zaman atası Adem (Aleyhisselam)’ın yaptığı gibi. O da işlediği zelle sonrası ne yapacağını bilmez bir haldeyken Cenabı Allah merhametinden nasıl tövbe etmesi gerektiğini öğretti: . فَتَلَقّٰٓى اٰدَمُ مِنْ رَبِّه۪ كَلِمَاتٍ فَتَابَ عَلَيْهِۜ اِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ “Derken, Adem (vahy yoluyla) Rabbinden birtakım kelimeler aldı, (onlarla amel edip Rabb'ine yalvardı. O da) bunun üzerine tövbesini kabul etti. Şüphesiz o, tövbeleri çok kabul edendir, çok bağışlayandır.”[2] Bundan sonra Adem (Aleyhisselam) da kendi nesline miras olan şu duayla tövbe etti nedemat gözyaşları akıttı: قَالَا رَبَّـنَا ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرٖينَ Dediler ki: “Ey rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz!”[3]
Nitekim Mela Bateyi’nin Kürtçe mevlidinde dediği gibi: “Ruhnikê wî şîn kirin dar û nebat “ yani o kadar ağladı ki, nerdeyse gözlerinin yaşından ağaçlar, otlar yeşerecekti. Çünkü cehennem ateşini söndürecek tek su, gözyaşı suyudur. Mevlana da bir sözünde; "Mum, ağlayıp gözyaşı dökünce daha da aydın bir hâl alır. Ağaç dalı da ağlayan bulutun bereketi ve güneşin hararetiyle yeşerir, tazelenir. Yâni bir meyvenin yetişmesi için hararet ve su gerekir. Tıpkı bunlar gibi, tövbelerin kabulü için de bulut ve şimşek, yani gözyaşı ve gönül yanışı ister. Şayet gönül şimşeği çakmaz da göz bulutu yağmur yağdırmazsa, nefsin öfke ateşi ve günah alevleri nasıl söner?”
Allah’ın diledikleri müstesna günahsız kimse yoktur. Önemli olan günah işledikten sonra halisane bir şekilde günahları itiraf etmek, kabul etmek, bundan pişmanlık duyup tövbe etmektir:إِلاَّ الَّذِينَ تَابُواْ وَأَصْلَحُواْ وَبَيَّنُواْ فَأُوْلَـئِكَ أَتُوبُ عَلَيْهِمْ وَأَنَا التَّوَّابُ الرَّحِيمُ
“Ancak tövbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar (lanetlenmekten) kurtulmuşlardır. Çünkü ben onların tövbelerini kabul ederim. Zira ben tövbeleri çok kabul edenim, çok merhamet edenim.”[4] Günahlarını itiraf etmeyip nedamet ateşiyle yanmayan nefisler, ahirette cehennem ateşiyle yanacaklardır -neuzu billah-. “Şeytanın mühim bir desisesi, insana kusurunu itiraf ettirmemektir, tâ ki istiğfar ve istiâze yolunu kapasın. Hem nefs-i insaniyenin enâniyetini tahrik edip tâ ki nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin, adeta taksirattan takdis etsin. "Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiâze eder. İstiâze eden, şeytanın şerrinden kurtulur.[5]
Bizler de Rabbimizin tövbe ve istiğfar için bize sunmuş olduğu fırsatlar mevsimi olan bu mübarek üç ayları ganimet bilelim, bu fırsatı değerlendirelim. Çünkü, bu bizim şahid olduğumuz son üç aylar son Ramazan olabilir.
Büyük müfessir Fahreddin Razi’nin şu sözleriyle son verirken, hepinizi Allah’a emanet ediyor, dualarınızı bekliyorum. Üç aylarımız hayırlı, mübarek olsun. “Hak Teâlâ, rızâsının hangi ibâdette olduğunu gizlemiştir ki bütün ibâdetlere rağbet edilsin. Gazabının hangi isyanda olduğunu gizlemiştir ki bütün günahlardan kaçınılsın. İnsanlar arasında dostlarını gizlemiştir ki bütün insanlara hürmet gösterilsin. Duâlar arasında kabul ettiği duâyı gizlemiştir ki bütün duâlara îtibâr edilsin. İsimleri arasında İsm-i Âzamını gizlemiştir ki bütün isimlerine tâzîm edilsin. Namazlar arasında salât-ı vüstâ’nın (orta namazın) hangisi olduğunu gizlemiştir ki bütün namazlar huşû ile kılınsın. Tövbeler arasında makbul olanı gizlemiştir ki çokça tevbe edilsin. Canlılar için ölüm vaktini gizlemiştir ki, her an ölüme hazır olmak gerektiği şuuruyla yaşansın. Kadir gecesini de Ramazan geceleri arasında gizlemiştir ki bütün Ramazan gecelerine îtinâ gösterilsin.”[6]
[1] Kıyamet Suresi 2. ayet
[2] Bakara Suresi 37. ayet
[3] Araf Suresi 23. ayet
[4] Bakara Suresi 160
[5] Risalei Nur Lemalar, 13.Lema, 13.İşaret, Üçüncü Nokta
[6] Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XXIII, 281-282