Kur'an'da önceki peygamberler ve kavimlerin başından geçen olaylar, muhatap toplumlara ders ve ibret olması için “kıssa” şeklinde anlatılmaktadır. Sözü aktarmada ve mesajı iletmede daha etkili ve dikkat çekici olması açısından, bu yöntem daha etkilidir. Bu nedenle Kur'an kıssaları eğitici, öğretici ve ibret verici özelliklere sahiptir.
Allah'u Teâla, kendisine kulluk etsinler diye yarattığı insanı, bu dünyada kendi başına bırakmamıştır. Bilakis ona doğru yolu gösterip rehberlik edecek peygamberler göndermiş ve bu peygamberler aracılığıyla kitaplar indirmiştir. Gönderilen her peygamber aynı metot, aynı anlayış ve aynı misyonla muhataplarına şu üç ana mesajı iletmiştir:
Birincisi: "Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur, ibadet ancak Allah'a mahsustur; Allah'a ve peygambere itaat şarttır, dünya imtihan sahasıdır; ahiret günü haktır ve ona hazırlık gerekir, dünya amel günü, ahiret ise hesap günüdür; olayların çözümünde ilk akla gelecek yer Allah ve Resulüdür."
İkinci olarak; toplumu tevhidi çizgiden uzaklaştırıp Allah'a ibadetten alıkoyan sebepler ve hastalıklar ele alınmış, Allah'tan gayrI tapılan tüm ilahlar (nesnel veya zihinsel putlar) reddedilmiştir.
Üçüncü olarak; toplumun fıtri yapısı ve sosyal dokusunu bozan ekonomik, hukuki ve ahlaki yapısını yozlaştıran zaaflarını düzeltmeye ve ıslah etmeye çalışmıştır.
Gönderilen her bir peygamber, ömrünün sonuna kadar bu ilahi nasihatleri, emirleri kavmine ulaştırıp var gücüyle uygulamaya çalışmıştır. Peygamberlerin getirdiği vahiy gerçeğiyle karşılaşan toplumlar ise genellikle -bir azınlık müstesna- karşı çıkmış peygamberlerini yalanlamakla kalmayıp alaya almış, hakaret etmiş ve uyarıldıkları ilahi azaba meydan okuyacak kadar ileri gitmişlerdir.
Peygamberler ise bütün sıkıntı, hakaret, karalama ve yalanlamalara rağmen, davet faaliyetlerine aralıksız devam etmişler. Bu kavimlerden (yoksul, köle ve gençlerden müteşekkil) bir azınlık müstesna küfür, şirk ve ahlaksızlıkta ileri giderek azgınlaşmışlar. Peygamberler ise hidayetlerinden umudu kesilince, onları meydan okudukları Allah'ın azabıyla karşı karşıya bırakmak durumunda kalmışlardır.
Hiçbir peygamber, kavmi tam azgınlaşmadıkları ve Allah'ın azabına meydan okumadıkları müddetçe onlara beddua etmemiş, onlara azap istememiş ve içlerinden ayrılıp onları terk etmemiştir. Bilakis onlar kendi azgınlıkları ve uyarıldıkları ilahi azabı yalanlayıp ona meydan okumaları sonucu, peygamber de istediklerini Allah'a arz etmiştir.
Helak kavramı sözlükte; mahvolmak, büsbütün yok olmak, yıkıma uğramak gibi anlamlara gelir. İslam literatüründe ise "tağuta tapmak ile yetinmeyip kibirlenen; zulüm, tehdit, işkence ve alayda haddi aşan, azgınlaşıp şımaran her zorba kişi, yönetim ve kavmi, Allah'u Teâla'nın bir çeşit cezalandırmasıdır. Bu ceza kökten yok edici ve etkisiz hale getirici olmak üzere ikiye ayrılır:
Birincisi: Nuh aleyhisselam’ın kendilerine gönderildiği Nuh Kavmi, Hud aleyhisselam’ın kendilerine gönderildiği Ad Kavmi, Salih aleyhisselam’ın kendilerine gönderildiği Semud kavmi, Şuayb aleyhisselam’ın kendilerine gönderildiği Medyen ve Eyke halkı ve Lut aleyhisselam’ın kendilerine gönderildiği Lut kavmi gibi halklara gönderilen helak şeklidir.
Bunlar bütün yeryüzünü veya bulundukları bölgeyi ifsada verdikleri için müfsitlerden bir ferdi geride kalmamak üzere büsbütün helak olmayı hak etmişlerdir. Nuh kavmi büyük bir tufanla, Ad kavmi çok şiddetli bir kasırga ile Semud kavmi bir çığlık ve deprem ile Medyen kavmi saika, kasırga ile Lut kavmi de bir deprem ve başlarına taş, çamur yağdırmak ile helak edildiler.
İkincisi; ilahi uyarılarla uyanmayan azgın toplumların kısmi bir helak ile etkisiz hale getirilmesidir. Bunların başında Firavun kavmi gelir. Allah'u Teâla Musa aleyhisselam’ın eli ile onlara nice mucizeler gönderdiği halde bir türlü hidayet yoluna girmediler. Onlara “Asa ve Yed-i Beyza” mucizelerini gösterdi, onlara karınca ve kurbağa gibi haşereler musallat etti, kan gönderdi; her bir mucizeden sonra kurtulunca yine onu tekzip etmeye, sihirbazlıkla itham etmeye devam ettiler.
Nihayet Allah'u Teâla, Musa aleyhisselam ile İsrailoğulları'nı kızıl denizden sağ salim geçirdikten sonra Firavun ile ordularının bir ferdini geride bırakmamak üzere denizde gark etti. Firavun, İsrailoğullarının çocuklarını öldürdüğü halde Allah; çocuklarını, kadın ve yaşlılarını öldürmedi. Yani onları topyekûn helak etmedi.
Tarihte bu helakin sayısız örnekleri vardır; buna aynı zamanda tedrici helak da denir. Bu helakte insanların en çok güvendiği güç kaynakları, beklemedikleri anda ellerinden çıkıverip aniden mahrumiyet ve yokluk içinde kalırlar. Bu helak çeşidi, kavimlerin jeofizik ve jeopolitik durumlarına göre değişebilir. Kimilerine yağmurların kesilmesiyle kıtlık şeklinde olurken, kimilerine de salgın hastalıklar, düşman istilası, deprem, sel ve yangın felaketleri şeklinde de olabilir.
Kimi toplumlar, bu gibi hadiselerden ders alır, tevbe ile ıslah yoluna girerken, kimileri de daha azgınlaşıp inatlarında ısrar etmeleri sonucu daha ağır imtihanlarla karşı karşıya kalabilirler. Firavun kavminin çeşitli sebeplerle sınanması ve Sebe halkının durumu bunun açık örneğidir.
Helakin itikadi, ahlaki, siyasi, sosyal ve ekonomik nedenleri vardır. Ancak bütün bunlarda aşırılık derecesi yani geri dönüşü mümkün olmayan bir bozulma söz konusudur. Kur'an-ı Kerim, itikadın bozulma nedenleri olarak; şirk, küfür, nifak, fısk, günaha aldırmama, istikbar (büyüklenme, muhatabını küçük görme), istihza (alay etme), müminlerle eğlenme gibi problemli insan davranışlarını öne çıkarmaktadır.
Tabii ki bu durum beraberinde toplumsal ifsadı, adaletsizliği ve nefsin hevasına tapınmayı getirir ki, bunlar da helak sürecini hızlandıran etkenlerdir. Bir toplum kendi helakini istemediği ve azaba meydan okumadığı müddetçe peygamber onlara beddua etmez. Henüz helak emareleri gözükmeden durumlarını düzeltip tevbe ederlerse helakten kurtulurlar.
Azgın, şımarık ve kibirli toplumların helaki için Allah'u Teâlâ büyük ordular göndermez. Daha çok onlar, imkânsız veya basit şeylerle helak edilirler. Bunlar bir sayha, rüzgâr, taş yağdıran bulut, şiddetli bir sarsıntı olabildiği gibi bir kuş sürüsü, sinek, karınca ve kurbağa sürüsü gibi basit mahlûklar aracılığıyla da olabilir. Onlar suçsuz, günahsız yere helak olmadılar:
"Nitekim onlardan her birini günahı sebebiyle cezalandırdık. Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgârlar gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmedi, bilakis onlar kendilerine zulmediyorlardı." (Ankebut: 40)
Toplumların helak sürecine girmesi, kendi elleriyle başlar. Gelişen olayların farkına varamamaları, durumlarını düzeltip değiştirmemeleri, ibret almamaları ve hallerinden razı olmaları, yavaş yavaş onları kötü sona yaklaştırmaya neden olur. Helak sürecinin hızlanmasında zulmün önemli bir payı vardır. Bu konuda Kur'an-ı Kerim şöyle buyurur:
"Onlara kendilerinden evvelkilerin, Nuh, Âd ve Semud kavimlerinin, İbrahim kavminin, Medyen halkının ve altüst olan (Sodom) şehirlerin haberi ulaşmadı mı? Peygamberleri onlara apaçık mucizeler getirmişti, (ama onlar yalanladılar). Demek ki, Allah onlara zulmedecek değildi, fakat onlar kendi kendine zulmetmekte idiler." (Tevbe: 70)
"Andolsun ki, sizden önce, peygamberleri kendilerine açık mucizeler getirdiği halde (yalanlayıp) zulmettiklerinden dolayı nice milletleri helâk ettik; zaten onlar iman edecek değillerdi. İşte biz suçlu kavimleri böyle cezalandırırız. Sonra da nasıl davranacağınızı görmemiz için onların ardından sizi yeryüzünde halifeler kıldık (Onların yerine sizi getirdik). (Yunus: 13-14)
Sonuç olarak Allah'u Teâla, geçmiş kavimlerin helâk haberlerini sonrakilere ibret olsun diye hatırlatmaktadır. Bu hatırlatmalar neticesinde zalimler iman etmeseler bile müminlere yönelik zulüm ve baskıları bir nebze de olsa azalır. Peygamberlerin davetini engellemek, zulüm ve haksızlıkta ısrar etmek, ekonomik refah sebebiyle şımarıp müstekbirlik yapan kavimlerin helaki kaçınılmaz olur.
Bir toplumda belli bir kesimin bir kötülüğü belirli aralıklarla veya gizli işliyor olması, toplumun tamamen bozulması anlamına gelmez ve bundan dolayı helak da edilmez. Ama Allah'ın ıslah olmaları için gönderdiği peygamberlere ve açık mucizelere karşı gelen, onları öldürmekle tehdit eden ve ilahi davete aldırmayan asi ve şımarık toplumlar bir helakle ancak bertaraf edilirler.
Yapılması gereken çözüm ise her zaman ve her toplumda onların nabzını tutan, onları tehdit eden tehlike ve zorlukları belli ölçüde görebilen toplum önderlerine ihtiyaç vardır. Savaşlar, krizler, semavi ve arzi afetler, grevler, anarşi ve toplumsal çalkantılar, toplumlara bir yozlaşmanın olduğu konusunda birer uyarıdır. İşte bunu fark eden toplum önderleri hemen harekete geçmeli ve geçmişte yaşanmış hadiseleri hatırlatarak halkı uyarmalıdırlar. Yoksa köklü helak gelince kendilerini de önüne katıp götürecektir.
Hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamamız gereken şu hadis-i şerifi dikkatlerinize arz ederek konuyu kapatıyorum:
Ebu Hureyre (ra) Resulullah sallellahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Yedi helak edici günahtan sakının" Oradakiler "Onlar hangileridir ey Allah'ın Resulü?" diye sordular. Resulullah sallallahu aleyhi vesellem; Allah'a şirk koşmak, sihir yapmak, Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmek, yetim malı yemek, faiz alıp vermek, cihaddan kaçmak ve hiçbir şeyden haberi olmayan namuslu kadınlara zina iftirasını atmak." (Müslim, İman 145)
Mehmet Şenlik
Mehmet Şenlik