Öncelikle başlığımıza bir şerh düşmek gerekir. Bilindiği kadarıyla Filistin Sol’undan “direniş” anlamındaki “mukaveme” kavramının ödünç alınmasıyla oluşmuş, oradan da modern Türkçeye geçmiştir.
Hem “mukaveme” hem modern Türkçe karşılığı “direniş” kulağa hoş gelmesine rağmen, özü ve kullanımı ile İslâmî mücadeleden bir farklılık arz eder. Zira direnişin kendisinde bir yerde sabitlenip o yerle ilgili değişimi durdurma çabasını, o yerin hâlini korumayı ifade eder. Kavram özü itibariyle, bilindiğinin aksine genel bir karşı koyuştan öte, bir miktar uzlaşı anlamı taşır. Zira sadece bir mevziyi korumaya çalışmak özü itibariyle bir taviz hissi verir.
Oysa Kur’an dilindeki “cihad” ve daha sonra Müslümanların sapmalara karşı geliştirdikleri “kıyam” kavramları, savunmayı aşan bir özgüven verir.
Cihad, kelimesinin özündeki “cehd”, cihan fethine yetecek bir “azm” hissi verirken “kıyam” da sadece dik duruşu değil, aynı zamanda Müslüman’ın hür olma isteğine de güçlü bir çağrışım yapar ki “hamd”la çok yakından ilgilidir. Zira “hamd” ehli olmak, özünde Allah’a bağlanarak özgür olmaktır.
Dolayısıyla Sol menşeli Filistin direnişinden alınan “İslâmî direniş” kavramının sürekliliğini korumak sorgulanmayı gerektirir.
İÇERİDE SAPMAYA KARŞI DİRENİŞ
Öte yandan “İslâmî direniş”le kast edilen Müslümanların direnişi olmalıdır. Bu manada Müslümanların ilk direnişleri, Emevi Devri’nde Hilafetin Saltanata dönüştürülmesine karşı, Ehl-i Beyt’in pâk imamlarının kıyamıdır.
Ashabın alimlerinin Medine’ye sığınarak İslam’ı koruma gayretleri de başlı başına bir kıyam türüdür. Dünyevileşmenin yayıldığı bir dönemde onlar, Medine’ye tutunarak Hz. Peygamber salallahü aleyhi vesellem’den öğrendiklerini talebelerine öğrettiler. Dünya ehlinin İslam kaynaklarını diledikleri gibi yorumlamalarına karşı sürekli bir kıyam hâlinde oldular.
Talebeleri tabiinler de aynı yolu izlediler. İmam Zeynelabidin Ali, Said b. Müseyyeb, Said b. Cübeyr ve daha nice şahsiyet, Allah tamamından razı olsun, Haccacların zulmüne rağmen Sünnete sarıldılar ve aziz İslam’ı yeni nesillere sabırla öğrettiler. Said b. Cübeyr misali bir kısmı da o yolda canını verdi.
Onların yolu üzere İslam mezheplerine önderlik eden ulema da -eğer “direniş” kavramını kullanacaksak- “Direniş Uleması” olarak yoluna devam etti. Onlar, kendileriyle dünya ehlinin arasına sınır koydular; dinin dünyalık uğruna satılmasına, saptırılmasına canları pahasına karşı koydular.
İmam Caferi Sadık’ın, İmam Malik’in, İmam Ebû Hanife’nin, İmam Şafiî’nin, İmam Ahmed b. Hanbel’in, Allah tamamından razı olsun, hayatları bu bağlamda başlı başına mukaddes bir mukavemedir, bir direniştir, bir kıyam ve cihaddır.
İmam Cafer, babası ve dedesinden öğrendiklerini sabırla anlattı. İmam Malik, Medine ehlinden öğrendiklerini kararlılıkla aktardı. İmam Ebû Hanife, hakta sebatıyla can verdi. İmam Şafiî, Yemen’den Bağdat’a götürülüp asılmak istenirken haktan bir milim sapmadı, Mısır’da dayılarına sığındığında dünyalığı tercih dayatmasını asla kabul etmedi.
İmam Ahmed b. Hanbel, bir döneme isim olan “Mihne”ye, yani eziyet günlerinden hakta direnenlerin imamı oldu.
Hz. Peygamber salallahü aleyhi vesellem’in Mekke’de müşriklere karşı duruşu, Kendisinin ve mübarek Ashabının işkenceler karşısında kararlı duruşları, ulema için hem referans hem motivasyon kaynağı oldu.
Ulema; eziyet gördükçe Mekke Devri’nde Allah yolunda eziyet gören Hz. Muhammed Mustafa ve Ashabını hatırladılar. Onların yolunda olmak, ulemayı teselli etti ve ulemaya direnişte sabır verdi.
DIŞ İSTİLAYA KARŞI DİRENİŞ
O zamana kadar İslam aleminde “dış istila” söz konusu değildi. Müslümanlar, geniş anlamda ilk dış istilayı Batı’da Endülüs’ün zayıflaması ve Haçlı Seferleri’nde gördüler. Bugüne kadar pek işlenmemiş olmakla birlikte aslında Endülüs’te direnişin, cihadın beklenen noktada olmaması, Haçlı Seferlerine cesaret verdi.
Haçlı Seferlerine karşı cihadın misali, Hz. Muhammed Mustafa salallahü aleyhi vesellem’in Medine savunmasıdır. Medine savunması zaferle neticelendiği gibi, Haçlı Seferlerine karşı cihad da zafere ulaşmıştır.
Batıda Haçlı Seferleri, İslam dünyasını kasıp kavururken doğuda İslam dünyasının Karahanlı toprakları Karahıtay istilasına uğradı. Moğol İstilası kitabımda anlattığım üzere, bilindiği kadarıyla Karahıtay istilası, Haçlı istilasından daha geniş bir istiladır. 1130’da tam bir istilaya dönüşen bu felakete karşı Endülüs misalinde olduğu gibi dilenen direnişin gösterilmemesi Moğol istilası için zemin oluşturdu.
Bugün dünya Müslümanlarının Haçlı istilasına karşı direniş kadar, Karahıtay ve Moğol istilasına karşı zafiyetten de alacakları çok ders vardır.
İstilaya karşı direnilmediğinde istila, ardından mutlaka vahşet getirmiştir. Endülüs’ün öyküsü budur, Karahıtaylılar karşısında Kaşgar’ın ve çevresinin de öyküsü budur.
Müslümanların Miladi 19. yüzyıldan bu yana karşı karşıya oldukları Batı kaynaklı istilalar, Endülüs ve özellikle Moğol istilası örnek alınarak planlanmıştır. Karahıtay’a razı olan, Moğol katliamına uğramıştır. Endülüs’te zayıf davranan, Moğol katliamlarının Batılılar eliyle işlenen Moğolvari katliamlarına maruz kalmıştır.
Müslümanların Kırım, Hindistan ve Orta Asya gibi aziz yurtları istilaya uğradığında gösterilen kararsızlıklar çok ağıra mal oldu. Bunun için I. Dünya Savaşı sonrası istilalarına gelindiğinde Müslümanlar, kendilerine “uzlaşı” sözü verenlerin niyetiyle ilgili dehşet verici bir “ihanet” birikimine sahiptiler.
O güne kadar yaşananlardan Müslümanlar şu hakikate net olarak ulaşmışlardı: Direnen Müslümanlar kazanmış; direnmeyenler hem kendileri kaybetmiş hem de başka Müslümanlara kaybettirmişlerdi.
Moğollar, Müslümanlara teslim olmayı “akıllı olmak” olarak, “akıllıca olanı” tercih etmek olarak anlatmışlar. Ama teslim olan Müslümanların kökünü kazımışlardı. Herhangi bir Batı ülkesi veya Rusya’nın da bu yöndeki çağrılarının Moğol çağrılarına pek de uzak olmayacağı açıktı.
Düşman, Müslümanları aldatıyor, Allah ve Resûlü ise onlara hakkı söylüyordu. Düşmana inananlar kaybediyor ve kaybettiriyor. Allah ve Resûlü’ne iman edenler eninde sonunda kazançlı çıkıyordu.
Denebilir ki İslam düşmanlarının I. Dünya Savaşı sonrasında Müslümanların gözünden kaçırmaya çalıştıkları en büyük hakikat budur. O savaşın ilk günlerinden bu yana İslam ve Müslüman düşmanları, Müslümanlara direnmenin akıllıca olmadığını öğretmeye, direnmeyenlerin daha kârlı çıktıklarına dair misaller sunuyorlar.
Bugün hâlâ Müslümanlara verilen en aldatıcı mesaj “Teslim olun, kârlı çıkın!” mesajıdır. Müslümanlar, bugüne kadar bu aldatıcı mesaja karşı direniyorlar.
Direniş sadece Gazze veya İslam aleminde değil, dünyanın her noktasındadır. Bu, kimi zaman Doğu Türkistan’da olduğu gibidir. Kimi zaman herhangi bir İslam ülkesinde Fransız İhtilali menşeli ırkçı asimilasyona karşı bir Müslüman toplumun kültürünü koruma mücadelesidir. Kimi zaman İsveç gibi bir Batı ülkesinde dayatılan ahlaksızlığa karşı evlatlarını İslam üzere tutma azmidir.
Hakikat şu ki Gazze’de açıkça görüldüğü üzere Müslümanlar dezavantajlı olsalar da mücadele etmeye devam ediyorlar. “Allah katında din İslam’dır.” (Âl-i İmrân Sûresi, 19) ve bugün sadece Müslümanlar küresel ahlaksızlık dayatmalarına karşı kıyam hâlindeler.