İnsan hayatın içinden bazen tam ibretlik vakalarla karşılaşabiliyor. Bir akrabamdan hayat hikâyesini dinliyordum. Şu kesit dikkatimi çok çekti: “Kardeşimle beraber köyden şehre yeni taşınmıştık. Yıllar çok çabuk akıyordu. Allah bize çocuklar bağışladı. Bizler işimize odaklanırken bir yandan da çocuklarımız da büyüyordu. Çocuklarımız büyüyorlardı büyümesine de normal bir ortamda büyümüyorlardı. Çocuklarımız hırsızlığın, yankesiciliğin, uyuşturucunun, dolandırıcılığın kısacası aklınıza gelebilecek her türlü olumsuz şartların oluşturduğu bir havayı teneffüs ettiği bir semtte büyüyorlardı. Ben de bir resmi dairede çalışıyordum. Şartlarımızı da göz önünde bulundurup değerlendirdiğimizde bir bakıma çocuklarımız baba terbiyesinden, baba gözetiminden, baba şefkatinden yoksun olarak büyüyorlardı.”
Şüphesiz böylesi şartlarda ve yukarıda bahsettiğimiz ortamda büyüyecek çocuğun akıbeti çok aşikâr olacaktı. Bu durum bizim akrabanın da dikkatinden kaçmamıştı. Şöyle devam etmişti: “Çocuklarımız bu ortamda büyüseler ya bir hırsız, ya bir yankesici, ya da madde bağımlısı olacaklardı. Baba ve çocuklarımız olarak birbirimizden kopacaktık. İstifa etmeye ve çocuklarımla ilgilenmeye, çocuklarıma öğretmen olmaya karar verdim”
Bildiğiniz üzere o zamanlar şimdi olduğu gibi Kürtlerin literatüründe nüfus planlaması diye bir şey yoktu. Teknik arıza dışında çocuk sayısında sınır yoktu. Her ailenin ortalama 10 çocuğu vardı. Bu akrabamızın da yeğenleriyle beraber çok sayıda çocuğu olacaktı.
Sözü akrabamıza bırakalım: “Çocuklarımızla hakkıyla ilgilenebilmek ve onları gözetlemek için istifa etmem gerekiyordu. Bastım istifayı. Bütün çevrem şaşırmıştı. 80’li yıllarda SGK’lı bir işten istifa etmiştim. Çok cesaret isteyen bir işti bu. Bütün çevrem ve yakınlarım hamallık yaparken ben resmi bir işte çalışıyordum. Herkesin hayalindeki işimden ayrılmıştım. İstediğim zaman evden çıkabileceğim, istediğim zaman da eve dönebileceğim, istediğim zaman çocuklarımı görebileceğim basit bir iş yapmaya başladım. Seyyar satıcılık yaptım. Yetişen her çocuğumu da yanıma aldım. İşimde de çocuklarım benimle beraberdi. Başını ağrıtmayayım. Çocuklarım benim gözetimimde büyüdüler. Şimdi her birinin kendi işi var. Sigortalı işimden ayrılmıştım ama bir bakıma bütün çocuklarıma özel bir baba sigortası yaptırmıştım. Çocuklarımı çok kötü bir ortamdan kurtarmış, her birini edepli, ahlaklı, anne babalarının kendilerinden razı olduğu insanlar olarak yetiştirmeyi başarmıştım. Evet, işin sonunda hastalanmıştım ama bütün çocuklarımı kurtarmıştım. İstifa ettiğimde en çok eşim bana tepki göstermişti. Günün sonunda daha doğrusu yılların sonunda komşu çocukları ve diğer tanıdıkların çocuklarını eşime örnek göstererek şimdi değmedi mi? diye sorduğumda bana hak veriyor”
İlkokul mezunu birisiydi bana bunları anlatan…
Şimdi de denklik olarak üniversite mezunu bir imamın, bir müderrisin anlattığına bakalım...
Diğer kardeşlerin de imam mı diye sorduğumda şöyle cevaplamıştı 70 yaşındaki müderris seydamız: “Bir kardeşim hariç hepimiz imamız. Elhamdulillah bütün çocuklarım da kız-erkek biri hariç ilahiyatçıdırlar. Rahmetli babam bize bir hatırasını anlatmıştı. Kendisi de imam olan babam ile bir imam arkadaşı arasında vakti zamanında tebliğ konusunda bir anlaşmazlık baş göstermiş. Babam tebliğe aileden başlanması gerektiğini ayet ve hadislerden örnekler getirerek belirtmiş. Peygamberimizin “En yakın akrabalarını uyar” (Şu’ara: 214) ayetiyle harekete geçtiğini anlatsa da babamın imam arkadaşı: “Zaten bizim çocuklarımız bizim gibidirler. Bizimdirler. Çevremize el atmalıyız” diyormuş.
Sizi fazla meşgul etmeden tebliğ yarışmasının sonucunu aktaralım; çocuklarımızdan ailemizden başlamamız gerekir diyen seydanın çocukları, biri hariç hepsi imam olmuş. Çevreye el atmamız gerekir, diye imamın çocukları hem elinden hem de evinden kayıp gitmişler…
Seydamız da babasının yöntemini uygulamış, evleviyatları arasına ailesini almış, çocuklarına ekstra bir zaman ayırmış, günün sonunda biri hariç diğer çocuklarını ilahiyatçı olarak yetiştirmeyi başarmış. Biri hariç dediğimiz kişi de doktor olmuş.
Avam halktan addedebileceğimiz akrabamız meğerse koca bir âlim gibi düşünmüş ve doğru bir yol ve yöntem takip etmiş. Çocukken ele avuca sığmayan çocuklarını büyüdüklerinde de ele avuca sığdırmayı başarmış.
Seydamızı haydi geçtik ne de olsa o işin içinden gelmiş, yolu yordamı biliyor, eğer bir avam kadar çocuklarımıza sahip çıkmamış isek elbette ki sadece dizimizi dövmeyi değil, saçımızı da yolacağız. Şekil A, B ve C’de olduğu gibi…
Benden bu yazımın bir cümleye sığdırılması istenseydi şöyle derdim: “Çocuklarınıza zaman ayırın!”