Mescid-i Aksâ, peygamberler mescididir, ihya imamıdır, her hâliyle bizi uyarır ve uyandırır. Mescid-i Aksâ, 15 Mayıs 1948’de bizi bir daha uyardı. Bize, lisan-ı hâliyle, alçak bir düşmanın saadeti sizin felaketinizdir, dedi. Düşmanınız, güç kazandığında onun yeni gücüne karşı yeni bir vaziyet almadığınızda sizi yerinizden yurdunuzdan eder, diye seslendi.
“Nakba”, Arapçada felaket, musibet demektir. en-Nakba ise Filistin’in felaketidir. Filistinlilerin 15 Mayıs 1948’den itibaren yurtlarından edilmelerinin felaketi.
15 Mayıs’tan bir önceki gün, 14 Mayıs’ta israil kuruldu ve 15 Mayıs’ta Filistinliler evlerinden, köylerinden, kasabalarından, şehirlerinden edildi. Düşmanlarının saadeti, onların felaketi oldu. Bir gün önce yattıkları, yiyip içtikleri evleri, Yahudilerin barınağı oluverdi. İlk anda 700 bin Filistinli yaşadı felaketi, sonra başka yüz binler, kimi önce başka Filistin kentlerine sığındılar. Oralara sığmadılar, Lübnan ve Ürdün gibi komşu coğrafyalara göçtüler. Oralara da sığmadılar. Suriye ve Irak’a gittiler, ta Cezayir’e açıldılar. Nihayet, Güney Amerika’ya dahi uzandılar…
Artık Mescid-i Aksâ’yı hayal ediyorlar, lâkin ezanının sesini duymuyorlar, Filistin’i hatırlıyor ama oraya gidemiyorlardı. İşte Filistinliler, o acıya en-Nakba dediler: Felaket.
Düşmanın sevinci, bizim hüznümüzdür. Yahudiler, 14 Mayıs gecesinden başlayarak israil’in kuruluş şenliklerini düzenlerler. Filistinliler ise 15 Mayıs gününü bir hüzün olarak anarlar.
en-Nakba, “Aliyah”ın tam zıddıdır. “Aliyah”, İbranicede kelime olarak “yükseliş” demektir, mefhum olarak ise Yahudilerin 19. Yüzyıldan başlayarak Filistin’e göçünü ifade eder.
Yahudi’nin yükselişi, mü’minin kaybedişidir. Nitekim Yahudi’nin gelişi, Filistinlinin yerinden olması demektir. Yahudi’nin imarı, Filistinlinin yurdunun tahribi demektir. Yüzlerce Filistin köy ve kasabası tahrip edildi, onun yerine Yahudi çiftlikleri kuruldu. Filistin, Selâhaddin’in 1187’de Kudüs’ü fethinden sonra ilk kez öyle bir facia yaşıyordu.
Felaket, Ümmetin geri kalması ile başladı. Ümmet, geri kalınca düşmanı onun yurduna göz dikti. en-Nakba’nın başlangıcı hatta büyük en-Nakba odur. O, ümmetin en-Nakba’sıdır. Filistin’in en-Nakba’sı onun bir neticesidir.
Batı güçlendi. Müslümanlar, ona karşı yeni bir vaziyet alamadı. Yahudiler, 19. Yüzyılın ortalarından itibaren Batı yükselişini çalıp Batı’nın başına geçtiler. Müslümanlar, yine ona karşı yeni bir vaziyet almadılar.
Müslümanların hâli, düşmanlarına cesaret verdi. Önce Napolyon geldi, 1799’da Fransa’dan. Hedefi, Filistin’i istila edip Yahudilere vermekti. Ona karşı Yahudiler, Mısır’ı istila etmesini destekleyeceklerdi. Müslümanlar, Napolyon’u Akkâ’da durdurdular, geri gitti. Ama Cezayir, 1830’da Fransız hakimiyetine girdi. Ardından Mısır, peyderpey İngiliz mandası olmaya başladı. Osmanlı günden güne zayıfladı ve I. Dünya Savaşı’nda darmadağın oldu.
I. Dünya Savaşı’nda Türkler, Almanlara; Araplar, İngilizlere güvendiler. İşte bu, ikinci dalga en-Nakba, yani felaketti. Filistin’deki Osmanlı ordusu Yıldırım Ordularının başında Almanlar adına Limon Von Sanders adlı bir Yahudi’nin olduğu düşünülürse felaket biraz olsun anlaşılır. Arapların yanında ise İngilizler vardı. Filistin halkı ne Von Sanders’e güvendi ne İngilizlerden medet umdu.
İngiltere, 2 Kasım’da Balfour Deklarasyonu ile Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulmasını desteklediğini duyurdu. 6-7 Kasım 1917’de yaşanan III. Gazze Muharebesi’nde Yıldırım Orduları etkisiz kalınca Gazze, İngiliz istilasına uğradı.
Filistin’i korumakla görevli ve artık Mustafa Kemal’in komutasındaki Yıldırım Orduları, 1917’de yıldırım hızıyla Filistin’den uzaklaştı. İngilizler, Gazze’den Kudüs’e uzandı. İngiliz generali Allenby, 9 Aralık 1917’de Yafa üzerinden Kudüs’e girdi ve “Haçlı Seferleri şimdi bitti!” diye seslendi. İşte bu en-Nakba’nın üçüncü dalgasıydı. Her dalga, Filistin’e biraz daha yaklaşıyor ve biraz daha Filistin’i boğuyordu.
İngilizler, Filistin’de bir manda yönetimi kurdular. Filistin’in çevresinde ise Arap ulus devletleri kuruldu. Sadece Arap ulus devletler, bütün ulus devletler, Ümmet için bir en-Nakba dalgası gibidir. Zira, ulus devletler, adeta Müslümanlar için bir hapishane gibi tasarlanmış, onların yöneticileri Müslümanların başına bir gardiyan gibi dikilmiştir. Ulus devlet engeli olmasa Ümmetin evlatları, Filistin’e hareket eder, siyonistleri tükürüklerinde boğarlardı.
Felaketin Filistin’e varan dalgası ise Filistin gençliğinin İslam’dan başka kurtuluş yollarına inandırılmasıydı. İngilizler, iki devletli bir yönetimden söz ediyorlardı. Yahudiler de bunu kabul etmiş görünüyor ama İngilizlere karşı sahte bir savaş da yürütüyorlardı.
Güç, Yahudilerden yanaydı. 1947’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda, “Çoğunluk Planı” adındaki projeyle Filistin'de Yahudilere ve Araplara ait iki devletli çözüm kabul edildi. Bu sırada; Aliyah devam ediyordu. Stalin’in Rusya’sı ve doğru Avrupa’sından ve CHP’nin Türkiye’sinden Filistin’e yoğun bir Yahudi akışı oldu. Laik Türkiye’de 1942’de Yahudi göçünü kolaylaştırmak için, din ayrımına dayalı bir vergi olan Varlık Vergisi dahi çıkarılmış, Yahudiler ürkütülüp Siyonizme nüfus olsunlar diye Filistin’e sürülmüştür.
Rusya ve Doğu Avrupa Yahudilerine Aşkenazi Yahudileri, Endülüs kökenli eski Osmanlı ülkesi Yahudilerine ise Sefarad Yahudileri deniyordu. Sosyalist Rusya ve Doğu Avrupa’dan göçlerle CHP’nin Türkiye’sinden giden Yahudilerin buluşmasıyla “israil ulusu” projesi tamamlandı. 14 Mayıs 1948’de Tel-Aviv'de toplanan Yahudi Millî Konseyi, israil’in kuruluşunu resmen ilan etti. Aynı gün ABD, bir sonraki gün Stalin’in Sovyetleri israil’i tanıdı. Sözde II. Dünya Savaşı’ndan sonra Soğuk Savaş evresine geçen iki “süper güç” adeta, II. Dünya Savaşı’nı kazanmanın ödülü olarak Filistin’i Yahudilere bıraktı.
Kâğıttan bir kartal olan Arap Birliği, ilana karşı çıktı. Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak kuvvetleri üç yönden Yahudilere karşı saldırıya geçtiler ama onların sahte orduları bir avuç Yahudi ile baş edemediler. 1947’de Filistin’in %56’sı Yahudi işgalinde iken bu savaştan sonra %78'i istila altına girdi. Gazze ve Batı Şeria ilk kez o savaşta istila edildi. Nice Filistinli şehid olurken 700 bin Filistinli yerinden oldu. İşte peş peşe gelen felaketlerin sonuncusuna, daha doğrusu sonucuna en-Nakba dendi. Artık “Filistinli Mülteci” kavramı vardı ve bu kavram, Aliyah’a karşı en-Nakba’yı anlatıyordu.
İsrail, daha sonra Gazze ve Batı Şeria’dan çekildiyse de 1967’de Kudüs’le birlikte Gazze ve Batı Şeria’yı yeniden istila etti ve yüz binlerce Filistinliyi yerinden etti. Batı Şeria ve Gazze, Şeyh Ahmed Yasin’in önderliğindeki HAMAS sayesinde kurtarıldı. Ne yazık ki özellikle Gazze, Filistinlilerin bir sığınağı olarak 2,5 milyon nüfusuyla, dünyanın en yoğun nüfusunun bulunduğu bölge olarak bugün bir açık hava hapishanesi gibidir. Başta Ürdün ve Lübnan olmak üzere dünyanın farklı ülkelerinde ise yaklaşık 6 milyon Filistinli mülteci bulunmaktadır.
en-Nakba kavramı, bilindiği kadarıyla ilk kez Suriyeli Hıristiyan Arap yazar Kostantin Zerik tarafından 1948’de kullanılmıştır. Konstantin’in o yıl yayımladığı “Mana en-Nakba” adlı kitapçığında asıl felaketi halkların umudunu yitirmesi olarak ifade eder.
Yaser Arafat, 1998’de 1 milyon kişinin katılımıyla 15 Mayıs’ı en-Nakba günü olarak andı. 2006’da israil Meclisi Knesset'in Arap milletvekili Dr. Azmi Bishara, israil gazetesi Maariv'e verdiği demeçte şöyle demiştir: "Bağımsızlık günü sizin tatiliniz, bizim değil. Biz bugünü felaket günü (yevm an-nakba) olarak hafızalarımıza kazıdık ki bu 1948 yılında Filistin ulusunun yaşamış olduğu trajediyi ifade eder."
israil, en-Nakba törenlerini yasaklamaya çalıştıysa da başarısız oldu. Filistinliler gösterileri Avrupa’ya taşıdı ve 3 Aralık 2022’de BM, 90 oy ile 15 Mayıs’ı Nakba Günü olarak tanıdı.
Filistin’in en-Nakba’sından Ümmetin en-Nakba’sına
Balfour Deklarasyonu’dan elli yıl sonra 1967’de Kudüs istila edildi, yüz yıl sonra ise 2017’de ABD, Kudüs’ü israil’in başkenti olarak tanıdı.
israil, dün “yurtsuz bir halk için yurt” iddiasıyla kuruldu ve işte bu kuruluşla sözde “bir halka yurt bulmak için bir halk yurtsuzlaştırıldı”. Ancak bugün israil, 2017’den bu yana yeni bir aşamaya geçiş hedefinde. Yahudiler, Filistin’i tamamen Müslümanlardan almak, hemen ardından Arz-ı Mev’ud hedefine ulaşmak istiyorlar. Dolayısıyla israil, önümüzdeki aşamada bir Yahudi imparatorluğu olma hedefinde. Bunun anlamı, Nil’den Fırat’a milyonlarca Müslümanın yurdundan olması ya da Yahudilerin kölesi olmasıdır.
Önce Ümmet, felaket yaşadı, sonra Filistin, nihayetinde Filistin’in felaketi hepimize yayılmak üzeredir. Dolayısıyla biz, hep birlikte ya israil’i engelleyeceğiz ve Filistin’in en-Nakba’sını izale edeceğiz ya da o en-Nakba’yı biz de yaşayacağız.