Hayat, insan, eşya ve olaylar ve bunların üzerine binip geldiği tarih (dünüyle-bugünüyle) birbirine ne kadar da benziyor
Haklı olarak bugün kendimizi sorguluyoruz, niye bu hâldeyiz diye. İhtilaflarımızı, boğuşmalarımızı, parçalanmışlıklarımızı, maruz kaldığımız işgal ve istilaları konuşup duruyoruz. Konuşmalıyız elbette, konuşup çareler ve bu yakıcı hâlden çıkmanın yollarını arayıp bulmalıyız.
Muhammed Şakir
Hayat, insan, eşya ve olaylar ve bunların üzerine binip geldiği tarih (dünüyle-bugünüyle) birbirine ne kadar da benziyor…
Haklı olarak bugün kendimizi sorguluyoruz, niye bu hâldeyiz diye. İhtilaflarımızı, boğuşmalarımızı, parçalanmışlıklarımızı, maruz kaldığımız işgal ve istilaları konuşup duruyoruz. Konuşmalıyız elbette, konuşup çareler ve bu yakıcı hâlden çıkmanın yollarını arayıp bulmalıyız.
Ama ters giden bir şey var; çünkü teşbihin kopup dağıldığı ve imamenin kaybolduğu yer açık ve bellidir. Onu kaybolduğu yerde aramak lâzım. Kaybolduğu yer ve zaman, vahiyle, vahyin düsturlarıyla ilişki ve alakamızı kestiğimiz yer ve zamandır. Dolayısıyla geri oraya dönmek gerekir.
Musibet, biz Allah ve Resulüne olması gereken itaatten çıktığımız andan itibaren inmeye başlamış. Biz anlayamamışsak o başka, ama inişin ânı o ân. Ve tedricen büyümüş, çeşitlenmiş, derinleşmiş ve en nihayet bizi içinden çıkılmaz bir duruma getirip bırakmıştır.
Çünkü biz Allah ve Resulüne olması gereken itaatten çıktıktan sonra birbirimizin boğazına girip adamakıllı çekişmiş, yekdiğerimizi iyice hırpalamışız. Hadiseler, ‘qal u qil’ler derinleşip zaman da uzadıkça ümitsiz olup öldürücü bir gevşekliğin girdabına düşmüşüz. Derken güç ve enerjimiz dağılmış ve devletimiz yok olup gitmiştir. Tesbihin kopup, imamenin kaybolduğu yer ve zaman işte burası olmuştur.
Allah daha iyi bilir, bu hâle düşmemizin bir nedeni de Enfal 46. Ayet-i kerimesini dinlemeyişimizdir. Onu dinlemedik, ona bakmadık ve onu vazgeçilmez bir proğram olarak önümüze koymadık. Yeni bir şey söylemiyorum, bunu bugün ilgilisi olan her Müslüman bilir. Bilir ve konuşur..ve ama sadece konuşuruz. Çözülüp dağıldığımız noktaya, sebebe, çareye gitmeyiz. Gitsek, çözeriz aslında.
“Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal:46)
Tarihimizin bir yerinden sonra bize musallat olan itaatsizlik; beraberinde çekişmeyi, sonra gevşemeyi, sonra da gücümüz ve devletimizin elimizden çıkıp gitmesini netice vermiştir. Bunu başımıza gelen her büyük musibetle birlikte hatırladığımız halde, musibetin zahiren sahadan çekilmesiyle beraber tekrar unutuvermişiz…
İşte bugün yine büyük ve ağır bir musibetle kuşatılmış durumdayız. Ve tabiatıyla “Nerede hata yaptık, nasıl bu hâle geldik?” diye kendimizi tekrar sorgulamaya almış bulunmaktayız. Fakat kötü ve isabetsiz bir zamanda sorguluyoruz kendimizi veya birbirimizi. Çünkü zaman “Sen öyle yapmasaydın, böyle olmazdı” veya “Yok, sen öyle yaptın, ben de böyle yaptım” diyerek birbirimizin boğazına girip çekişmenin zamanı değildir. Koca bir tarihtir bunu yapıyoruz, yeter!
Bu metod yanlış, bu yol ters ve zararlı bir yoldur.
Bu metod bizi itaat menziline götürmez. Bu yol bizi birlik ve beraberliğe ve gücümüzü tek bir merkezde toplamaya ulaştırmaz. Biz bu yol ve metodla Bağdat’ı alamayız, Kahire’ye giremeyiz, Şam’a, Haleb’e ulaşamayız. Nice belde ve başkentlerimiz ya bilfiil ya da dolayısıyla işgal altında. Ve düşman nicesini de ajandasına almış, onlara doğru hazırlık ve hareket halindedir.
Ümmetin kalbi konumunda olan muttaki âlimler, mü’min ve muhlis öncüler, liderler bu iç boğuşma ve çekişmenin üzerine gitmek durumundadırlar. Devletlerarası siyaset oyun ve entrikalarını ve devletlerin kendilerine öncelikli iş gördüğü çeşitli politik menfaatlerini bir yana bırakarak, hatta mahkûm ederek ümmetin iç ve dış düşmanına karşı birlik ve beraberliğini sağlamak noktasında harekete geçmek durumundadırlar.
Nereden bakarsak bakalım bugün tek tek ve toplu olarak hepimiz hayatî bir sorumlulukla karşı karşıya olduğumuzu bilerek hareket etmeliyiz. Ve teşbihi imamesiyle beraber kopup kaybolduğu yerde aramalıyız. Fiemanillah…
Muhammed Şakir / İnzar Dergisi – Ocak 2017 (148. Sayı)
Haklı olarak bugün kendimizi sorguluyoruz, niye bu hâldeyiz diye. İhtilaflarımızı, boğuşmalarımızı, parçalanmışlıklarımızı, maruz kaldığımız işgal ve istilaları konuşup duruyoruz. Konuşmalıyız elbette, konuşup çareler ve bu yakıcı hâlden çıkmanın yollarını arayıp bulmalıyız.
Ama ters giden bir şey var; çünkü teşbihin kopup dağıldığı ve imamenin kaybolduğu yer açık ve bellidir. Onu kaybolduğu yerde aramak lâzım. Kaybolduğu yer ve zaman, vahiyle, vahyin düsturlarıyla ilişki ve alakamızı kestiğimiz yer ve zamandır. Dolayısıyla geri oraya dönmek gerekir.
Musibet, biz Allah ve Resulüne olması gereken itaatten çıktığımız andan itibaren inmeye başlamış. Biz anlayamamışsak o başka, ama inişin ânı o ân. Ve tedricen büyümüş, çeşitlenmiş, derinleşmiş ve en nihayet bizi içinden çıkılmaz bir duruma getirip bırakmıştır.
Çünkü biz Allah ve Resulüne olması gereken itaatten çıktıktan sonra birbirimizin boğazına girip adamakıllı çekişmiş, yekdiğerimizi iyice hırpalamışız. Hadiseler, ‘qal u qil’ler derinleşip zaman da uzadıkça ümitsiz olup öldürücü bir gevşekliğin girdabına düşmüşüz. Derken güç ve enerjimiz dağılmış ve devletimiz yok olup gitmiştir. Tesbihin kopup, imamenin kaybolduğu yer ve zaman işte burası olmuştur.
Allah daha iyi bilir, bu hâle düşmemizin bir nedeni de Enfal 46. Ayet-i kerimesini dinlemeyişimizdir. Onu dinlemedik, ona bakmadık ve onu vazgeçilmez bir proğram olarak önümüze koymadık. Yeni bir şey söylemiyorum, bunu bugün ilgilisi olan her Müslüman bilir. Bilir ve konuşur..ve ama sadece konuşuruz. Çözülüp dağıldığımız noktaya, sebebe, çareye gitmeyiz. Gitsek, çözeriz aslında.
“Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal:46)
Tarihimizin bir yerinden sonra bize musallat olan itaatsizlik; beraberinde çekişmeyi, sonra gevşemeyi, sonra da gücümüz ve devletimizin elimizden çıkıp gitmesini netice vermiştir. Bunu başımıza gelen her büyük musibetle birlikte hatırladığımız halde, musibetin zahiren sahadan çekilmesiyle beraber tekrar unutuvermişiz…
İşte bugün yine büyük ve ağır bir musibetle kuşatılmış durumdayız. Ve tabiatıyla “Nerede hata yaptık, nasıl bu hâle geldik?” diye kendimizi tekrar sorgulamaya almış bulunmaktayız. Fakat kötü ve isabetsiz bir zamanda sorguluyoruz kendimizi veya birbirimizi. Çünkü zaman “Sen öyle yapmasaydın, böyle olmazdı” veya “Yok, sen öyle yaptın, ben de böyle yaptım” diyerek birbirimizin boğazına girip çekişmenin zamanı değildir. Koca bir tarihtir bunu yapıyoruz, yeter!
Bu metod yanlış, bu yol ters ve zararlı bir yoldur.
Bu metod bizi itaat menziline götürmez. Bu yol bizi birlik ve beraberliğe ve gücümüzü tek bir merkezde toplamaya ulaştırmaz. Biz bu yol ve metodla Bağdat’ı alamayız, Kahire’ye giremeyiz, Şam’a, Haleb’e ulaşamayız. Nice belde ve başkentlerimiz ya bilfiil ya da dolayısıyla işgal altında. Ve düşman nicesini de ajandasına almış, onlara doğru hazırlık ve hareket halindedir.
Ümmetin kalbi konumunda olan muttaki âlimler, mü’min ve muhlis öncüler, liderler bu iç boğuşma ve çekişmenin üzerine gitmek durumundadırlar. Devletlerarası siyaset oyun ve entrikalarını ve devletlerin kendilerine öncelikli iş gördüğü çeşitli politik menfaatlerini bir yana bırakarak, hatta mahkûm ederek ümmetin iç ve dış düşmanına karşı birlik ve beraberliğini sağlamak noktasında harekete geçmek durumundadırlar.
Nereden bakarsak bakalım bugün tek tek ve toplu olarak hepimiz hayatî bir sorumlulukla karşı karşıya olduğumuzu bilerek hareket etmeliyiz. Ve teşbihi imamesiyle beraber kopup kaybolduğu yerde aramalıyız. Fiemanillah…
Muhammed Şakir / İnzar Dergisi – Ocak 2017 (148. Sayı)
Muhammed Şakir