Mallarınız ve canlarınız husûsunda mutlaka imtihan edileceksiniz; sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve günahlardan sakınırsanız, elbette bu davranış, yapılmasında azimli ve kararlı olunması gereken en mühim işlerdendir.
“Evlâdım! Namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret, kötülükten sakındır ve bu uğurda başına gelecek musîbetlere sabret. Çünkü bunlar azim ve kararlılık gerektiren mühim işlerdir.”
Öyleyse Rasûlüm! Azim ve kararlılık sahibi peygamberler nasıl sabrettilerse sen de öylece sabret. İnkârcılar hakkında hemen hükmün verilmesini isteme. Zâten onlar, tehdit edildikleri azabı gördükleri gün, sanki dünyada gündüz çok kısa bir süreden fazla kalmadıklarını sanacaklardır. Bu bir duyurudur! Öyle ya; yoldan çıkmış bir toplumdan başkası helâk edilir mi hiç?
Allah’ın emrine gönülden itaat etmek ve savaşa hazır olduklarını bildiren uygun sözler söylemek! İş ciddiye bindiği ve düşman askerleriyle karşılaşıldığı sırada, Allah’a verdikleri sözü yerine getirselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı olacaktı!
“Ey iman edenler, sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin, muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara Suresi 153. ayet)
Başarılı insanların hayat hikâyelerini okursanız, her birisinin apayrı bir hikayesi vardır. Bu hikâyelerde zikredilen ve zikredilmeyen farklı faktörlerin kombinasyonunun olduğu bir gerçektir.
Çok farklı faktörlerin yanı sıra, hangi sektörde olursa olsun, bazı ortak faktörlerin olduğu göze çarpmaktadır. Özellikle de bu faktörlerin bazıları, bu hikayelerin olmaz ise olmazıdır ve bu faktörler olmadan başarıdan söz edilemez.
Bu yazımızda özellikle devamlılık, karar ve istikrardan bahsetmek istiyoruz. Saman alevi gibi hızla parlayıp sonra sönen ve dehrin çarkları arasında öğütülen ve unutulanlar değil, çıktığı uzun soluklu yola kendilerini adayan ve hiçbir engelin çelik iradelerini kıramadığı, yolun sonunda zafer tacının olduğu hayatlara değineceğiz. Azim ve irade teknesinde yoğrulmuş başarı hikayelerini ele alacağız.
Bilim, sanat, spor, eğitim, diplomasi, siyasi mücadele, askeri zaferler, ekonomi vb gibi alanlarda yazılmış olan zafer destanlarına, başarı hikayelerine bir bakınız. Bazı örnekleri zikrettiğimiz zaman azim, istikrar ve sağlam iradenin bu hikayelerin miftahı olduğu görülecektir.
Peygamberlerin vermiş oldukları Tevhit ve davet mücadelesine bakınız. Son nefese kadar devam eden istikrar ve ısrar abidesi bir hayat göreceksiniz. Her türlü zorluğa rağmen bitmeyen bir azim ve talip olunan misyona adanmışlık ve o misyon ile bütünleşme vardır. Her şeye rağmen istikameti muhafaza etme ve hedefe ulaşmanın sırrı budur.
Şirk ve zulüm diyarı Mekke… Dünya zulüm ile dolu. Tek bir insan; Tehvidi kuşanmış, istikrar ve azim abidesi bir Peygamber… Hira’dan iniyor. Tek başına… Rabbi ile baş başa… Bir tarafta bir, öte tarafta yüz milyonlar…
Koca dünyada tek başına bir ümmet, bir insanlık… Dünyayı kasıp kavuran cehalet ve zulüm karanlığına karşı insanlığı aydınlatmaya çalışan bir kandil, bir nur…
Bütün engellemelere ve saldırılara karşı her eve, her şahsa, her çadıra bıkmadan usanmadan tekrar tekrar gidiyor ve onları İslam’a davet ediyordu.
Bütün olumsuzluklara, saldırılara ve red edişlere göğüs gerdi. Yılmadı, usanmadı, inandığı yolda dosdoğru yürüdü, eğilmeden bükülmeden… İnsanlık, O’nun karşısında eğildi, dize geldi. Küfrün, zulmün ve şirkin kalesinde gedik açıldı ve o gedik kararlı bir irade ile her geçen gün büyüdü ve nihayet küfrün muhkem ve yıkılamaz zannedilen surları ve kaleleri bir bir yıkıldı.
Kim derdi ki Arap çöllerinden çıkan bir yetim, bir insanlığın gidişatını değiştirecek ve kıyamete kadar gelecek olan insanlığa da yön veren bir rehber olacak?
Kim derdi ki Abdulmuttalib’in Yetimi, verdiği mücadele ile kıyamete kadar insanlık tarihine damga vuracak? Kim derdi ki, Arabistan çöllerinden çıkan bir Zat ile bu dava milyarlarca insanın gönlü ile birleşecek ve insanlığa medeniyet getirecek? Önce Mekke, sonra Medine, Hayber, Taif ve diğer beldeler… Birer birer İlahi irade ile desteklenen bir rehberin komutası altına girecek? Bu davet, bu kutsal kavga boyunca nice badireler atlatıldı, nice tipi boranlar yaşandı. Ama istikrar ve kararlılık abidesi bir Zat karşısında hiçbir engel duramadı. Ne suikastlar, ne Taif’teki gibi reddedilme ve taşlanışlar, ne münafıkların alay ve istihzaları ve ne de anlı şanlı imparatorlukların tehditleri ve ne de Uhut ve Huneyn’deki kırılma anları, O’nun iradesinden bir toz bile alamadı.
Daha Medine şehir devletinin lideri iken, İran ve Bizans saraylarının anahtar ve hazinelerini sahabelerine vaat ediyordu. Bir şehir devletinin başkanı, yeryüzünde hakimiyet kurmuş iki gücün yıkılacağını ve hazinelerinin Müslümanların olacağını vaat ettiği zaman, münafıklar:
Biz tuvalete çıkmaya bile korkuyoruz; Muhammed, İran ve Bizans hazinelerini vaat ediyor deyip istihza ediyorlardı.
Nihayetinde dünyanın o zamanki süper güçleri bu kutlu irade ve istikrar karşısında dize geldi ve mağlup oldu. İman ve iradenin nelere kadir olduğunu bütün dünya gördü. İnsanlık hamuru, bu kutlu teknede mübarek bir irade ile yeniden yoğruldu. Önce Medine, sonra tüm Arabistan, Rum ve Acem derken bütün bir cihan secde secde İlahi mesaja boyun eğdi.
Yirmi üç yıl gibi kısa bir sürede İslam, devlet oldu, medeniyet oldu, insanlığın bahtına damgasını vuran dünyanın sayılı güçlerinden birisi haline geldi.
Allah Resulu’nun vefatından sonra sahabeler de aynı iradeyi Nebevi rahleden tedris ettikleri için davet ve cihat yolunda hiçbir şey onları yolundan döndüremedi. Yolların uzunluğu, sıcaklık meşakkat, düşmanın sayı ve silah üstünlüğü onların iradelerini kıramadı ve inandıkları kutlu ve çileli yolda istikrarlı bir şekilde ilerlediler.
Allah Resulu’nun sahabelerinin davet çalışması belki de bu konunun en güzel örneğidir. Mus’ab bin Umeyr, İslam’ın öncü davetçisi ve öğretmen olarak Medine’ye gittiği zaman sıradan bir insanın tahammül edemeyeceği bir direnç ve engelleme ile karşılaştı. Ama hiçbir şey onun iradesini kırmadı. Nihayetinde Medine’nin İslam yurdu haline gelmesinde onun çok büyük emekleri vardır.
"Sultan Alparslan 27 bin askeriyle Bizans topraklarına ilerlerken, keşfe gönderdiği askerlerden biri huzuruna gelip telaşla,
“300 bin kişilik düşman ordusu bize doğru yaklaşıyor” der.
Alparslan hiç önemsemeyerek şöyle der:
“Biz de onlara doğru yaklaşıyoruz.”
Bu azim ve kararlılık ile tarihe geçen meşhur Malazgirt zaferi gelir. Müthiş bir karalılık beraberinde birçok fethi getirir.
Ya Selahaddin Eyyubi’nin, gözü dönmüş barbar Haçlı sürüleri karşısında verdiği istikrarlı mücadeleyi Kudüs’ün fethi ile taçlandırmasına ne demeli?
Hindistan’da, sömürgeci, emperyalist İngilizlere karşı yürütülen kararlı ve istikralı mücadele unutulur mu hiç? Gandi’nin istikrarlı ve karalı mücadelesi İngilizleri dize getirmiştir.
27 yıl cezaevinde kalan Nelson Mandela ve 30 yıl zindanda iman ve irade abidesi olarak mücadele tarihine sembol olarak geçen Muhammed Şakir’i kim unutabilir? Zindan duvarlarının küflendiği, demirlerin paslandığı bir diyarda iman ve iradenin ete kemiğe bürünmüş hali olan zindan pirinin mücadelesi, istikrarın güzel meyvesine verilebilecek en güzel örneklerden birisi değil midir?
Üstad Bediüzzaman’ın hayatı zaten bu kavramın başlı başına bir örneğidir. Bütün hayatını ilme, davete ve insanlığın imanının kurtuluşuna adayan bu zat, onlarca yıl hız kesmeden süren bu çalışmaları neticesinde on milyonlarca insanın cehennem çukuruna ve küfrün zulmetine yuvarlanmasını engellemiştir.
İmam Humeyni, Hasan El Benna, Seyyid Kutup, Şeyh Ahmet Yasin ve diğerleri…
İstikrar, devamlılık ve azimet, adeta başarının iksiridir. Sadece İslami kişiliklerin hayatında değil, tarihe mal olmuş başka düşünce müntesiplerinin de başarılarının ortak kavramı; inançla birleşen azmin meyvesi olan istikrardır.
Nitekim dünya devrimler tarihi mütalaa edildiği zaman bu hakikat görülecektir. Zaten insanlık tarihine yön veren olayların mimarlarının, sıradan ve kesintili çabalarla bu başarıyı yakalamaları mümkün değildir.
Bir Cengiz Han hikayesini okuduğumuzda, etrafına topladığı Moğol kabilelerle bir cihan imparatorluğu kurmasına doğru olan yolculuğu, azmin ve iradenin tezahürüdür.
Büyük İskender’in Makedonya’dan başlayıp Hindistan’a kadar uzanan devasa yolculuğu ve kurmuş olduğu cihan imparatorluğu aklımıza gelen örneklerden birisidir.
Bu kavram ile alakalı devlet adamlarının hayatından sayısız örnekler verilebilir.
İlim adamları ve alimlerin ilim talep süreçleri zaten başlı başına bir azimet örneğidir. İlim adamları ve azim denilince belki de aklımıza ilk gelen örneklerden birisi İbn-i Hacer el Askalani’nin ilim hayatıdır. İbn Hacer Hazretleri ilim öğrenmek için bir medreseye girdi. Ancak kafası bir türlü dersleri almıyordu. Bütün arkadaşları onu geçtiler. Seneler geçmesine rağmen pek bir şey öğrenemedi. En sonunda ilmi bırakıp memleketine dönmeye karar verdi. Hocasının nasihatleri de fayda etmedi. Yola çıktı. Yolda dinlenmek için bir mağaraya girdi. Mağarada dinlenirken gözü yukarıdan damlayan damlalara takıldı. Damlalar yavaş yavaş damlayıp yerdeki taşta büyük bir delik açmıştı. İbn Hacer Hazretleri kendi kendine şöyle düşündü:
“Su gayet yumuşak, latif bir cisim olduğu halde sert kayayı nasıl deliyor? Benim kafam bu kayadan daha da sert değildi ya, zamanla benim de kafama Allah’ın nuru olan bu ilim girer.” deyip medreseye geri dönüyor. Ve kısa zamanda arkadaşlarını da geçiyor. Bu olay sebebiyle kendisine İbn Hacer (taşın oğlu) deniliyor.
Eğer okuduğumuzu anlamıyorsak; iki, üç, dört kez okumuş olmamıza rağmen hala anlamamışsak bu demektir ki daha da çok okumamız gerekiyor. Ama biz pes edip okumayı bırakırsak şeytanın istediğini yapmış oluruz ve kim bilir belki de bir kez daha okuyunca aklımızda kalacak olan bir meseleyi bir daha okumamak üzere kapatmış oluruz. Ve İlme kendimizi vereceğiz. “İlim öyle bir şeydir ki sen ona tamamen kendini vermedikçe, o sana biraz bile vermez.”(Ebu Yusuf)
Bugün dünyaya mal olan sporcuların hayat hikayesine bakınız; onları öne çıkaran meziyetlerinden öte bu meziyetlerinin kişiliklerinin bir parçası haline getiren istikrarlı çalışmalarıdır. Yine yakın dövüş ustaları da aynı minvalde meziyetlerini kazanmışlardır.
Gelelim bilim adamlarına…
Sizce bilim adamlarını sonuca götüren sadece zekaları mıdır?
Kayıtlara geçen bir çok bilim adamının hayat hikayesini okuduğumuz zaman, tarihe ismi geçen ve insanlığa fayda sağlayan bilim adamlarının en gayretli ve istikrarlı olanlar olduğunu görürüz. Zeka, istikrar ve azim ile birleşmediği müddetçe kalıcı bir meyve veremez. Bazen de hiç meyve vermeyebilir. En başarılı olanlar, en zekiler değil, en çok uzun soluklu olarak bıkmadan usanmadan bütün engellerin üzerinden atlamasını bilen gayretli insanlardır.
Bir bilim adamına sormuşlar:
Eğer bu deney ile sonuca ulaşamasaydınız ne yapardınız?
Gayet sakin bir şekilde:
Tekrar deney yapardım, demiştir.
Özellikle öğrenci kardeşlerimiz şunu iyi bilsinler:
En başarılı olanlar en zeki olanlar değildir kahir ekseriyetle. En başarılı olanlar bıkmadan usanmadan istikrar ile çalışanlardır. Başarısız oldukları yerde geri dönmeyip o engelin üzerinden atlamayı tekrar deneyenlerdir.
Son olarak şu can alıcı noktayı zikredelim:
Hayatımızda her şey bitti dediğimiz veya bunu bize düşündüren bir çok olay olmuştur. İşte her şey bitti denilen nokta, aslında hayatımızda kırılma noktasıdır. Ya devam edeceğiz ya da geri dönüp gideceğiz. Yani aşmamız gereken son engel işte burasıdır. Bu noktada devam edenler hedeflerine ulaşmışlardır, geri dönenler ise hüsrana uğramışlardır.
Sloganımız, Üstad Bediüzzaman’ın şu sözüdür:
“Keçeli, çayı koy, yeniden başlıyoruz.”
Selam ve dua ile
Mehmet Zülküf Yel
Mehmet Zülküf Yel