[audio mp3="https://inzardergisi.com/wp-content/uploads/2022/11/MEHMET-GOKTAS-h.ibr_.-yildirim.mp3"][/audio]
Kur’an’daki tevekkül kelimesinin geçtiği ayetler grubu olsun, tevekkül kelimesi geçmediği halde tevekkül olayının gerçekleştiği sahneleri anlatan ayetler grubu olsun, dikkatle incelendiğinde Kur'anî tevekkülün şu unsurlardan oluştuğunu görürüz:
Tevekkül, Aktif Bir Ortamın Kavramıdır.
Kur'an-ı Kerim'in neresinde tevekkül kavramı geçiyorsa veya bu kavram geçmediği halde yine de bir tevekkül olayının vuku bulduğu bir bölüm varsa, orada mutlaka önemli bir aktivitenin gerçekleşmekte olduğunu görmekteyiz.
Eğer bu aktivite karşı cephe tarafından başlatılmış bir aktivite ise inananlara düşen, derhal tevekkülle donanmaktır.
Yok, eğer ortada henüz bir durum yokken inananlar tevekkülle donanmışlarsa, bu demektir ki, bunun peşinden mutlaka karşı tarafa meydan okuma işi gerçekleşecektir.
Öyle ya, dünya hayatında da böyle değil midir? Çok zengin veya güçlü bir kimseden destek ve yardım alacağına kesin olarak inanan birisinden birtakım aktiviteler ortaya konması beklenmez mi?
Süper bir devletten destek ve yardım almaya başlayan veya buna kesin olarak inanan bir ülkeden de o andan itibaren birtakım aktivite ve kıpırdamalar beklenmez mi?
Âlemlerin Rabbi, her türlü güç ve kuvvetin yegâne sahibi olan Allah Teâlâ'dan yardım ve destek alacağına inanan, O'nun kendisiyle beraber olduğuna inanan, O'nu kendisine vekil edinen bir kimseden de elbette o andan itibaren hiç kimsenin cesaret edemeyeceği birtakım teşebbüsler, projeler, kıpırdamalar ve aktiviteler beklenir.
Kur'an-ı Kerim'in söz konusu yerlerinde hiç zorlanmadan görebileceğimiz bu aktivite genellikle şu iki türden biri olarak gerçekleşmektedir:
Birincisi; Küfrün temsilcilerine meydan okuma,
İkincisi; Düşmanlara savaşta meydan okuma.
Kur'an-ı Kerim'de tevhid mücadeleleri anlatılan Hz. Nuh, Hz. Hûd, Hz. Salih, Hz. İbrahim, Hz. Şuayb, Hz. Musa ve Hz. Muhammed (Allah'ın selamı onların üzerine olsun) ile ilgili bölümlere dikkat edildiğinde, küfrün temsilcileri karşısında Allah Teâlâ'ya tevekkül ettiklerini ve bu tevekkülleriyle birlikte onlara meydan okuduklarını görmekteyiz.
Fakat bu meydan okuma tebliğin her anında değil, belirli bir döneminde olmaktadır ki; bu dönem davetin kilitlendiği, varıp bir noktaya dayandığı ve ondan öteye gitmeyerek havanın en gergin olduğu bir döneme denk gelmektedir.
Yoksa daha davet ve tebliğe başlar başlamaz veya bu yolda anormal bir pürüz çıkmadığı bir durumda, iletişimin devam ettiği bir merhalede, henüz onlarla kendileri arasında bir gerginlik ve özellikle saflaşma söz konusu olmadığı bir vakitte, elbette onlara meydan okuma söz konusu değildir.
Zamanımızda da müşahede edebileceğimiz gibi, bir beldedeki davet serüveninde öyle bir noktaya gelinir ki; katılacak insanların sayısı az çok belli olur, ondan öteye geçmez, taraflar belirginleşir, tarafların birbirlerine karşı tavırları netleşir, sertleşir ve hava iyice gerilir artık.
Ya taraflardan birisi -zayıf olanı veya maksatları sadece gerginlik olmayan dava sahipleri- kendilerine çıkış ararlar ki, bu hicrettir. Bazen hicret yolları da tıkanmış olabilir veya hicret edilecek bir yer olmayabilir.
Rasûller davetlerinde bu noktaya geldikleri esnada Allah'a tevekkül ederek söz konusu meydan okumayı gerçekleştirdiklerini görüyoruz.
Şuayb Aleyhisselam’ın davetinden bir kesit sunan şu ayeti kerimeler, anlatmaya çalıştığım merhaleye çok güzel ışık tutmaktadır:
"Hem öyle tehdid ederek her caddenin başına oturup Allah'ın yolundan O'na iman edenleri alıkoymayın ve yolun çarpıklığını arzu etmeyin! Düşünün ki vaktiyle siz çok az idiniz, öyle iken O sizi çoğalttı. Bakın o bozguncuların sonu nasıl oldu? Eğer içinizden bir kısmı benim gönderilmiş olduğum (hakikat)a inanmış ve bir kısım da inanmamış ise Allah aramızda hükmünü verinceye kadar sabredin, O hükmedenlerin en hayırlısıdır!" (7/86,87)
Görünürdeki bütün imkanların tükendiği, elden gelecek her şeyin yapıldığı bu merhaleden sonra rasûllere düşen, Allah Teâlâ'ya en güzel bir şekilde tevekkül ederek küfre ve onun temsilcilerine meydan okumaktır.
Rasûllerin veya muvahhitlerin meydan okuyuşlarını gösteren ayetlerin hepsi göz önüne alındığında onların meydan okuyuşlarında kullandıkları ortak ifadeleri şöylece toplayabiliriz:
"Ey benim kavmim! Eğer benim bu konumum, Allah'ın ayetleriyle sizi uyarıyor olmam, sizin hepinizi karşıma almam, sizin taptıklarınızı reddediyor olmam, sizin ta'zim ettiğiniz, büyük bildiğiniz putlarınızı, adetlerinizi ve değerlerinizi bir hiç olarak görmem eğer sizi hayrete düşürüyorsa, bunu nasıl yaptığıma şaşıyorsanız ve bu size dokunuyor ve ağır geliyorsa; iyi biliniz ki ben Allah'a tevekkül etmişim, Allah'ı kendime vekil edinmişim, Allah'ın yardımı ve desteği benimledir. Ben emrolunduğum bu görevi yapmaya devam edeceğim, ertelemem veya vazgeçmem asla söz konusu değildir. Siz şimdi bana karşı elinizden ne geliyorsa yapınız, bütün gücünüzü ve kuvvetinizi toplayınız, Allah'tan gayri güç ve kuvvet sahibi olduğunu zannettiğiniz neyiniz varsa bir araya getiriniz ve bana karşı ne yapacaksanız yapınız, sonra bir pişmanlık duymayasınız ve ‘keşke şunu da yapsaydık’ diye içinize dert olmasın. Bana hiç müsaade etmeyiniz, hiç göz açtırmayınız ve hiç bir fırsat vermeyiniz! Ben de elimden geleni yapıyorum, yapacağım! Bekleyin bakalım bu işin akıbeti nasıl olacak, ben bekliyorum!"
Bu bir meydan okumadır. Enerjisini de tevekkülden almaktadır. Veya şöyle ifade edelim; Kur'an-ı Kerim'de söz konusu bu peygamberlerin "Ben Allah'a tevekkül etmişim" ifadesini gördüğünüz an, biliniz ki ardından bu meydan okuma gelmektedir.
Allah Teâlâ'nın küfrün temsilcilerine meydan okuyan bu kıssaları Kur'an'da Rasûlullah'a (s.a.v) vahyetmesi, aynı zamanda Rasûlünü de Mekke müşriklerine meydan okutmuş oluyor, onları tehdit ettiği şeylerle aynı zamanda Kureyş’i de tehdit ediyordu.
Geçmiş toplumların tehdit edilişiyle ilgili her ayet aynı zamanda Rasûlullah'ın (s.a.v) diliyle Kureyş'i tehdit etmek, Kureyş'e şu şekilde meydan okumak oluyordu:
"Ey Mekke toplumu, ey müşrikler, ey benim kavmim! Eğer benim bu konumum, Allah'ın ayetleriyle sizi yakın bir azap ile uyarıyor olmam, sizin hepinizin geleneklerini, değerlerini karşıma almam, sizin taptıklarınızı hiçe indirgiyor olmam, sizin bağlandığınız, büyük bildiğiniz, aslında sadece dillerinizle büyütmüş olduğunuz putlarınızı boş şeyler olarak görmem eğer sizi hayrete düşürüyorsa, bunu nasıl yaptığıma şaşıyorsanız; iyi biliniz ki ben Allah'a tevekkül etmişim, Allah'ı kendime vekil edinmişim, Allah'ın yardımı ve desteği benimledir. Siz şimdi bana karşı elinizden ne geliyorsa yapınız, bütün gücünüzü ve kuvvetinizi toplayınız, Allah'tan gayri güç ve kuvvet sahibi olduğunu zannettiğiniz neyiniz varsa bir araya getiriniz ve bana karşı ne yapacaksanız yapınız, sonra bir pişmanlık duymayasınız ve keşke şunu da yapsaydık diye içinize dert olmasın. Bana hiç müsaade etmeyiniz, hiç göz açtırmayınız ve hiç bir fırsat vermeyiniz!"
Bu olay basitçe ve çocukça bir meydan okuma değildir. Netice olarak o günkü insanlar ve daha sonra gelenler için hakkın ve bâtılın ayrışmasıdır, yanlışın ve doğrunun netlik kazanmasıdır.
Esasen rasûllerin bilinen görevlerinin özünü bu oluşturmaktadır. Yani, tarafların çizgilerine aydınlık kazandırmaktır.
Bu meydan okuyuşun getireceği tüm riskler ve netice tamamen Allah'a(c.c) aittir. İyice düşünüldüğünde kabul edilecektir ki, hak ve bâtıl mücadelesinde tarih boyu şiddetle muhtaç olunan ve arzulanan merhale, ayrışım merhalesidir, hakkın ve bâtılın net ve berrak bir şekilde ortaya çıkma merhalesidir.
Asıl olan bu merhaleye ulaşabilmektir, daha sonraki kazanmak veya kaybetmek merhalesinden de önemlidir.
Görüldüğü gibi, bu ayrışım eyleminin vitesi de tevekküldür.
Mehmet Göktaş
Mehmet Göktaş