"Allah'ın izni olmaksızın hiçbir nefis için ölmek yoktur. O, süresi belirtilmiş bir yazıdır. Kim dünyanın yararını (sevabını) isterse ona ondan veririz, kim ahiret sevabını isterse ona da ondan veririz. Biz şükredenleri pek yakında ödüllendireceğiz." (Al-i İmran Suresi, 145.)
"Öyleyse (yalnızca) Beni anın, Ben de sizi anayım; ve (yalnızca) Bana şükredin ve (sakın) nankörlük etmeyin." (Bakara Suresi, 152. )
Ebû Yahyâ Suheyb İbni Sinân radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Mü’minin durumu gıbta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece mü’minde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd 64)
Ebû Hüreyre (r.a.)’den; Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
– Şu kelimeleri, onlar ile amel etmek veya onlar ile amel edecek olana öğretmek için benden kim almak (öğrenmek) ister? Bunun üzerine;
– Ben, Yâ Resûlullah, dedim. Resûlullah elimden tutarak beş şeyi saydı ve buyurdu ki:
– Haramdan sakın! insanların en çok ibâdet edeni olursun. Allâhu Teâlâ’nın sana ayırdığına râzı ol! İnsanların en zengini olursun. Komşuna iyilik et! (Gerçek) Mü’min olursun. Kendin için sevdiğini, insanlar için de sev! (Hakiki) Müslüman olursun. Çok gülme! Çünkü fazla gülmek, kalbi öldürür (Tirmizî, Zühd, 2, IV, 551)
Yaşamımıza değer ve kalite katan en önemli unsurlardan birisi, hayata bakış açımızdır. Hayat serüvenimizde kendimizi nerede konumlandırdığımız ve kendimize nasıl bir rol biçtiğimiz çok önemlidir. Bu hayat yarıştır. Ama yarışın birçok şekli vardır. Bu yarışların bazılarının neticesi hasaret ve hüsran; bazılarının neticesi ise saadettir. Yarışta nerede olduğumuzdan ve nerede bitirdiğimizden daha öneli olan husus, hangi kulvarda yarışmayı tercih ettiğimizdir. Birçok kulvarda yapılan yarışta, hangi derece ile bitirirsek bitirelim, sonu hasrettir, nedamettir, hüsrandır. Ama hayat yarışı, ömür dakikaları ve alıp verdiğimiz nefesler tükendikten sonra, son pişmanlık fayda vermez. Çünkü yarış bittikten sonra tekrar başlama noktasına dönme imkânı yoktur. Yani Azrail kapıyı çaldıktan sonra tepmiş olduğumuz fırsatları ebediyen artık bir daha yakalayamayız.
Bugün insanlarımız İslami terbiyeden ve Rabbani bakış açısından sapmanın acı sonuçları ile yüzleşmektedir. Bu sapma ile beraber, hayat ya anlamsız bir hale gelmekte ya doyumsuz bir deryaya dönmekte ya da bir kahır ve çile yurduna dönmektedir. Bu sapmanın neticesinde; doyumsuzluk ve tüketim kültürü, madde odaklı bir eksende adeta bizi esir almıştır. Mutluluk ve saadet başka adreslerde aranmaktadır. Kur’anî reçete bizlere saadetin adresini gösterirken bizler başka kapıları çalmaktayız.
Bugün insanların büyük bir kısmı mutsuzdur. Sebebine gelince; sorunların bir kısmı gerçeği yansıtırken, önemli bir kısmı şükürsüzlükten ileri gelmektedir. Maddeye endekslenen alışkanlıklar, ihtiyaç olarak telakki edilmekte ve sınırlı imkanlarla bu alışkanlıklar tatmin edilemeyince de büyük bir huzursuzluk başlamaktadır. Hatta bu alışkanlıklar tatmin edilse de maddeye endekslenen bakış açısı kendisine yeni alışkanlıkları bulmakta zorlanmaz ve bu defa bu yeni alışkanlıklar ihtiyaç olarak telakki edilmeye başlanır. Kaynakların ve imkânların sınırlı olduğu bir dünyada elbette bu alışkanlıkların tatmini mümkün değildir. Ve zaman geçtikçe bu liste uzayıp gider. Bir gün ölüm kapıyı çaldığı zaman da hayata doymamış ve gözleri açık kalmış bir akıbet bizi beklemektedir. Böyle doyumsuz bir yaşamın finali, bir avuç kara toprak olur. Bakınız, şu hadisi şerifler bir insanın asli ihtiyaçlarını nasıl da güzel bir şekilde anlatmaktadır:
Osman (r.a.)’dan, Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Âdem oğlunun şu nimetlerden başkasında (şikâyete) hakkı yoktur. (onlar da) Oturacağı ev, avret yerlerini örten giyecek elbise, kuru ekmek ufağı ve (içeceği) sudur.” (Tirmizî, Zühd, 30, IV, 572)
Ubeydullah b. Muhsin, babası (r.anhümâ)’dan; Resûlullah (s.a.s.) buyurdu ki:
“Sizden biriniz, günlük yiyeceğini bulur ve vücudu sıhhatta olduğu hâlde (tehlikelerden) emin olursa, (bütün) dünya kendisine verilmiş gibidir.” (Tirmizî, Zühd, 34, IV, 574)
İşte günümüz insanının en büyük sorunlarından birisi maddeleşmenin getirdiği şükürsüzlüktür. Oysa hem dünya hem de ahiret saadeti için şükür olmaz ise olmazımızdır. Şükretmeyi kişiliğimizin temel bir parçası haline getirmeliyiz.
Şöyle hayata ibret gözü ile baktığımızda şükretmemiz için birçok nedenimizin olduğunu hemen görürüz. Bu nedenleri yazmak ciltler dolusu kitaplara, kütüphanelere sığmaz. Ancak ibret nazarı ile bakıldığı zaman bu şükür vesilelerinin ancak bir kısmını görebiliriz. Hayatta yokluk içinde debelendiğini ve çok fakir ve mahrum durumda olduğunu düşünen insanlar çoğunluktadır.
Hele bir Müslüman hangi gelir seviyesine sahip olursa olsun, en zengin insandır. Çünkü iman ciheti ile Allah, mü’mine en büyük lütufta bulunmuştur. Bundan daha büyük bir zenginlik olamaz. Zaman değirmeni herkesi öğüttüğünde ve perdeler kalktığında, hakikatler inkişaf ettiği zaman bu büyük zenginliği herkes görecektir. Bugün dünyanın en zengini olan imandan yoksun kişiler, o imana sahip olmak için kesinlikle bütün varlıklarını feda ederlerdi. Dünya zenginliğinin hiçbir hükmünün olmadığı hatta hesap ve vebale dönüştüğü hakikat alemini düşünerek, her mü’minin nasıl bir hazineye sahip olduğu görülecektir. Şimdi gözleri kamaştıran şatafatlı bir zenginliğe sahip olanların malları en fazla mezara kadar kendilerine eşlik edecektir. Sonrasında maddi cihette herkes eşittir: birkaç metre kefen ve birkaç metre kare, mezar denilen çukur… Topraktan gelip yine toprağa karışacağız. Her şey biter, bir daha geri gelmemek üzere… Keşke ölmüş günahkar zenginler ya da kafirler dile gelebilseydi de nasıl bir ziyan ve hasaret içerisinde olduğuklarını biz geride kalanlara anlatsaydılar!... Şu an bizim önemsemediğimiz 1 dakikalık iman ve salih amel için bütün varlıklarını tereddütsüz verirlerdi. Bundan emin olabilirsiniz.
Kur’an-ı Kerim’e bakıldığında bazı kıyamet sahneleri olmuş gibi anlatılır. Olacaklar açık bir şekilde anlatılıyor da gafletimizden dolayı mukadder olan hakikatleri hakkıyla algılayamıyoruz.
Hastaneleri, mezarlıkları, yoksulları ve mahrumları sık sık ziyaret edelim ki kalp gözlerimiz körelmesin. Burun kıvırdığımız veya hiç hatırlamadığımız nimetler, şükürsüzlük sebebi ile bizi terk etmesin.
"Ey iman edenler size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin ve yalnızca O'na kulluk ediyorsanız, (yine yalnızca) Allah'a şükredin." (Bakara Suresi, 172. )
Ebû Saîd Sa’d İbni Mâlik İbni Sinân el-Hudrî radıyallahu anhümâ’dan nakledildiğine göre, Medineli müslümanlardan bir kısmı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den bir şeyler istediler. O da verdi. Sonra yine istediler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, elindekiler bitinceye kadar verdi. Verebileceği şeyler tükenince onlara şöyle hitab etti:
“Yanımda bir şeyler olsaydı, onları sizden esirgemez, verirdim. Kim dilenmekten çekinir, iffetli davranırsa, Allah onun iffetini arttırır. Kim tok gözlü olmak isterse, Allah onu başkalarına muhtaç olmaktan kurtarır. Kim de sabretmeye gayret ederse, Allah ona sabır verir. Hiç bir kimseye, sabırdan daha hayırlı ve büyük bir lutufta bulunulmamıştır.” (Buhârî, Zekât 50, Müslim, Zekât 124. Tirmizî, Birr 77)
Uyku ölümün küçük kardeşidir. Her sabah, çekilen ruhumuz tekrar bedenimize iade edilir. O gece yatıp da kalkamayan on binlerce insandan birisi olmadığımız için Allah’a şükretmeliyiz. Güneş tekrar üzerimize doğmuş ve Allah, merhameti ve lütfu ile bize yeni bir fırsat vermiştir. Bu fırsatı vermeyebilirdi ve her şey biterdi. Hem de ebedi olarak… İşte büyük bir nimete, binlercesinin sahip olamadığı ve kaçırdığı bir nimete ve imkana sahibiz. Bu nimet her sabah tekrar eder, emri hak vaki oluncaya kadar…
Biz, kâinata nispetle bir kum tanesi mesabesinde değil iken; kâinatın sahibi olan Allaha Azze ve Celle kendisine dost olma fırsatı vermiştir. Bu ise büyük bir onur, zenginlik ve ebedi saadettir. Öyle insanlar var ki, Allah’ın dostluğundan mahrum kaldıkları yetmemiş gibi bir de bu fırsatı tamamen kaybetmişlerdir. Kalemleri kırılmış, defterleri dürülmüştür. Ebedi zülümat ve azap onları beklemektedir. Oysa bizim elimizde Allah Azze ve Celleye dost olma imkânı vardır. Eğer iman etmeyenler mezarlarından başlarını kaldırsalardı, elbette bu hakikati haykıracaklardı. Ey elindeki hazinenin farkında olmayan gafil mü’min, senin elindeki bu imkandan daha büyük bir zenginlik ve saadet vesilesi olabilir mi?
Şöyle bir hastanelere uğrayalım. Oradaki musibetzedeleri görünce, hem farkına varmadığımız nimetlerin farkına varıyoruz hem de bizim uğradığımız musibetin ne kadar küçük olduğunu görüyoruz.
Yeryüzünün farklı coğrafyalarında yaşayan, evi barkı olmayan, günlük yiyeceğe ve içecek temiz bir suya bile ulaşamayan insanları düşündüğümüzde aslında ne kadar refah içinde olduğumuzu müşahade ederiz. Eğer savaş içinde değil isek, temel insani haklar noktasında normal bir noktada isek, Allah Azze ve Celle’nin nimetleri karşısında gözyaşlarıyla secdeye kapanalım ve gafletimize tövbe edelim. Gözlerimiz görüyorsa, kör, topal, sakat değil isek çok iyi bir noktadayız demektir. Mutlu olmak ve şükretmek için bizden daha iyi durumda olanlar yerine bizden daha aşağılarda olanlara bakmayı bilirsek aslında gerçekleri en yalın hali ile görürüz. Dünyada yaşayan 8 milyara yaklaşan nüfusa kıyasla nerede olduğumuza bakalım. Bizden daha iyi durumda olan yüz binler varsa; bizden daha aşağıda olan milyarlar var. Bu gerçek bile tek başına şükretmemiz için yetmez mi?
Ebû Hüreyre (r.a.)’den; Resûlullah (s.a.s.) buyurdu:
“(Dünyalıkta) sizden aşağı olana bakınız! (Yoksa) sizden yüksek olana bakmayınız! Zirâ size lâyık olan, sizin üzerinizdeki Allâh’ın nimetini hor görmemenizdir.” (Tirmizî, Kıyamet, 58, IV, 666)
İlim tahsil etmek için okuyacak Kur’an bile bulamayan Afrikalı kardeşlerimize kıyasla her birimizin evinde en az kişi sayısı kadar Kur’an var. Her birimizin okuyabileceği yüzlerce kitabı var. Bakınız onlar hallerine şükrederken bize ne oluyor?
Bizim bugün nimetten saymadığımız ve belki burun kıvırdığımız imkanlar, birçok insanın hayallerini süslemektedir, bunu unutmayalım.
Bu örnekleri çoğaltabiliriz ve liste bu şekilde uzayıp gider.
O halde bu şükürsüzlüğümüzün nedeni nedir? Olanca genişliğine rağmen dünya bize dar geliyorsa ve ruhumuzu sıkıyorsa dönüp bir kendimize bakmamız gerekmez mi?
İşte kilit kelime olan şükür kavramını içselleştirdiğimiz zaman, ruh ve zihin sağlığımızı korumuş oluruz. Yaşamın anlamı zemininde yaşamanın lezzetine varmış oluruz. Sonbahar yaprağı gibi rüzgârın önünde savrulmak yerine, bu gök kubbe altında hoş bir sada bırakabiliriz.
Şükür ile aynı zamanda nimetler daha da ziyadeleşir ve Allah’ın rahmeti üzerimize sağanak sağanak yağar. Kalp gözleri körelmiş ve nimetleri göremeyen gafiller hem ellerindekini kaybetmeye müstehaktır hem de hiçbir zaman tatmin olmazlar. Ruh ve zihin sağlıklarını koruyamadıkları gibi yaşama sevincinin tadına da varamazlar. Onların gözlerini, ancak bir avuç kara toprak doyurur. Ecel kapıyı çaldığı ve göç davulu çalındığı zaman da bu hayattan nasiplerini almamış şekilde bu diyarı terk ederler.
Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Zenginlik mal çokluğu değil, göz tokluğudur." (Buhârî, Rikâk, 15; Müslim, Zekât, 120)
Dünyamızı şükür ile abad edebileceğimiz gibi ahiretimizi de şükür ile mamur eyleriz. Kanaat ve şükür ile yoğrulmuş bir hayat, ahiret için yatırım ve dünya imtihanını selamet ile nihayetlendirmedir. Allah’ın kereminin ve nimetlerinin farkına varıp da dili, kalbi ve ameli ile bunun gereğini yerine getirmiş olanlara ne mutlu… Ey insanlar, mutluluğu başka yerlerde değil sadece Allah’ın emir buyurduğu yerlerde arayınız.
Böylece: "Allah içimizden bunlara mı lütufta bulundu?" demeleri için onlardan bazısını bazısıyla denedik. Allah, şükredenleri daha iyi bilen değil mi?" (En'am Suresi, 53.)
Allah’ın nimetlerine kani olmayan ve bu dünyada ebedi yaşayacağını zannedenlere gelince yukarıda işaret ettiğimiz gibi hiçbir zaman bu dünyada doyuma ulaşamazlar. Tam tersine, her ulaştıkları emel, onları daha da doyumsuz bir hale getirir. Bunlar, tuzlu deniz suyunu içen ve içtikçe daha da fazla susayan bahtsızlara benzerler ki, böyle insanların sonu nedamet ve hasret içinde helak olmadır. Asıl büyük kayıp ve hüsran ise onları ahirette beklemektedir.
"Rabbiniz şöyle buyurmuştu: "Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size artırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, Benim azabım pek şiddetlidir." (İbrahim Suresi, 7.)
Abdullah b. Amr’dan (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:
"Müslüman olup da kendisine yetecek kadar rızık verilen ve Allah’ın kendisine verdiğine kanaat eden kimse, muhakkak kurtulmuştur." (M2426 Müslim, Zekât, 125)
Ebu Hüreyre'den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
"Yiyip şükreden kimse sabrederek oruç tutan kimse gibidir. " ( TirmizI, Sıfatü'l-kıyame, 43; İbn Mace, Sıyam, 55)
Mehmet Zülküf Yel
Mehmet Zülküf Yel