DİRENEREK/BİLENEREK YÜRÜMEK...
İnsan; fizyolojik, psikolojik ve sosyolojik olarak birbirinden farklı özelliklere sahip çok boyutlu müstesna bir varlıktır.
Üstad Bediüzzaman’ın tasvir ettiği gibi “İnsan şu kâinat ağacının en son ve en cem’iyetli meyvesi”dir…” (Şuâlar)
Hakeza vahiyle müşerref, kullukla mükellef, eşrefi mahluk olmaya namzet, bir boyutuyla da nisyan ile malûl, nefis ve türlü zaaflarıyla esfeli safilin derekesine düşebilme ihtimali olandır.
En nihayetinde insan, yaşamını idame ettirebilmek fizyolojik, psikolojik ve sosyolojik pek çok ihtiyacını karşılayabilmek için belli dürtüler ve güdülerle hareket eden bir canlıdır.
Hatta yaratılış gayesine uygun pek çok erdemli davranışı sergilemek dahi, birtakım motivlerle/ güdülerle harekete geçtiği gibi bu minvaldeki eylemlerini yine bu enerjiye paralel şekillendiren, istikrar kazandıran bir yapıya sahiptir.
İnsan, herhangi bir alanda bir şey yapma dürtüsünü hissetmediğinde ve o alandaki güdüleri harekete geçmediğinde, yeterli motivasyon seviyesine de ulaşamaz.
Haliyle de herhangi bir alanda aktif bir rol alamaz ve kendisinden de kayda değer bir eylem sadır olamaz.
Bu minvalde şunu belirtelim ki, herhangi bir konuda, alanda veya durumda hemen hemen tüm eylemleri için insanı iten ve çeken iki güç mevcuttur: Bunlar, başlangıçta hareket ettiren niyet ve başarılı bir sonuca ulaştıran hedeftir. İnsanın motivasyon sürecini yöneten, canlandıran olmazsa olmaz dinamiklerdir bunlar.
Yani kısacası insanı bileyen, azmini kamçılayan, idrakini canlandıran, iradesini kuvvetlendiren iki büyük güç, niyet ve hedef olgusudur. Aradaki tüm etmenlerde bu ikisine hizmet eder bir şekilde.
Her ne kadar bazı motivasyon teorilerine göre, tüm motivasyon türleri içsel ve dışsal olarak iki ana gruba ayrılsa da gerek içsel, gerek dışsal olsun insanı bileyen,harekete geçiren en büyük motivasyon saiklerinin başlangıçta harekete geçiren niyet, sürecin azimli bir şekilde devam etmesini sağlayan ve başarılı bir şekilde sonuca ulaştıranın da hedef olduğunu ifade edebiliriz.
Bu sebeple genelde herhangi bir konuda, bilenen insanların, gerek zihin, gerek duygusal ve gerekse bedensel olarak bir niyet üzere kararlılık göstererek, bir hedefe odaklanıp yoğunlaşarak, güçlü bir istekle kararlılık gösterdikleri, asla pes etmedikleri, engellere aldırış etmedikleri, imkânsızlıklara takılmadan istikrarla yol aldıkları ve başarıyla sonuca ulaştıkları yadsınamaz bir gerçektir.
Her ne kadar bilenmiş insanların insani tüm boyutlarına sirayet eden bir kararlılık halinde olduğunu söylemek mümkün olsa da en çok zihinsel, duygusal ve psikolojik bir bilenme halinin bu kişilerde hakim olduğunu ve bunun pek çok motivasyon sürecini de idare ettiğinİi, insanı her alanda başarıyla yönettiğini ve çok da etkili olduğunu eklemek gerekir.
Somut bir örnek verecek olursak, eksi sıfırlarda buz gibi sularda yapılan yüzme müsabakalarında, yukarıda bahsettiğimiz şekilde, kesin bir niyet ve şaşmaz bir hedef için yüzen sporcuların, soğuğu dahi hissetmediklerini ve amaçlarına bilenerek, süreci profesyonelce idare ettikleri vakidir.
Ya da bir boks maçında yediği onca şiddetli yumruğa rağmen, pes etmeyen ve ringi terk etmeyen, hedefine odaklanan bir boksör için de aynı durum söz konusudur. Bu minvaldeki örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Fakat bu bağlamda farklı bir yere özellikle dikkat çekmek isteriz:
Geçmişten günümüze tarihte iz bırakmış, bir dava için bilenmiş insanların yaşanmışlıklarını, hayatlarını ve eylemlerini analiz edince, bilenmiş insanların aynı zamanda direnmiş insanlar olduğunu da belirtmek gerekiyor.
Bu konuda özellikle dava önderlerinin, mümtaz şahsiyetlerin ve öncü davetçilerin hayatlarında sayısız örnekler mevcut.
Elbette bunların başında Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesselem ve ehli beyti en başta verilebilecek örneklerdendir.
“İslam dininin hızla yayılmasına bir türlü engel olamayan müşrikler, çareyi Peygamber Efendimizi, ikna ederek davasından vazgeçirmekte aradılar.
Hz. Muhammed’e Sallallahu aleyhi vesselem gelerek şöyle dediler: “Eğer maksadın zengin olmaksa, seni kabilemizin en zengini yapalım. Reislik istersen, başkan seçelim. Evlenmeyi düşünüyorsan, Kureyş’in en asil ve en güzel kadınları ile evlendirelim. Eğer cinlerin kötülüğüne kapılmışsan, seni tedavi ettirelim. İstediğin her fedakârlığa katlanalım. Yeter ki davandan vazgeç, düzenimizi bozma” dediler.
Alemlerin Efendisi’nin yanıtı çok net oldu: “Beni, size Rabbim Peygamber olarak gönderdi, bana kitap indirdi. İman ederseniz, dünya ve ahirette mutlu olursunuz. İnkâr ederseniz, Cenâb-ı Hak aramızda hükmedinceye kadar sabredip bekleyeceğim. Putlara tapmaktan vazgeçip, yalnızca Allah’a ibadet ediniz. Bir elime ayı, diğerine güneşi verseniz davamdan vazgeçmeyeceğim….”
Evet bu örnek siyeri nebiden kesitler anlatılırken en çok anlatılan bölümlerdendir. Bu sebeple bazı kereler sanki çok normal bir olaymış gibi telakki edilir. Ancak bu öyle sıradan bir olay değildir.
Bu olayda davası için her türlü imtiyazı, imkânı, maddi ve manevi cazip teklifi reddedecek bir direnmişliğin, bilenmişliğin zirvesine çıkan bir dava liderinin örnek duruşunu dikkatle okumak gerekir.
Zira tarih boyunca sağlam bir niyet ve şaşmaz bir hedefe odaklanıp, kararlılıkla yol almaya azmedenler nice “Ay”ları, nice “Güneş”leri feda etmişlerdir ellerinin tersiyle.
Tıpkı Hz. Hüseyin gibi...
Kerbela Kıyamı’ndan önce zamanın tanınmış şairlerinden Ferezdak, Kûfe’ye doğru giden Hz. Hüseyin’e yolun bir yerinde rast gelmiş ve şöyle demişti:
“Ey Hüseyin! Gitme Kûfe’ye; Kûfelilerin yürekleri seninle, ama kılıçları Yezid iledir.”
Fakat kılıçlarını öfke ve hırsla bileyen Yezid’in karşısında Allah rızası için hak ve adalet uğruna mücadele azmini bileyen, bir İmam Hüseyin vardı ve asla geri adım atmadı!
O şehit oldu, çoluk- çocuk zulme uğrayan ailesi ise şahit…
Onun kaldığı yerden direnerek, bilenerek haykırdı Hz. Zeynep ve şöyle söyledi Yezid’in sarayında:
‘Zulmetmekte olanlar nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.’ (Şuara 227).
Onlar ihlâslı bir niyet ile rızayı İlahiye kavuşmak azmi ile direnerek, bilenerek yürüdüler sıratı müstakim üzere dosdoğru...
Yıkılmadılar, yılmadılar, yalpalamadılar...
Çünkü En sevgiliden öğrenmişlerdi, böyle yürümeyi...
İki dünya izzetine de böyle eriştiler...
Birde nefsani dürtülerinin esiri, dünyaperest güdülerinin kölesi olanlar vardı...
Dünyevi makamlara bilenenler...
Ömer bin Sa'd gibi...
O, Sa’d bin Ebî Vakkas gibi güzide bir şahsiyetin oğlu olsa da... Kerbela Kıyamında Ubeydullah bin Ziyad’ın ordu komutanlığını yapmıştı. Rey şehri valiliğine atanma hayali ile bilenmiş, 4 bin kişilik ordusuyla Kerbela’ya gitmişti. Hz. Hüseyin ve yârenlerinden şehit olanların şehadetinde O’nun da büyük bir payı vardı. İbn Sa'd, İmam Hüseyin’e ilk oku atarken menfaatperestliğin zirveye çıkardığı bir motivasyonla, “Şahit olun ilk oku ben attım!” demekten utanmamıştı.
Kerbela şehitlerinin aziz bedenlerini atlarla çiğnenmesi konusunda emir vermekten de çekinmemişti.
Fakat takdir çok farklı tecelli etmişti, İbn Sa'd Kerbela Kıyamından sonra Rey şehrine vali olarak atanmamış ve hicretin 66. yılında Muhtar Sakafi tarafından öldürülmüştü. Böylece iki dünya zilletine düçar oldu.
İzzet ile direnenlere, mücadele azmi ile bilenenlere ve iki cihanda da zilletten uzak kalanlara selam olsun...